'İmralı'daki tecrit ve hukuksuzluk genişleyip Türkiye'ye yansıyacak'

  • 09:01 5 Mayıs 2018
  • Güncel
ŞIRNAK - PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve hukuksuzluğa karşı başta barolar ve insan hakları kurumlarının tepki göstermesi gerektiğini belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatı Newroz Uysal, İmralı'daki hukuksuzluğun tıpkı OHAL'in ortaya çıkması gibi Türkiye'deki diğer uygulamalara da yansıyacağını vurguladı. 
 
Türkiye'deki sorunların çözüm adresi olarak gösterilmesine rağmen ağır bir tecridin uygulandığı PKK Lideri Abdullah Öcalan, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen özel bir hukukla karşı karşıya. İmralı Adası’na en son 2016 Eylül ayında kardeşi Mehmet Öcalan gidebilmişti.  O tarihten bu yana kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan'ın tecrit koşullarını değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Newroz Uysal,  Jinnews'in sorularını yanıtladı.
 
* PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit tam olarak ne zamandan beri devam ediyor? Avukatlar ve aileler ne kadar zamandır görüşme gerçekleştiremiyor?
 
Sayın Öcalan'ın İmralı'daki tecrit sürecindeki en önemli kriterlerinden bir tanesi dış dünyayla iletişim. Bunun da en büyük ayağı ve var olan izolasyonu ve tecridi kıran tabi ki yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler. Bu görüşmeler ailesinin, avukatının gerçekleştirdiği ki bu son süreçte gördüğümüz üzere siyasi heyetlerin yaptığı görüşmelerdi. Avukatları olarak 27 Temmuz 2011'den bu yana yani 8 yıldır hiçbir temasımız olmadı. Ailesi Eylül 2016'dan bu yana görüşme gerçekleştirmedi. Heyetlerin 5 Nisan 2015'teki son görüşmelerinden bu yana hiçbir şekilde bir etkileşimi söz konusu olmadı. Bu tarihler hem Sayın Abdullah Öcalan için hem de yanındaki diğer 3 tutsak için geçerli.
 
* İmralı Cezaevi'nin koşullarına dair son bilgiler neler?
 
Avukatları olarak bu 8 yıllık süreçte görüşme imkânımız olmadığı için, bizlerin ifade etmiş olduğu kimi koşullar ve açıklamaya çalıştığımız durumlar daha önce bizzat tanık olduklarımızdı.  Sayın Öcalan'ın üzerindeki tecrit durumunu sürdürmeye dönük koşullar. Herhangi bir görüşme gerçekleştiremediğimiz için gazete, dergi, kitap alımı üzerindeki reel durumu bilmiyoruz. Ama biz avukatları olarak, ulaştırılması için savcılığa teslim etme sürecini devam ettiriyoruz. Yine mektup alıp vermeme süreci ki mektup alıp verme her zaman hukuksuz bir şekilde ya engellendi ya kısıtlandı ya da verilmedi. Ancak Temmuz 2016'dan itibaren hiçbir şekilde ne bir mektup alma ne de bir mektup vermenin olmadığını en azından var olan infaz hâkimliği kararından dolayı biliyoruz. Diğer fiziki koşulları bakımından bizlerin reel olarak söyleyebileceğimiz bir şey söz konusu değil. Olağandışı bir koşulun bir yer değiştirmenin olup olmadığına dair bir şey bilmiyoruz ancak CPT'nin yapmış olduğu ziyarette ortaya koymuş olduğu koşullar üzerinden değerlendirirsek var olan fiziki koşullarında çok bir değişiklik yok.
 
* İmralı'da Abdullah Öcalan ile birlikte kalan diğer tutsakların durumu nedir?
 
İmralı her zaman bir siyasi arena olmuştur. İmralı, küresel anlamda da siyasi bir ideolojik arena, Türkiye açısından da ulusal bir siyasi arena gibidir. Hukuksuzluğun boyutunu en iyi ispatlayan şeylerden bir tanesi de yanına gelen diğer tutsakların maruz kaldığı tecrit. 2015 tarihinde orada bulunan 5 tutsak vardı. Ancak 2015 Aralık ayında korsan bir şekilde 2 tutsağın çıkarılmasının ardından 3 tutsak kaldı. Bunların aynı şekilde müebbet cezasına mahkûm edilmeleri, bulundukları F Tipi cezaevlerinden İmralı'ya nakledilmeleri sürecinden sonra Sayın Abdullah Öcalan'ın maruz kaldığı tecridin aynısı kendilerine uygulandı. Biz buna AİHM başvurumuzda da tanımladığımız gibi 'toplu tecrit süreci' diyoruz. Aslında Sayın Abdullah Öcalan şahsında çıkıp diğer yanındaki tutsaklarla beraber genelleşen bir tecrit hali var.
 
Her 3 tutsağında aynı şekilde aileleriyle görüşememe, mektup yazamama, faks gönderememe yine telefon hakkını İmralı'ya götürüldükten sonra hiçbir şekilde kullandırmama, aynı şekilde fiziki gerekçelerle, hukuksuzluklarla aslında birçok imkânın ve hukuki hakkının kısıtlandığı aşikâr. Bu bile aslında çoğu zaman söylediğimiz gibi İmralı'nın ne kadar hukuksuz bir düzen içerisinde, bir tecritle yürütüldüğünün bir göstergesi.
 
* Abdullah Öcalan'ın dışarı ile iletişimini sağlayan görsel işitsel ihtiyaçları karşılanıyor mu? Son olarak radyosunun da alındığı yönünde bir bilgi paylaşıldı?
 
Türkiye devletini ve uluslararası kurumları bir hukuk zeminine çekmeye çalışsak da Ortadoğu üzerindeki kimi uluslararası çıkarlar doğrultusunda, çoğu zaman da siyasi arena olarak görüldüğü için hukuk da bu şekilde devşirildi. İmralı'ya özel ya yeni bir hukuk yaratıldı ya da var olan hukuk ayaklar altına alındı. Buna dair yaptığımız itirazlar ise reddedildi. Aynı şekilde hukukun kendisinin açık beyanı olmasına rağmen Sayın Abdullah Öcalan şahsında mahkeme kararlarında açık açık ayrımcılık gerçekleştirildi. O nedenle var olan fiziki, psikolojik, sağlık, kendi güvenliği konusundaki koşulların hepsi maalesef Kürt sorunu konusunda yaşanan gelişmelere, uluslararası boyutta dünya sistemindeki değişikliklerle paralel bir şekilde yürüdü. 
Yani şu an Sayın Abdullah Öcalan'ın üzerindeki tecridin okuması, dünyanın açık bir savaş haline getirilmesi, Türkiye devletinin Kürt sorununa karşı olan politikalarının nasıl sertleştiğiyle birlikte yapılmalı. 
 
Şu an Kürt sorunu Türkiye dışında uluslararası bir sorun ve Ortadoğu'da Rojava ile beraber bambaşka bir düzeye ulaştığı hepimizin bildiği bir konu. Efrîn ile beraber tamamıyla Türkiye'ye göz yuman bir Amerika ama yine aynı şekilde Ortadoğu'da söz sahibi olmaya çalışan bir Rusya gerçekliği söz konusu. Türkiye'nin Efrîn saldırısına uluslararası anlamda ses getiren ya da bunu mahkûm eden ciddi, gerçek bir ses çıkmadı. Bu süreçte Sayın Abdullah Öcalan ile kimi heyetlerin görüştüğü, bu görüşmede ortaya konulan talepleri reddettiği üzerinden kimi siyasi aktörlerin de açıklaması oldu ve radyosu ile televizyonunun alındığına dair kimi haberler basına düştü. Ancak biz avukatları olarak bunu teyit edebilecek maalesef hiçbir görüşme yapamadık. Yani bunun muhatabı olan cezaevi müdürünün ya da savcısının bize verdikleri açık bir cevap yok.
 
* CPT 28-29 Nisan 2016 tarihleri arasında İmralı'yı ziyaret etmiş, kamuoyu, avukatlar ve ailelerin tüm girişimlerine rağmen raporunu kamuoyuyla paylaşmamıştı. Geçtiğimiz ay açıkladığı raporda ise "fiziksel tutukluluk koşullarının gözle görülür şekilde iyileştiği" iddiasında bulundu. Siz bu tespite katılıyor musunuz?
 
CPT'nin kurumsal olarak 28-29 Nisan İmralı'ya yaptığı ziyaretin raporunu geçen Mart ayında açıkladı. Bu raporda olumlu sayılabilecek birkaç tespit dışında aslında yazılan şartlar, cezaevi koşulları, tutsakların birbirleriyle iletişimleri, kişilerin dışarıyla iletişimi, sağlık koşullarının tümü 2016 süreci öncesine denk gelen bir rapordu. Bu nedenle tecridin ağırlaştığı sürece denk düşmeyen, güncelliğini yitirmiş biraz da politik tutuma alet olmuş bir rapor olarak ifade edebiliriz. Çünkü 2 yıllık bir sürecin sonucunda 20 Mart'ta tam da Türkiye'nin Efrîn saldırıları esnasında CPT'nin açıkladığı bir rapor. Bunun tamamen rastlantı olduğunu ne bizler ne de kamuoyu düşünür. Orada yer alan birçok tespitin güncelliğini yitirmiş olması dışında CPT'nin daha önce 2013'te yapmış olduğu ziyaretin 3 yıllık raporu. O da bildiğimiz gibi çözüm sürecinin olduğu bir dönem.
 
Bu raporun yazıldığı tarihten sonra Türkiye'de çok ciddi siyasi gelişmeler yaşanırken, tecridin derinleşmesi konusunda mahkeme kararı alındı ve OHAL girişiminden sonra birçok spekülatif haber yansıdı. Buna rağmen CPT gelmeyi reddetti. Raporda fiziki koşullarında bariz bir iyileşme cümlesinin yanında bir kişinin 168 saatinin 159 saatini tek bir hücrede geçirdiği tespitini de yapıyor. Yine aynı şekilde ağırlaşmış müebbet hapis cezasının diğer cezaevlerinden farklı olarak İmralı'da uygulandığı tespitini yapıyor. Bu tarz reddedilemeyecek gerçeklik dışında şu anki mevcut 3 yıllık geçmişin gerçekliğini yansıtmadığı için bu raporun geçerliliği bizim açımızdan tartışılır.
 
* Yine CPT tarafından yapılan açıklama sizce kamuoyunu ikna etti mi? Özellikle Efrîn saldırılarının sürdüğü bir süreçte yapılan bu açıklama neye işaret ediyor?
 
CPT Avrupa Konseyi'ne bağlı bir kurum olarak çalışıyor ve cezaevleri üzerinden hazırladıkları raporları açıklanmasıyla işleyen bir prosedür var. Bu raporun kamuoyuyla paylaşılmaması Türkiye’nin isteği üzerine gerçekleşen bir şeydi. Yine kamuoyuyla paylaşması da Türkiye’nin isteğiyle yapıldı. Bu da İmralı'nın aslında uluslararası arenada ne kadar etkili olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ortadoğu'da çok ciddi bir savaş hali var. Uluslararası dengeleri değiştiren bir süreç gerçekleşiyor ve bu süreçte Kürtlerin ciddi bir harekete geçme, belirleyici rolü söz konusu. Bugüne kadar İmralı tecridini yürüten NATO'nun elinin yine aynı şekilde bu raporlara ya da bu kurumlara da yansıdığını görüyoruz. Çünkü İmralı Adası hiçbir zaman Türkiye hukukunun tek başına işlediği bir yer olmadı. Burada Sayın Abdullah Öcalan'ın 'Ben NATO'nun rehinesiyim, ben uluslararası güçlerin rehinesiyim' belirlemesi bir diğer göstergesi.
 
Bir yandan Efrîn operasyonu gerçekleşiyor diğer yandan CPT iki yıl sonra raporunu İmralı'da yaşanan hukuki sürece güzellemeler yaparak, çok farklı bir şekilde ele alarak yansıtıyor. Ama aynı zamanda bir heyetin gittiği söz konusu ediliyor. Bu gelişmelerin hepsi uluslararası güçlerin ve Türkiye'nin bir nedenle İmralı'ya gitmek zorunda kaldığının göstergesidir. Kürtlerin özellikle Avrupa'da yapmış olduğu kimi eylemlerin baskısını da azaltma girişimiyle bu rapor açıklandı. Raporun açıklandığı süreci de göz önüne alırsak herhangi bir kaygı ve amaç gütmeden CPT tam da Türkiye'nin istediği tarihte ve şekilde raporu açıkladı.
 
* Avukatların tecrit koşullarının ortadan kaldırılması için yeni bir girişimi oldu mu, olacak mı?
 
Hukuk alanında uluslararası ve ulusal yaptığımız birçok girişim var. Haftalık görüşme başvurularımıza infaz hâkimliğinin ret kararına hem itirazımızı yaptık, hem de ona rağmen aile ve avukat görüşlerini tekrarlamaya devam ediyoruz. Bu konuda cezaevi savcısı ya da müdürüyle görüşmek ve doğrudan bilgi alma konusunda girişimlerimiz de oluyor. İmralı'yla OHAL süreci boyunca iletişimin yasaklandığına dair alınmış olan Bursa İnfaz Hâkimliği kararını Anayasa Mahkemesi’ne götürdük. Yine benzer şekilde AİHM'e yaptığımız başvurularımız sürmeye devam ediyor. Bunun yanında CPT'de bilgilendirmelerimizi yapma sürecimiz devam ediyor. Öte yandan kamuoyuna dair yaşanan hukuksuzluğun hukukiliğini tartışan çalışmalar yapıyoruz.
 
* Son olarak kamuoyuna, hukukçulara bir çağrınız var mı?
 
Tıpkı 1999'daki uygulamalar gibi bu yaşanan hukuksuzluk Türkiye'deki uygulamalara belli bir süreden sonra yansımaya başlayacaktır. Bu noktada hukukçularla beraber baroların, insan hakları kurumların ve kimi hukuk kurumlarının tecride salt hukukçuluk adı altında bile olsa ses çıkarması gerekiyor. Bu tek başına İmralı ya da Sayın Abdullah Öcalan sorunu değil. Nasıl ki siyasi anlamda Sayın Abdullah Öcalan'ın konumunun artık Türkiye'yi, Ortadoğu'yu, dünyayı etkileyen bir konumu varsa hukuki anlamda da benzer bir etkileşimle karşı karşıyayız. Başta barolar olmak üzere hukuksuzluğa karşı bir direnç gösterilmesi gerekiyor.
 
Örneğin şuan birçok avukat ses kaydının dinlenmesine dönük birçok hukuki başvuru yapılıyor. Mektupların alınıp verilmemesine dönük İstanbul Barosu'nun veya birçok baronun insan haklarına aykırı olduğu, bir işkence olduğuna dair birçok tespitleri ve başvuruları var. Ancak bunun uygulama yeri İmralı olduğunda değişen bir hukuk mecrasıyla karşı karşıyayız. Hukuk kurumlarının daha duyarlı olması, İmralı tecridinin yaygınlaşmasına dönük daha net bir tespit yapması gerekiyor. Çünkü bu tespit eksik kaldığı sürece şuan OHAL uygulamalarının da ortaya çıkış kaynağındaki uygulamaları okuma şeklinde eksiklik yaratıyor. Hukukçuların bu noktayı daha ciddi ele alması gerektiği aşikâr. Bu nedenle tüm kesimler tecridi daha çok gündemine almalı. Türkiye'nin yaratmak istediği algıya karşı Kürt sorununa yapacağı her bir katkı aynı zamanda tecridin kaldırılması konusundaki bir kararlılığın göstergesi olacak.