Özlem Gümüştaş: Eşbaşkanlık sistemini kurumsallaştırmak ve güvenceye almak istiyoruz

  • 09:10 4 Temmuz 2019
  • Siyaset
İSTANBUL - ESP’nin Eş Genel Başkanlık sistemine geçme kararını ve bundan sonrası için yapılması gerekenleri anlatan Eş Genel Başkan Özlem Gümüştaş, “Eşit temsili yet ve eşbaşkanlık sistemini biz de kurumsallaştırmak ve güvenceleştirmek istiyoruz. Bu nedenle bir geçiş yapmış olduk” dedi.
 
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Türkiye’de 29 Ocak 2010 tarihinde kuruldu. Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ öncülüğünde kurulan ESP’nin, şimdiye kadar bütün genel başkanları kadın oldu. Figen Yüksekdağ iki dönem Genel Başkanlık yaptı. 7 Eylül 2014 tarihinde gerçekleşen 1.Olağanüstü Kongresinde Sultan Ulusoy Genel Başkan seçildi. Ağustos 2017’de gerçekleştirilen olağan kongrede Çiçek Otlu Genel Başkan seçildi. Son olarak 30 Haziran’da Ankara Yeni Sahne Tiyatro Salonu’nda gerçekleştirilen 4’üncü Olağanüstü Kongrede ESP tüzüğünün 5'inci maddesinin 7'nci fıkrası gereği Eş Genel Başkanlık sistemine geçilmesi yönünde verilen önerge oy birliği ile kararlaştırıldı. ESP Eş Genel Başkanları Özlem Gümüştaş ve Şahin Tümüklü oldu.  
 
Özlem Gümüştaş ile eşit temsiliyet, eş başkanlık ve ESP’nin aldığı karar üzerine konuştuk. 
 
*Öncelikle ESP olarak neden eş başkanlık sistemine geçme ihtiyacı duyduğunuzu soralım.
 
Biz kadınlar için kongremizin en heyecan verici sonucu bu oldu. Ezilenlerin Sosyalist Partisi aslında kurulduğu günden bu yana parti yönetim organlarında eşit temsiliyet ilkesini esas alıyor. Bu ilke özerk bir kadın örgütü ile kadın iradesini güçlendirmenin yanı sıra, karma siyaset düzleminde kadını özneleştirme ve iradeleştirme güvencelerimizden bir tanesi. Fakat kurulduğumuz yıldan bu yana geride bıraktığımız on yıllık dönemde eşit temsiliyet ilkesini parti başkanlık mekanizmasında uygulamadık. Kuruluş aşamamızda henüz eşlik eden bir kadın örgütlenmemiz ve bir kadın özneleşmemiz yoktu. Kısa bir süre sonra partinin programını oluşturması, kadın devrimi görüş açısıyla Sosyalist Kadın Meclislerimiz kuruluşunu ilan etti. Bu henüz kadınlar olarak siyaset sahasına yeni adım attığımız bir konumdu. Başlangıç aşamasında hem kendi özerk yapımızı oluşturmak hem de aynı zamanda karma siyaset ortamında kadınlar olarak iradeleşmek gibi iki görevle birden karşı karşıyaydık. Bu görev bizim hem kendi gelenekselliğimizde mücadeleyi hem de erkek egemenliği ile mücadeleyi göğüslememizi gerektiriyordu. Henüz bir kadın yapısından örgütlü özerk duruşundan yoksun olduğumuz bu dönem boyunca parti başkanlığında tek kadın başkan formülüyle ilerlemeyi tercih ettik. Aslında bir tutum aldık. Kendi gelenekselliğimize de bir tutum alıp bu mekanizmayı kadınlar olarak tek başımıza götürmeye karar verdik. Hem de kadın iradesine, kadın aklına güvenmeyen erkek egemenliğine bir tutum aldık. Yani aslında benimsediğimiz pozitif eşitlik ilkesini pozitif ayrımcı bir şekilde kendimize tekçi biçimde uygulamış olduk. 
 
Bugün geldiğimiz aşamada başta Sosyalist Kadın Meclislerimiz olmak üzere, parti içindeki kadınlar olarak siyaset deneyimimize, geride kalan yıllarda biriktirdiğimiz deneyime güveniyoruz. Güçlü bir deneyim biriktirdik. Güçlü bir kadın siyasetçi örneği yarattığımıza inanıyoruz. Artık parti içerisinde genel başkanlıktan başlamak üzere yönetim mekanizmalarını hem kolektivize etmek hem de kadını özerk örgütlenmenin yanı sıra karma yapı içerisinde eşit kuvvet olarak yeniden inşa etmek için eş genel başkanlığı tercih etmiş olduk. Bu parti kadın yapımızın fikri ve kararı olmuş oldu. 
 
Uzun bir dönem sonrasında bu karara varabilmiş olduk. Ama şuanda hem kendi deneyimimizi böyle kolektivize etmek için buna inanıyoruz. Hem de genel olarak coğrafyamızda kadının siyasetteki yeri olan temel güvencelerinden biri olan eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık kurumunu kurumsallaştırma ve güvenceleştirmek istiyoruz. Bu nedenle bir geçiş yapmış olduk.
 
*Eşbaşkanlık sistemi Türkiye’de uzun süreden beri uygulayan HDP’dir. Siz de ilk defa eşbaşkanlık sistemini uyguluyorsunuz. Eşbaşkanlık sistemi kadınlar için neyi ifade ediyor?
 
Eşbaşkanlık sistemi aslında kadının siyasetin merkezine yürüyüşünün gerçek bir ifadesi. Yaşamın her alanında olduğu gibi merkezi siyasette de politika ve örgüt sahasında da eşit kuvvet, eşit güç, eşit dinamik olmasını ifade ediyor. Bunun en temel kurumsal güvencelerinden biri. Bizim pozitif ayrımcılığın biçimleri olarak uyguladığımız değişik ilke ve teamüller var. Örneğin kota veya kadının söz hakkını pozitif ayrımcı biçimde uygulamak. Bunlar aslında kadını iradeleştirme güvencelerimiz. Fakat eşit temsiliyet kadının artık temel bir varoluşunu simgeliyor. Bu bakımdan aslında sadece karar almak değil aynı zamanda kadını özneleştirerek kazanmamız gereken bir şey. Bu eşit temsiliyetin doğrudan bunu uygulayacak kadınlar bakımından anlamı siyasetin merkezine yürüme, özneleşme, önderleşme gibi karşılığının olmasının yanı sıra siyaset sahası bakımından da şöyle bir anlamı var. Biz partiyi içinde bulunduğu toplumsal mücadele formunda, siyasal demokrasiyi kazanma mücadelesi içerisinde gerçek bir kadın gücüyle yürütmek, ilerletmek ve onun politik programatik duruşunu, kadın devrimi, kadın özgürlük mücadelesi görüş açısıyla da güçlendirmek istiyoruz. Partili kadınlar, kadın özgürlük mücadelesini ve bakış açısını, parti içinde kuramadığı, kadını iradeleştirmediği sürece konumu, varlığı,  eksik olacaktır. 
 
*Türkiye’deki siyaset erkeklerin ağırlıkta olduğu bir alan. Bunun değişmesi için ne yapılmalı, ne gibi yeniliklere ihtiyaç var?
 
Aslında ilk sözü kendimize söylememiz gerekir. Kadınlar olarak bu tür kurumlarda, organlarda varlığımızı sistematize edip, güvenceleştirince erkek egemenliğini geriletmek için gerçek bir güce, yani örgütsel güce kavuşmuş olacağız. Bunu başaramadığımız her durumda erkek egemen akıl doğal döngüsüne hızla geri dönüyor. Erkekler iradeleştikleri, önde oldukları platformlara çok hızlı alışıyorlar. Geride kalan yıllarda HDP içerisinde de bunu yaşadık. Biz ESP olarak parti içinde de bunu yaşadık. Kadın örgütlenmemiz geriye düştüğü, kadın yoldaşlarımızın biraz politika ve örgüt sahasından geriye düştüğü her durumda erkek dilde, erkek tarzda, erkek egemen biçimde kendini var etti. Bu bakımdan sadece kadın özgürlük mücadelesi değil, kadın devriminin eşlik ettiği toplumsal devrimi kazanmalı,  siyasetin içerisinde olmalı ve özneleşmeliyiz. Bu gerçek duruşun erkeklere doğru bir zemine gelmek noktasında basınç uygulayacağını düşünüyoruz. 
 
Aynı zaman uyarıcı olmak ve ortamları bu tür davranışlardan arındırmak için gözetleyici olmak önemli. Örneğin biz SKM olarak partiyi kadın tarzıyla eğitme, partide kadın özgürlük mücadelesini başat kılma, partide erkek egemenliğini geriletme görevini üstleniyoruz. SKM’nin partiyi bu açıdan denetlemesi söz konusu. Başta erkek eşgenel başkan olmak üzere parti kurullarımızı, yönetim kurullarımızı bu açıdan denetlemesi, uyarıcı olması, bu tür durumların davranışların parti mekanizmalarında açık eleştiri ve özeleştiri zeminleri olarak işletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine bazı konularda ilk ve son söz hakkını SKM ve parti içindeki kadın yapımıza vererek doğrudan bir kadın düşünüşü ve tarzı ile kararları alarak partiyi bu açıdan da eğitmeyi önemsiyoruz. 
 
Yine parti içerisinde zaman zaman erkeklik atölyeleri var devreye soktuğumuz. Bunları MYK içindeki erkek yoldaşlardan başlamak üzere il ilçe örgütlerinde yapıyoruz ve uyguluyoruz. Bu da bazı iç mücadeleler açısından geliştirici oluyor.
 
*Türkiye’deki siyasi partilerde baskın olan eril dilin ortadan kalkması için ne yapmak gerekiyor?
 
Öncelikle kadınlar olarak siyaset sahasındaki bütün ilkesel ve teamüllere dayalı haklarımızı etkin bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Kadın tarzını kadınlar olarak siyasette etkin, yönlendirici bir tarz olarak önce bizim kuşanmamız gerekiyor. Çünkü bizim karşılaştığımız erkek egemenliği karşısında doğal refleksimiz, hızlı biçimde geleneksel düşünüşü ve davranışımıza dönmek oluyor, kırılmak oluyor. Örneğin Meral Akşener gibi bir formülasyon üretti merkez sağ siyaset. Bir kadını genel başkan olarak partinin başına getirme ve bir kadın profili çizmek istediler. İşte siyasetin bizi tek başımıza irade kıldığı yerde bize yaptığı şey, Akşener’de yaptığı gibi erkekleşme oluyor. Bir erkek tarzı erkek düşünüşü. Hareketten söylemlerine kadar bunu da reddetmemiz gerekiyor. Ne olduğumuz yerde pasif, geri duran, temel meseleleri erkelere bırakan kadınlar olacağız ne de olduğumuz yerde erkek egemenliği ile mücadele adın erkeklere benzeyen kadınlar olacağız. 
 
Burada kendi tarzımıza güvenmemiz, demokratik, eşitlikçi olduğuna inanmamız ve geliştirmemiz gerekiyor. Bir diğeri uyarıcı olmak. Biz ne zaman erkek dili ve tarzı konusunda uyarıcı olsak çok hızlı erkekler tarafından da içine sokulduğumuz bir üslup tartışmamız var. Elbette ki sözlerin, fikirlerin içeriği ile ilgileniyoruz. Bu önemli ama aynı zamanda o fikirlerin ifade edilişinde üretilen erkekliğe tekabül ettiği için mücadele ediyoruz. Doğal olarak bu mücadelenin geriletilmesine, bir üslup tartışmasına sıkıştırılmasına izin vermeksizin sistematik olarak yapmak gerekiyor. 
O yüzden SKM erkek başkan başta olmak üzere, üretim mekanizmalarındaki bütün erkelerin dilini,  üslubunu gözetme, zaman zaman uyarıcı olma, bazen de açık kurullarda açık eleştiri ile yol alma kararı aldı. 
 
Bir diğeri kadını ve erkeği ile kadın kitlelerin özlem ve taleplerini anlama ve kadın özgürlük mücadelesinin yol arayışını anlama ve içerme konusunda eğitilmediğimiz sürece yol alamayız. Partiyi kadın politikasıyla eğitme, partiyi kadın politikası yaptırma, görüş açısı ve pratiği kazanmamız temel çözücü güç olacak. 
 
*Kadın özgürlük mücadelesinin bu alanda geliştireceği dil Türkiye’de siyasete hakim olan eril dili değiştirebilir mi?
 
Epey zorlanır. Çünkü henüz kadınlar olarak kazanımlarımız tam olarak eşitlik düzleminde değil. Yani eşit temsiliyeti sağladığımız organlarda bile yine toplumsal mücadele dinamiği olarak (Örneğin Kürt özgürlük mücadelesi, inanç özgürlüğü içinde mücadele edenlerle, gençlik hareketi, LGBTİ’lerle yan yana yürüyen bir hareket olarak) henüz eşitlik düzleminde değil. Hala siyaset sahasında kadının kazandığı her şey eşit değil pozitif ayrımcı bir şekilde uygulanıyor. Yani bir ezilene bir hakkı biraz fazla vermek görüş açısıyla uygulanıyor. Bu durum kendi örgütlerine, kendi gündemlerine dönmek ama merkez siyasetin işlerine çok karışmamak biçiminde bir pratik üretildiğinde daha hızlı üretiliyor. Çünkü merkez siyasetin bütün rol ve misyonu erkekler üzerinde kalıyor. Burada daha fazla örnek yaratmaya ihtiyacımız var. Yarattığımız zaman bunun çok güçlü bir toplumsal karşılığı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadın eşit, ayrıntılı ve adil düşünen taraftır. Siyaset içinde de bizim huyumuz bu. Özeliğimiz değişmiyor. Yani yaşam karşısındaki doğal kapsayıcı, bazılarının belki biraz anaç gördüğü birleştiren halimiz, ayrıntıyı gören halimiz söz konusu. Ve bir ezilen cins olarak bütün ezilen, dışlanan, gadre uğrayanların duygusunu alma halimiz, özgürlük mücadelesini içerme halimiz aslında siyasette çok canlı bir şey yaratıyor. Bu etkin bir siyaset tarzına dönüştürüldüğünde toplumda da çok güçlü karşılığı var. 
OHAL döneminde sokakların birçok siyaset tarafından, birçok mücadele güçleri tarafından zorlanamadığı dönemlerde kadınların sokağa çıkması ve sokağı tutabilmesi rejimi gerçekten sıkıştıran bir noktada olabilmesi, karşı duruşuyla ilgili bir şey. 
 
Şuan da seçilmişlerimiz var. Siyaset düzleminde siyaseti etkin yapan kadın siyasetçilerimiz var. Bunlar önemli dayanak noktalarımız. Bulunduğu her alanda eşit temsiliyet uygulamış güçlendirmiş kadın yoldaşlarımız. Bunlar önemli dayanaklar. Güçlü hareket, güçlü bir zeminimiz var. Fakat biraz daha ileri adımlar atmaya ihtiyacımız var.
 
*Son birkaç yıldır toplum üzerinde ciddi baskılar söz konusu.  En çok da kadınlar bu baskılardan etkileniyor. Toplum üzerindeki bu ayrıştırıcı dile ve baskılar toplumu ve kadını nereye doğru götürüyor?
 
Rejimin yapısı muhafazakarlaştıkça ve kutuplaştıkça aslında kadına dönük şiddet, cins kırımının biçimleri çok çoğaldı. Son birkaç yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış politikası, Suriye’de özel olarak şekillenen dış politikası, burada özel olarak kadınlara dönük ürettiği bir düşman tarzı var. Aynı zamanda iç politikada eğitimden toplumsal yaşama, muhafazakarlaştıran adımlar, kadının toplumsal, ekonomik sahadan dışlanmasını, bedeninin aşağılanmasını, yaşamın dışına itilmesi hamlelerini çok güçlendirdi. Belki daha fazla güçlendirecek. Ama aynı zamanda gerçek bir cins kırımıyla karşı karşıya olduğunu gördüğü için en çok isyan eden oluyor. Özgürlüğü en fazla bilince dönüştüren oluyor. Son birkaç yılımız aslında bunun örneğidir. AKP iktidarına en güçlü itirazı kadınlar tarafından gelmesi bu yüzdendir. Tesadüf değildir. Önümüzdeki dönem kuşkusuz bu mesele kadınlar arasında patlamalara yol açacaktır. Kendi yolunu da açacaktır. Kendi meşru savunma araçlarını ve imkanlarını da yaratacaktır. Aynı zamanda kendi birleşik duruşa da yol açacak. 
 
Şuanda zaten kadın hareketi öyle bir noktaya gidiyor. Birleşik bir hareket olarak gelişiyor söylemle gelişiyor. Cins bilinciyle gelişiyor. Bayraklarla, flamalarla değil, değişik ideolojik ayrım noktalarıyla değil, cins kırımına karşı, cins isyanını geliştirerek gerçek bir cins özgürleşmesi için birleşik hatta doğdu. Bu hattın kendisi toplumun en geri en muhafazakar yerlerinde bile bir bilinç yaratıyor. Örneğin öz savunmayı kullanan kadınlar var. Kütahya’dan, Afyon’dan görüyoruz. Kadın cinayetlerine karşı bir örgütlenme ve isyanı görebiliyoruz. Buralar aslında kadın özgürlük mücadelesinin dokunduğu bilinç olarak dokunabildiği ve bir karşı koyuş üretebildiğini de gösteriyor. O nedenle bunun kesin olarak toplumsal bir karşılığı da var. Ben o yüzden önümüzdeki süre boyunca da rejimin karşısına dikilen en temel odaklardan biri olacağını düşünüyorum kadınların. Sadece hareket içindeki örgütlü kuvvetlerin değil.
 
*İktidar toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir dil kullandıkça kadınlar daha çok birleşiyor. Örnek olarak Kadınlar Birlikte Güçlü girişimi söz konusu. Orada her kesimden kadınlar yer alıyor. Kadınlar birleştirici güç, dil ve bir arada yaşama olanaklarını oluşturabilir mi?
 
Bin siyasetin birleşik kanal konusunda tıkanma noktasını açmaya en yakın noktasının kadınlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü rejimin kutuplaştırıcı yapısı karşısında mümkün olduğunca birleşmek bizim cins kimliğimizle ilgili bir şey. Kişisel özgürlük taleplerimizle ilgili bir şey. Yan yana geldiğimiz kendi cinsimize olan tehdide karşı her noktada da birleşmeyi başarabilmek kadın tartımızla ilgili bir şey. Çünkü kadın tarzı üstten, hegemonik bir yönetme kibriyle yönetim tarzına sahip değil. Biz birbirimizin dilini en iyi bilenleriz. Doğal olarak bunlar işte siyasette bir yan yana gelme birleşik durabilme yolunu açıyor bize. 
 
Bizim için örneğin bir pankarta ne yazacağı değil, ne istediğimiz önemli oluyor. Örneğin neremize dokunulduğu, neremizden vurulduğu değil buna karşı nereyi nasıl savunacağımız önemli. Bu gerçek bir cins bilinci. Geride kalan yıllarda da bunu çok fazla gördük. Nerede bir kadın katliamı yaşansa, nerede bir kadın öz savunma hakkını kullansa kadınlar gerçek bir cins bilinci ve onuruyla harekete geçtiler. Ve onun etrafında bir sözün ayrıştırıcılığına düşmeden yan yana oldular. Siyasetin de buna ihtiyacı var. Türkiye siyasetinin zaten en temel açmazı bu birleşik duruşu yaratamamak. Kadın hareketinin siyasetin önünü açacağını düşünüyorum. Üstelik enternasyonal duruş bakımında da çok güçlü bir duruş sergiliyor kadın hareketi. Mesela 8 Mart, Amerika’da başlayan bütün dünyaya  yayılan MeToo hareketi çok önemli duruşlar. Kadınlar dünyasal bir duruş örgütlüyorlar. Erkek egemen siyaset karşısında çok önemli bir dinamik. Ben bunu kadınların başaracağını düşünüyorum.