Pırlanta mı özgür yaşam mı?
- 09:09 15 Şubat 2021
- Kadının Kaleminden
Uğradığımız erkek şiddeti kendine meşru zemin yaratmak ve üstüne kar etmek için hep bir “özel gün” yaratır. Hatta regl oluşumuzu da “özel gün” ilan edip satışa sunulan pedlerimizin yanına bizi mutlu edecek ufak bir çikolata promosyonu da hediye eder..!
Sena Dolar
Bir önceki yazıdan çokta bağımsız olmayan yeni bir yazı daha kaleme almak istedim. Kadınları meta olarak gören sisteme veyahut ezilen sınıf olan işçi sınıfının metası üzerinden para güdümünün ateşini fitilleyen patriarkal kapitalizm üzerine yoğunlaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Tüm dünyanı bildiği gibi dün 14 Şubat Sevgililer Günü’ydü. Bunu nasıl mı biliyoruz? Bugünden haberdar değildiysek bile, otobüs içinde sistemin yoğunluğuna yetişme telaşımızın olduğu yollardan, panolardan veyahut realiteden kaçmak istediğimizde izlediğimiz bir film/dizi arasına sıkıştırılmış reklamlardan biliyoruz. Nedeni bilinmez ama! Bize hep “özel günler” bolca hatırlatılır. Bir de biz kadınların pırlantaya düşkünlüğü! Bu kadar karanlık bir geleceğin içerisinde sahiden biz kadınların isteği birer pırlanta mı? Bunca katliam baskı ve sömürü ardından yılın bir günü sistemin yarattığı koşulların bize “hediye” ettiği hediyeler midir? Belki bir zamanlar öyleydi ama şimdi pekala öyle değil. Bu yazıya başlarken önce artık işlerin bu şekilde ilerlemediği bilinci ile başlayalım.
Bir önceki yazımda toplumsal cinsiyet normlarını kaleme almıştım. Bu cümlelerim de ilkinden bağımsız değil. “Anneler Günü”, “Sevgililer Günü” günlerin bir takım kalıplara göre özelleştirilmesi… Yani kadın üzerinde kurulan tahakküm, baskı politikalarının yüzyılın gelinlik modasına kılıf uydurulmuş hali.
Düşlediğimiz bir yaşam var, yeni özgür yaşam. Ve inanın bu yaşamı pırlantanın parıltısı ile betimlemek bakkaldan ucuza alınan bir maldan farksızdır. Düşlediğimiz yeni özgür yaşam, ancak doğanın toplumla birleştikten sonraki süreçte betimlenebilecek kadar parlak, saf ve doğal olabilir.
Neden Sevgililer Günü
İçinde bulunduğumuz döngü yapay bir döngüdür. Bizler de bu döngüyü hem oluşturan hem de yok etmeye çalışanlarız. Patriarkal- kapitalizm dediğimiz sistem sömürüyü somutlaştırırken, çifte sömürü kavramını da beraberinde getirir. Sistem üretim ve yeniden üretim ihtiyacını biz kadınlar üzerinden karşılar. Dünyaya yeni bir insan getirme yükümlülüğünü bize zorunlu kılan sistem, tüketim ve üretim ile çarkını döndürür. Burada soru sorarak konuyu açacağız. Neden Sevgililer Günü var?
Aileye sıkıştıran da prensin yollarını gözleten de aynı sistem
Eril zihniyet her şeyi tahakküm altına almaya çalışarak “sevgi” kavramını da kendi erilliği ile sınırlandırmaya çalışmakta. Uğradığımız erkek şiddeti kendine meşru zemin yaratmak ve üstüne kar etmek için hep bir “özel gün” yaratır. Hatta regl oluşumuzu da “özel gün” ilan edip satışa sunulan pedlerimizin yanına bizi mutlu edecek ufak bir çikolata promosyonu da hediye eder! Burada sevgi nedir diye tartışma yaratmak yerine ne sevgi değildir, onun üzerinde duralım. Biz kadınları düşkün gören eril zihniyet taşıyıcılarının sevgisi sevgi değildir. Çünkü bizi “sevdikleri” zihniyetle bizi sömürdükleri, hatta katlettikleri zihniyet arasında farka mahal yoktur. Kürdistan coğrafyasında Kürt kadınları baskılamak için yürütülen birçok politika gibi askerlerin Kürt kızlarını sevgi adı altına tecavüze maruz bırakması bu durumu maalesef özetler nitelikte. Bugün o tecavüz faili askerin de “Sevgililer Günü” aracılığıyla kadınları manipüle edip tahakküm altına aldığını unutmamak, öfkemizi diri tutacaktır. Türlü aldatmacalarla kadınları mücadeleden uzaklaştırmaya çalışan bu “sevgi” kavramı hakikati yitirmiştir. Kadını aile içinde yalnızlaştıran sistem ile hep kurtarılmayı beklediğimiz beyaz atlı prens arasında bir fark yoktur. Çünkü bizi yalnızlaştıran, aile kalıbı içinde sıkıştıran zihniyet ile prensin bizi kurtarma beklentisini yaratan zihniyet aynıdır ve birbirinin devamcısıdır.
Aynı gaye aynı senaryo
Patriarkal sistem kadınları sömürüsü üzerinden kendini var ederken, gelişen koşullarda güçlü bir ittifak aracı bulmuştur. Gelelim bu güçlü(!) ittifaka, kapitalizme… Amaçları için her yolu mubah gören kapitalizm patirarkal hegemonyadan aldığı güçle kadını metalaştırır. Gördüğümüz bütün pırlanta reklamlarında hemen hemen aynı bayat senaryo vardır. Adem ile Havva’nın bitmeyen aşkı ve bunu taçlandıran bir pırlanta. Evlenme tekliflerinde pırlanta şarttır, nişanlarda, bilhassa da düğünlerde! Pırlantanın karatı giderek büyür, onunla birlikte fiyatı da. Bu senaryoda toplumsal cinsiyet rolleri pekiştirilir, evlenmeye-diğer bir deyiş ile “yuva kurmaya” özendirilir. Sevgi gösterisinin ve pırlanta takmanın tek zorunluluğu bir kadınla bir erkek ilişkisidir. Başka ne olacaktı ki bir kadının bir kadını sevmesi mi veyahut tam tersi?
“Özel günler” patriarkal kapitalist sistem için kutsaldır ve bu günlerde asla kalıbına dışına çıkılmaz. Bu günler dışında pekala kapitalist sistemin reklam yüzlerinde az da olsa LGBTİ+ bireylerin varlığına dair metalar bulunur. Ve kadının kadını sevebileceğini kar amacı doğrultusunda mübah kılar.
Hakikati örtmenin politikası…
Biz kadınlar eğer bir günü özelleştireceksek bunu patriarkal-kapitalist sistemin yarattığı koşullar çerçevesinde özelleştirmeyiz. Bizim “özel günümüz” özgürleşmeye ve bu sistemi yıkmak için attığımız her adımın anındadır. Sistemin “sevgi” adı altında yaptığı her bir politika hakikati örtme üzerine kuruludur. Bir zamanlar kadının yetiştirdiği ve şifa dağıttığı çiçekler ile şimdilerle bizi katletmek için uzattıkları çiçekler var olan hakikati çarpıtmanın göstergesidir. Sevgi’nin hakikat ile ayrılmaz bir bağı olduğunu bildiğimiz gibi “sevgi” yaftasıyla ne kadınlar üzerinde tahakküm kurmalarına izin veririz ne hakikati çarpıtıp sistemin çarkına su taşımaya.
14 Şubat “Sevgililer” Gününüze …