HDK Eş Sözcüsü: Öcalan’ın sunduğu 7 maddelik çözüm önerisinde kendimize rol biçiyoruz

  • 09:08 31 Mayıs 2019
  • Siyaset
Safiye Alağaş 
 
İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmede sunduğu 7 maddelik çözüm önerisinin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gerektiğini belirten HDK Eş Sözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Biz de bu anlamda kendimize rol biçiyoruz. Toplumsal kesimlerin siyaseten de yan yana gelmesi için bir blok, bir yapı kurması için daha fazla emek ve çaba harcanması gerekiyor” dedi.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 2 ve 22 Mayıs’ta avukatları ile İmralı’da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından kamuoyuna yapılan açıklamada, açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin sonlandırılması çağrısı yapıldı. Bu çağrı ile birlikte Kürt sorunun çözümünde 7 maddelik bir öneri sunulurken, Abdullah Öcalan, açlık grevi ve ölüm orucu eylemcilerine “Asıl bundan sonrasında bana yeterli yoğunluk ve irade ile eşlik etmenizi özenle belirtiyorum" dedi. 
 
Abdullah Öcalan’ın çağrısı, çözüm önerileri ve bu süreçte yaşananlara dair sorularımızı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Muş Milletvekilli Gülistan Kılıç Koçyiğit yanıtladı.  Bundan sonrası için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini ve Abdullah Öcalan’ın çözüm önerilerini değerlendirdi.
 
* Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün, Abdullah Öcalan’ın avukatlarına yönelik yasağın kalktığı açıklaması ve İmralı’da iki kez yapılan görüşmeden sonra tecridin kalktığı söylenebilir mi?
 
Adalet Bakanı’nın açıklaması bir hukuksuzluğun dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. Çünkü Sayın Öcalan’ın avukatları 8 yıldır çeşitli gerekçelerle müvekkilleriyle görüştürülmüyor. Görüştürülmemenin hiçbir hukuki zemini olmadığını ifade etmemiz gerekiyor. Adalet Bakanlığı’nın ‘bazı yasal süreçler vardı şimdi o yasal süreçlerin engelleri kalktığı için de tecrit kalktı’ sözünün asla hukuki hiçbir karşılığı yoktur. Bu cümleyi ancak şöyle tercüme edebiliriz; ‘biz şuana kadar keyfi bir şekilde tecrit uyguluyorduk ama şu anda bu hukuksuzluğu daha fazla devam ettirecek dayanaktan yoksunuz.’ Hem ulusal hem de uluslararası toplumun gözü bu hukuksuzluğun üzerinde. Bu hukuksuzluğu ifşa ediyor. Her gün bir bütün olarak hukuksuzluğa karşı bir mücadele var. Bu nedenle ‘aslında biz bu keyfiliğe son verdik’ demeleri daha gerçekçi olurdu. 
 
Gerçekleştirilen İmralı görüşmelerinin gerçek anlamda yürüyen mücadelenin bir sonucu olduğunun altını çizmek gerekiyor. Eğer 200 günlük bir açlık grevi eylemi olmasaydı biz hükümetin görüş yasağını kaldıracağını düşünmüyoruz. Zaten bu kadar uzun süreli bir eylem olması sonucunda bu hakkı iade etmenin kendisi de ne kadar büyük bir hukuksuzluk olduğunu açık ve net bir şeklide gösteriyor.
 
* Abdullah Öcalan gönderdiği mesajında "Asıl bundan sonrasında bana yeterli yoğunluk ve irade ile eşlik etmenizi özenle belirtiyorum" diyor. Bu ifadesi nasıl yorumlanmalı? "Yoğunluk" ve "eşlik etme" vurgusunu hangi temelde ele almak gerekiyor?
 
Sayın Öcalan’ın daha önceki görüşmelerinde yoldaşlığı nasıl formüle ettiğini, yoldaşlığa nasıl değer biçtiğini ortaya koyuyordu. 2 Mayıs görüşmesinden sonra kamuoyuna yansıyan metnin kendisi aslında Sayın Öcalan’ın durduğu yeri tarifleyen bir metin. Türkiye açısından barışı ilerletmek, barışı gerçekleştirmek, eşit, özgür, hukuksal bir ortamın yaratılması için mücadele etmek istediğini belirtiyor. Kendi durduğu yeri de bir barış pozisyonu, demokratik çözüm pozisyonu olarak tarif ettiğini gösteriyor. Burada hem özel olarak açlık grevci eylemcilerine hem de genel olarak bir bütün bu mücadeleyle bağ kurmuş, bu mücadeleyi benimseyen, önemseyen herkesten bir yoldaşlık beklediğini vurguluyor. Yani Türkiye’deki Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi ve Kürtlerin yaşadığı bütün ülkelerde anayasal olarak eşit bir statüye katılması gerektiğini belirtiyor. Anayasal bir statü elde etmesi aslında eşitlik temelli bir demokratik çözümü ilerletmek istediğini ifade ediyor. Herkesin bu çözüm etrafında kenetlenmesi, çözüm aklının iradesinin büyütülmesi barış iradesinin büyütülmesine ihtiyaç var. Sayın Öcalan’ın kendisinin de burada destek istediğini özelde ise mücadele eden açık grevi eylemcisinden destek istediğini görüyoruz. Bu söze katkı koymalarını istediğini bir şekilde ifade ediyor. Çünkü daha önceki çağrıdan da biz şunu görüyoruz. 
 
Çağrının bütünü topluma dair bir çağrı. Topluma, demokratik kamuoyuna çağrı yapıyor. Yine sözün bir tarafının muhatabı da devletin kendisi. Devlete de aslında durduğu yeri ifade etmiş oluyor. Bir hesaplaşma mantığı gütmediğini, hesaplaşma derdi olmadığını görüyoruz. Bütün acılara ve yaşanan olumsuz sürece rağmen hala ama hala barış iradesini, demokratik çözüm iradesini, uzlaşı arayışını koruduğunu ortaya koyuyor. Büyütülmesi gerektiğinin de bu olduğunu herkese ifade ediyor. Özel olarak da tabi ki mücadele arkadaşları açısında bunu ifade ediyor. Şimdi bu sözü büyütmek bu sözün etrafında kenetlenmek ve bu sözü örgütlemek zamanıdır diyoruz.
 
* 2 Mayıs’taki görüşmede "Toplumsal uzlaşma/uzlaşı", "Demokratik müzakere", "Yumuşak güç", "Kuzey Suriye", "Açlık grevi ve ölüm oruçları", "İmralı duruşu/pozisyonu", "Demokratik çözüm ve onurlu barış" bu 7 maddeyi içeriyor. Abdullah Öcalan'ın sözünü ettiği 7 maddelik deklarasyon Türkiye kamuoyunda tartışılması neden önemli?
 
Çok sınırlı bir kamuoyu dışında Türkiye’de gerçek bir kamuoyu olmadığını görmemiz gerekiyor. Türkiye’de tek elden yönetilen tamamen iktidara bağlı bir basın var. Bu basın bir bütün kamuoyunu şekillendirmeye, manipüle etmeye, algı operasyonları yapmaya çalışıyor. Toplum olarak sürekli algı operasyonlarına maruz kalıyoruz. İmralı’dan gelen 7 maddelik deklarasyonu tam da böyle bir şekilde algı operasyonunun bir aracı olarak kullanmak isteklerini gördük. Özellikle 23 Haziran seçimlerinin yenilenmesi kararı tarihi ile İmralı görüşmesinin açıklanması tarihinin çakışması üzerinden bunu yeniden AKP ile bir anlaşma bir müzakere başlangıcı olarak değerlendiren oldu. Böyle bir algı yaratılmaya çalışıldı. Sayın Öcalan’ın ne söylediği mesajının ne anlama geldiğini bunun Türkiye halkları açısından bölge halkları açısından Türkiye devlet gerçeği açısından ne ifade ettiğine dair gerçekçi bir analiz ne yazık ki duyamadık, göremedik.  
 
Daha sınırlı olarak Kürt kamuoyun da tartışıldığını ve Kürt siyasal hareketinin bileşenleri arasında bu meselenin ciddi bir yankı bulduğunu ifade edebiliriz. Burada şunu söylemek gerekiyor. Temel mesele Türkiye’nin batısında bunun tartışılması gerekiyor. Kürt kamuoyu açısından barış meselesi billurlaşmış bir meseledir. Herkes onurlu bir barışa iknadır. Bu konuda Kürtler açısından ikna edilme, barışa yaklaştırma hali diye bir şey söz konusu değil. Bu anlamda onurlu bir barış meselesinde Kürtler her daim sözlerini, iradelerini ortaya koymuşlardır. Sayın Öcalan’ın fikri etrafında da her zaman yan yana gelip toparlanmışlardır.
 
Mesele Türkiye kamuoyunda tartışılmasıdır. HDK olarak bu mesajın kendisinin bizlere yüklediği görevler üzerinden sadece bir tartışma zemini olarak görmüyoruz. Aynı zamanda yüklediği tarihsel görev ve mesajı alıyoruz. O bölümüyle ilgili yoğun bir tartışma sürecini başlattığımızı ifade edebilirim. Temel anlamda buna dair mecraların da açılması ve özel bir gündem olarak da tartışılması gerekiyor. Bu sadece başlangıç metni olarak ifade edilmelidir. Her bir maddenin sayfalarla altını olduracak gerekçeler yazılacaktır. Ama bunlar en süzülmüş, en berraklaşmış hali olarak yansıdı kamuoyuna.
 
2013-2015 koşullarında değiliz. Faşizm koşullarında yaşıyoruz. Bugünkü barış sözü ile 2013 barış sözü aynı şeye tekabül etmiyor. Bugün barışı kazanmak için önce bir faşizmi yenmemiz gerekiyor. Bugün atlamamız gereken bazı eşikler var. Biz biliyoruz ki bu faşizmle bu AKP-MHP iktidarı ile bir barış söz konusu olamaz. Bunlar zaten barışın karşısındaki temel güçlerdir. Kendilerini barış karşıtı olarak ifade etmişlerdir. İttifaklarının temel çimentosu, paydası aslında Kürt karşıtlığıdır, Kürt halkının kazanımlarını yok etmektir. Çimentosu Kürt karşıtlığı olanlarla bir barış söz konusu olamaz. Nedir birinci amacımız AKP-MHP faşizmini yenmektir. Gerçekten yeni konuşulabilecek, müzakere yapılabilecek bir devlet düzeninin olması gerekiyor. Yeni bir yönetim düzeninin olması gerekiyor. Biz henüz ondan çok çok uzağız. Sadece Kürdistan’da dayatmıyor bütün Türkiye’ye dayatıyor. Onun için bu koşullarda birinci görev tabi ki faşizmi yenmek ve kangrenleşmiş çözümsüzlük üzerinden kendini dayatan bütün güçlerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Bunların teşhir edilmesi gerekiyor. Bugün Kürt sorununda çözümsüzlük birçok gücü besliyor.
 
* Abdullah Öcalan mesajında, 2013 Newroz deklarasyonuna vurgu yapıyor ve İmralı’daki duruşunun 2013 duruşu olduğunu söylüyor. Neden 2013 Newroz deklarasyonuna ve duruşuna dikkat çekiyor?
 
Sayın Öcalan tarihse rolünü bir kez daha hatırlatıyor. 2013 bildirgesi öylesine sıradan, sadece ‘hadi gelin Kürt sorununu çözelim’ meselesi değildi. Çözümlenmemiş çok kadim bir sorunun çözümüne dair ortaya çıkan bir bildirge. Ben o bildirgenin başlangıç itibariyle de hak ettiği değeri gördüğünü ama sonrasında izinin takip edilmesinde sıkıntılar yaşandığını düşünüyorum. Tabi Sayın Öcalan şunu söylüyordu: ‘Kürt sorununda artık çatışmalı silahlı mücadele dönemi bitmiştir. Şimdi artık demokratik mücadele dönemi başlamıştır. Siyaset konuşacaktır.’ Bunu da aslında kendisinin önerdiği demokratik cumhuriyet, demokratik konfederal sistem perspektifine dayandırıyordu. Bütün ulusların, kimliklerin eşit, özgür, birlikte kuracakları yeni bir ülkeden, yaşamdan bahsediyordu. O yaşamın içerisinde tahakküm yoktu, ezme ezilme yoktu. En nihayetinde bütün o perspektifin kendisi de devletin sınırlandırılması toplumun öz güç olarak kendisine örgütlenmesine dayandırıyordu.
 
Bugün oraya dikkat çekmesi, bunun korunduğunun yeniden gösterilmesi, bunun temel reçete olmasını da ortaya koyuyor. Sayın Öcalan ‘benim yol haritam, temel reçetem, Kürt sorununda, Ortadoğu’daki sorunların çözümünde temel reçetem 2013 Newroz bildirgesinin içindedir’  diyor. 
 
2013’deki yol haritası Newroz bildirgesinin çok detaylı bir şekilde yeniden okunmasının yeniden dolaşıma sokulması gerekiyor. Her bir başlığına, her bir önerisine dair de bu günün koşullarında ne yapılması gerektiğinin tartışılması gerekiyor. Bildirge geçerliliğini ve güncelliğini korumakla beraber o bildirgeyi oluşturan, 2013 koşullarıyla aynı değil. Evet bildirgenin önerisi, aklı, ruhu, geçerliliğini koruyor. Sayın Öcalan bunu ifade ediyor. Ama bugün demokratik kamuoyu açısından, Kürt kamuoyu, siyaseti açısından aslında bu bildirgenin güncelliğine yeni yanıtlar oluşturmak gerekiyor. Zamanın ruhu içerisinde, mevcut konjonktür içerisinde her bir önermenin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. 
 
*Abdullah Öcalan, Ortadoğu'daki sorunların çözümünde "akli", "politik" ve "kültürel" olguların öneminden söz ediyor? Burada Kürt sorunun çözümünde "akli", "politik" ve "kültürel" olguların önemi nedir?
 
Sayın Öcalan’ın toplum çözümlemelerine bakmak gerekiyor. En fazla toplumu çözümleyen, toplumu anlamaya çaba harcayan birisidir. Bir toplumu tarihsel varlığından soyut ele almıyor. Tarihsel ve günceli buluşturan, çözümleyen bir özelliği var. Hem Kürt halkı açısından hem de Ortadoğu halkları açısından çok ciddi bir birikimi olduğunu herkes görüyor. Bütün halkların kimliksel kodlarını, kültürel kodlarını, siyasi davranış kalıplarını çok iyi bildiğini de ifade etmek gerekiyor. Onun için Ortadoğu’daki öngörüleri çok hızlı bir biçimde tutuyor. Kimsenin ön göremediği şeyleri ön görebiliyor. Bunda tabi ki yılların deneyimi, yılların kazanımı, birikimiyle beraber bütün bu tarihsel akışı diyalektik bir şekilde okunmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
 
Kendisi toplumu ‘ahlaki politik’ toplum diye tanımlıyordu. Bunun içerisinde kültür tabi ki çok önemli bir yer alıyor. Bir çözüm önerisi geliştirdiğiniz zaman bu kültürden bağımsız olamaz. Orada yaşayan insanlara yerleşik kültürlerinden tarihsel arka planlarından kopuk bir çözüm önerisi olamaz. Dışarıdan gelmiş ithal edilmiş bir çözüm önerisi olamaz. ‘Buranın kendi kültürel kodlarına göre kendi kültürel gerçekliğine göre, politik gerçekliğine göre çözümünüzü üretmeniz gerekiyor’ diyor. 
 
Akli olması meselesinde de ben burada hayalperest yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğine dair özel bir vurgunun olduğunu düşünüyorum. Politika, siyaset akılla yapılan bir şeydir ve her adımınızda ve her hamleyi yaparken gerçekten akılcı düşünmeniz gerekiyor. Bu salt güncele takılarak yapabileceğiniz bir siyaset olamaz. Her şeyin mutlaka tarihsel arka planını görmeniz ve bütün ilişkilerin tarihsel arka planlarına iyi bakmanız gerekiyor.
 
Ortadoğu dediğiniz yer çok kimlikli, çok kültürlü aynı zamanda yer altı kaynaklarında çok zengin olan bir yer. Bütün emperyal güçlerin odağı olan bir yer. Yani gelişebilecek her demokratik nüveyi kapitalizm, uluslararası emperyal güçler kendileri açısından bir tehdit olarak görüyorlar. Eğer burada siz yereldeki özgünlükleri görmezseniz, kültürü, inancı, politik aidiyetleri reddederseniz yürütemezsiniz. Bütün bunları yan yana getirecek demokratik özgürlükçü eşitlikçi bir sistem inşa etmezseniz ikinci gün siz orada tutunamazsınız. Birileri gelir sizi o sistemin içinde boğar ya da yok eder. Onun için bütün bu parametreleri görerek siyaset yapmanız gerekiyor.
 
Bunu birleştiren sentezleyen önünü açan şeyin akıl olması gerekiyor. Akılcı çözümler geliştirmeniz gerekiyor. Nedir akılcı çözümler toplumun bunu kabul edebilecek benimseyebilecek ve kendisi için uygun olacak her yönüyle savunulabilecek bir öneri olacak. Hiçbir zaman kör bir siyaset yürütmeyeceksiniz. Çok yönlü ilişki ve çelişki diyalektiğini gören bir yerden çok dinamik bir süreç yürütmeniz gerekiyor.
 
*HDK aslında hakları, dilleri, kültürleri, dinleri birleştiren bir çatı. Abdullah Öcalan’ın önerdiği 7 maddelik öneri çerçevesinde HDK’ye nasıl bir rol düşüyor? HDK’nin ne yapması gerekiyor?
 
Aslında HDK’yi varmak istediğimiz o toplumsal yeni yaşam tahayyülünün bugünden kurulmuş örgütü olarak ifade edebiliriz. Kendisini, haklara ve inançlara, eşitliği ve özgürlüğüne dayandıran bir kongre yapılanmasıdır. Bütün farklılıkları kapsayan ve bütün farklılıklarla beraber yol yürümeyi hedefleyen bir perspektifi var. Türkiye açısından biricik bir model olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bunu söylerken şunu da görmemiz gerekiyor. Mevcut bütün bu süreci örebilmek için HDK’nin de kendisini aşmaya ihtiyacı var. Henüz HDK’nin ulaşmadığı ya da örgütleyemediği milyonlarca insan var. Hitap alanının dışında milyonlarca insan var. Bütün insanlar da eşit, özgür, demokratik bir Türkiye istiyor. Bu çok yönlü bir mücadele hattı. Çok fazla paydaşı var. Karşısında olan güçler iktidar, faşizm ve devletli güçler ve sermayeyi bir kenara koyarsak onun dışında kalan bir toplum bu sürecin paydaşı oluyor. Bu sürecin yürütücüleri olmak durumundalar. Tabi ki burada kendimize özgün bir rol biçiyoruz açıkçası. Bu fikri yaygınlaştırmak, özellikle çok güncel hali ile yeniden bir onurlu barış mücadelesi, eşitlik ve özgürlüğün mücadelesini başat bir mücadele olarak öne çıkarmak açısından ciddi tartışmalarımız var.
 
Dediğim gibi bu HDK’yi de aşan, daha yeni, daha büyük bir birleşik örgütlü mücadele hattını zorunu kılıyor. Bu anlamda aslında hem 31 Mart seçim sonuçlarının kendisi hem 23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimleri çok elverişli koşular da sağlıyor. Bizde kendimize rol biçiyoruz. Toplumsal kesimlerin siyaseten de yan yana gelmesi için bir blok, bir yapı kurması için daha fazla emek ve çaba harcanması gerekiyor.