Züleyha Gülüm’den doğa tahribatlarına karşı Meclis araştırması talebi

  • 15:11 20 Eylül 2019
  • Siyaset
ANKARA - HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, ekolojik tahribatların araştırılması için Meclis araştırması talep etti. Züleyha, “Doğayı varlık olarak değil kaynak olarak gören bu anlayış ekolojik sistemler ve yaşam alanlarına geri dönüşü olmayan tahribat vermektedir” dedi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, Türkiye’de doğaya yönelik artan ekolojik tahribatların araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla Meclis araştırması açılması talebinde bulundu. 
 
Züleyha, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Konulu Hükümetler arası Bilim-Politika Plaformu’nun bu yıl yayımladığı rapora göre, biyoçeşitliliği koruyacak acil önlemler alınmazsa 1 milyonu aşkın canlı türünün neslinin tükenme tehdidi altında olduğuna işaret etti. Züleyha, Meclis araştırması açılmasına dönük gerekçeleri sıraladı: “Worldometers’in 19 Eylül 2019 verilerine göre dünyada bu yıl 3 milyon 731 bin hektar orman, yangınlar ve yeni yerleşim alanları; 5 milyon hektar tarıma elverişli alan ise erozyon nedeniyle kaybolmuş, 7 milyon tonun üzerinde kimyasal madde doğaya salınmıştır.
 
Dünya Meteoroloji Örgütü, iklim değişikliği nedeniyle aşırı hava koşullarının sebep olduğu doğal afetlerin 2018’de 62 milyon kişiyi etkilediğini açıklamıştır. Türkiye’de, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2017 yılında 598 iklim afeti gerçekleşmiştir. 1940’lardan beri bu boyuttaki afetlerin 2015, 2016 ve 2017 yıllarında olması Türkiye’nin iklim krizinin içinde olduğunun somut göstergelerinden yalnızca bir tanesidir.
 
‘Doğayı varlık olarak değil, kaynak olarak görüyorlar’
 
Bilim insanları ekolojik bir yıkımın içinde olunduğu konusunda hemfikirdirler. Başta bu yıkımın sorumluluğunu taşıyan büyüme odaklı kapitalizmin temsilcisi ülkelerin hükümetleri olmak üzere, tüm hükümetlerin ve karar vericilerin bilimin gereklerini yerine getirmeleri bir tercih olmaktan çok yaşamsal bir zorunluluktur. Türkiye hükümetinin ise enerji, çevre, tarım, orman ve su politikaları ve uygulamalarının bu anlayıştan çok uzak olduğu görülmektedir. Doğayı varlık olarak değil kaynak olarak gören bu anlayış ekolojik sistemler ve yaşam alanlarına geri dönüşü olmayan tahribat vermektedir. 
 
‘Sanayi havzaları ekosistemleri tahrip etmiştir’
 
Aliağa, Dilovası, İskenderun, Trakya gibi sanayi havzalarının, çevresindeki ekosistemleri geri dönülemez biçimde tahrip ettiği pek çok bilimsel raporla açığa çıkmıştır. Orman ekosistemleri, meralar, zeytinlikler, sit alanları, milli parklar üzerindeki özellikle madencilik ve HES gibi enerji sektörlerinin yıkıcı baskısı, doğaya ve yaşama yönelik somut tehditler olarak varlığını sürdürmektedir.  Kaz Dağları gibi su havzaları ve oksijen kaynakları üzerinde bulunan yaşam alanlarında maden arama ruhsatları verilmesi, milyon yılda oluşan orman ekosistemlerinin sorumsuzca maden sahalarına dönüştürülmesi, hükümetin enerji politikalarının sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır.
 
‘Ekoloji örgütleriyle işbirliği yapılmalı’
 
Hükümetin 12 bin yıllık tarihi ile dünya mirası olan Hasankeyf’i sulara gömecek Ilısu Barajı’nın yapılmasında ısrar etmesi, dünyanın en temiz su kaynaklarına sahip Munzur Dağı’nı maden alanı ilan etmesi, Kuzey Ormanları’nın geri dönüşü olmayan biçimde tahrip edilmesine neden olan projeleri savunması ve uygulaması, İznik’te planlanan çinko - kurşun araması için 700 bin ağaç, su ve doğal bitki örtüsünün tehdit altına girmesi gibi örnekler hükümetin kalkınma ve enerji politikalarından yarar sağlayacak bir avuç sermaye grubu dışında Türkiye halkları için yıkımdan başka bir anlama gelmeyeceği bilimsel çalışmaların ve ekoloji örgütlerinin ortak vurgusudur. Doğayı ve yaşamı yok oluşa sürükleyen sermaye birikimi odaklı ekonomi politik yaklaşımlardan vazgeçilerek; ormanların, su varlıklarının, tarım ve mera alanlarının radikal tedbirlerle korunması yönünde ekoloji örgütleriyle işbirliği yapılmalıdır.”