
Toplumsal sistemin inşası (8)
- 09:01 12 Ağustos 2025
- Dosya
Komünal yaşamın direnişçi izleri
Leyla Ayaz
HABER MERKEZİ - Mezopotamya'dan Paris'e, Sovyetlerden Venezuela'ya kadar pek çok coğrafyada yaşanan komünal deneyimler, toplumsal adalet ve katılımcı yaşam arayışının tarihsel izlerini gün yüzüne çıkarıyor.
Tarihsel olarak toplulukların egemen yapılara karşı geliştirdiği alternatif yaşam biçimleri, bugün de eşitlikçi bir toplum özlemi duyan kesimler için önemli bir referans noktası olmayı sürdürüyor. Komünler, insanlık tarihinde eşitlik, özgürlük, ortak mülkiyet ve kolektif dayanışma ilkeleriyle örülü alternatif bir yaşam idealinin somutlaşmış hâlidir. Egemen iktidar biçimlerine karşı geliştirilen bu modeller, yalnızca bir direniş pratiği değil, aynı zamanda yeni bir toplumsallık arayışının izlerini de taşır.
Dosyamızın bu bölümünde, komünal yaşam biçimlerinin tarihsel köklerine birlikte bakıyoruz.
İlk Komünal Topluluklar
Tarihsel antropoloji ve arkeolojik veriler, Mezopotamya'nın komünal yaşamın beşiği olduğunu gösteriyor. MÖ 10.000 – MÖ 3000 döneminde, Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alan Mezopotamya, tarımın, hayvancılığın ve yerleşik hayatın başladığı ilk bölgelerden biri olarak tarihte önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde toplumlar, mülkiyet kavramının henüz gelişmediği bir yapıdadır. Toprak, üretim araçları ve ürünler kolektif olarak paylaşılırken, yaşam biçimi komünal temellere dayanır.

Toplumsal cinsiyet çalışmalarında da öne çıkan araştırmalar, kadınların bu dönemin temel aktörlerinden olduğunu gösterir. Komünal toplumlarda kadınlar, üretim ve yönetim faaliyetlerinde merkezi bir rol üstlenir. Tarım, hayvancılık, tohum saklama ve gıda işleme gibi temel üretim süreçlerinde kadınlar öncü pozisyondadırlar. Bu dönemdeki yaşam pratiği yalnızca birlikte üretmeyi değil, birbirleri için üretmeyi esas alır. Kadın emeği, gıda üretimi ve dağıtımının yanı sıra sağlık, eğitim, çocuk bakımı, el sanatları ve kültürel faaliyetlerde de temel bir işlev görür. Bu katkılar sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal üretimi de kapsar.
Komünlerin karar alma yapıları üzerine yapılan tarihsel analizler, eşitlikçi pratiklerin izlerini sunar. Komünlerde karar alma süreçleri kolektif biçimde yürütülürken, kadınlar meclislerde, konseylerde ve topluluk toplantılarında eşit söz hakkına sahiptir. Bu temsil yetkisi, kadının sadece katılımcı değil, aynı zamanda toplumsal süreklilik ve meşruiyetin taşıyıcısı olduğu anlamına gelir.
Zerdüştilik ve komünal yaşam
İnanç sistemlerinin toplumsal yapılar üzerindeki etkisini anlamak açısından Zerdüştilik, özgün bir örnek sunar. Zerdüştilik, yaklaşık MÖ 1500–1000'lerde İran coğrafyasında ortaya çıkan ve bireyin ahlaki seçimleri üzerine kurulu kadim bir öğretidir. İyilik (Aşa) ve kötülük (Druj) arasındaki evrensel mücadeleyi açıklayan bu düşünce, bireyin doğru yaşamı seçerek toplumsal dengeyi korumasını esas alır. Ahura Mazda’nın rehberliğinde her birey, kendi etik iradesiyle iyilik tarafında yer alabilir ve böylece hem bireysel hem kolektif huzuru temin edebilir.
Zerdüştiliğin ilk dönemlerinde doğaya ve topluluk ahlakına dayalı bir düzen öne çıkar. Bu ilk evrede doğaya saygı ve topluluk içindeki sorumluluk duygusu ön plandadır. Ateş, su, hava ve toprak gibi doğal unsurlar kutsal kabul edilir; çalışmak, yardım etmek ve paylaşmak gibi erdemler sosyal uyumun ve kolektif yaşantının temel taşları sayılır. Bu yönleriyle Zerdüştilik, erken dönem komünal yaşam biçimleriyle örtüşen bir etik sistem sunar.
Zamanla bu etik ve eşitlikçi yapı, siyasal çıkarlar doğrultusunda dönüştürülür. Ancak bu halkçı ve ahlaki yönelim, Sasani İmparatorluğu döneminde büyük bir dönüşüme uğrar. MS 3. yüzyıldan itibaren Zerdüştilik, devletin resmi dini olarak ilan edilir ve rahip sınıfı (Magi), siyasal iktidarın ortağı hâline gelir. Toplumsal kaynakların eşit paylaşımına dayalı komünal değerler yerini ayrıcalıklara, hiyerarşilere ve mülkiyetin kutsanmasına bırakır. Dinî dogmalar, toplumsal eşitsizlikleri doğal ve tanrısal bir düzenin parçası gibi sunarak komünal yapıyı tahrip eder.
Komünal yaşama bir yol: Maniheizm
Felsefi ve dinsel sistemlerin komünal yaşama etkisi bağlamında Maniheizm dikkat çekici bir örnektir. Mani, MS 3. yüzyılda Sasani İmparatorluğu topraklarında ortaya çıkan, hem bireysel özgürlüğü hem de kolektif yaşamı merkeze alan evrensel bir öğreti kurar. Maniheist topluluklar, mülkiyetin ve üretimin ortaklaştırıldığı, et yememe ve şiddet karşıtlığı gibi uygulamaların benimsendiği komünal bir yaşam biçimi oluştururlar. Kadınların ruhsal seçkin sınıfa dahil edilebilmesi, evlilik ve mülk edinme yasakları ile cinsiyet eşitliğine yakın bir tutum sergilenir.
Maniheist öğretinin yayılımı, farklı coğrafyalarda komünal yaşam biçimlerinin gelişmesine katkı sağlar. Öğreti, Uygur Kağanlığı’ndan Bizans ve Avrupa’daki Bogomiller ile Katarlar’a kadar farklı coğrafyalarda etkili olur; sanat, üretim ve barış temelli alternatif toplum modelleri geliştirilir. Mani, farklı inanç sistemlerini birleştiren, bireysel özgürlüğü kutsayan ve kolektif yaşamı etik temelde yücelten bir öğretinin mimarıdır. Öğretileri, sadece bir din değil, çağlar boyunca komünal yaşam düşüncesine ilham veren çok yönlü bir dünya görüşü sunar.
Ortadoğu’da komünal yaşamın direnişçi mirası
Tarih boyunca Ortadoğu’da ortaya çıkan komünal düşünce akımları, yalnızca toplumsal eşitlik arayışıyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda kadın özgürlüğü temelli direniş biçimlerine de dönüşür.
Mazdekizm: Toplumsal adaletin öncü isyanı
Mazdekizm, 5. yüzyılda Sasani İmparatorluğu döneminde ortaya çıkan, özel mülkiyeti reddeden ve eşitlikçi, kolektif yaşamı savunan devrimci bir düşünce sistemidir. Kurucusu Mazdek, servet birikimi ve bireysel mülkiyeti toplumsal eşitsizliğin kaynağı olarak görür; tüm mal ve kaynakların halkın ortak kullanımına açılmasını önerir. Kadınları da bu yaşam biçiminin eşit ve aktif bireyleri olarak tanımlayarak, dönemin ataerkil düzenine karşı radikal bir duruş sergiler.
Mazdek, Zerdüştiliğin ahlaki özünü yeniden yorumlayarak özel mülkiyeti reddeder ve eşitlik, ortak yaşam, halk iradesi gibi ilkeleri savunur. Böylece Zerdüştilik’in kolektif etik temeli, Mazdekizm aracılığıyla siyasal bir direnişe evrilir ve Ortadoğu’nun komünal tarihsel belleğine önemli bir katkı sunar. Barışçıl direniş, şiddet karşıtlığı ve halkın kolektif karar alma süreçlerine katılım, öğretinin temel ilkeleri arasında yer alır. Mazdek’in düşünceleri, bir dönem Sasani hükümdarı I. Kavad tarafından desteklense de, aristokrasi ve din adamlarının tepkisiyle hareket bastırılır; Mazdek ve çok sayıda takipçisi öldürülür.
Hürremizm: Eşitlik ve Kadın Özgürlüğü Perspektifi
Mazdekizm'in ardından gelişen Hürremizm, kadın özgürlüğünü merkezine alan bir direniş felsefesi olarak şekillenir. Hürremizm, 5’inci yüzyıl İran'ında ortaya çıkan eşitlikçi düşünce hareketi Mazdekizm'in bir devamı olarak gelişir; Mazdek’in ölümünden sonra, onun toplumsal eşitlik ve ortak yaşam ilkelerini yayma görevini eşi Hürrem üstlenir. Böylece tarihin ataerkil yapısına karşı hem düşünsel hem de toplumsal bir başkaldırı ortaya konur.
Mazdekizm, özel mülkiyete karşı çıkarak, mal ve kaynakların topluluk tarafından ortaklaşa kullanılması gerektiğini savunan bir toplumsal öğretidir. Bu yaklaşımın temelinde sınıfsal ayrımların kaldırılması, dinî ayrıcalıkların reddedilmesi ve üretimin toplumsal fayda amacıyla paylaşılması yer alır. Hürrem, bu fikirleri koruyarak kadın özgürlüğü ve eşitliği perspektifini güçlü biçimde ekler, komünal yaşamın kadın eksenli bir yorumunu geliştirir.
Tarihsel kaynaklar Hürrem hakkında sınırlı bilgi sunsa da, bazı İslam kayıtlarında onun düşünsel mirasını sürdürdüğü belirtilir. Mazdek’in ardından taraftarlarını örgütleyerek direnişi sürdürmesi, Hürrem’in sadece sembolik değil, somut bir tarihsel karakter olduğunu gösterir. Bu durum, kadının direniş içindeki onaylayıcı ve güven verici rolünü vurgular. Hürrem, doğrudan liderlik yerine örgütleyici ve harekete geçiren bir figür olarak halk içinde büyük bir saygı kazanır.
Mazdekizm, Ortadoğu’nun en eski ve en açık komünal hareketlerinden biri olarak, eşitlikçi toplum fikrini hem ekonomik hem de ahlaki temellerde şekillendirir. Onun öğretisi, günümüzde bile eşitlik, özgürlük ve dayanışma üzerine düşünen topluluklar için güçlü bir referans noktası olmayı sürdürür.
Hürremizm’in temel ilkeleri; kadın-erkek eşitliği, sınıfsız toplum yapısı, ortak mülkiyet, dinin iktidar aracı olmaktan çıkarılması ve halkın kolektif örgütlenmesi üzerine kuruludur. Bu değerler, Mezopotamya’nın ana tanrıça geleneğinden beslenen tarihsel kadın bilinciyle örtüşür. Kadının üretim ve toplumsal temsil gücü, Hürremizm’de yalnızca destekleyici değil, yönlendirici bir pozisyonda yeniden tanımlanır.
Komünal direnişin izinden
Zamanla Hürremizm, Babek Hürremi gibi figürler etrafında örgütlenen isyanlara dönüşür ve Abbasi yönetimine karşı komünal direnişin ideolojik altyapısını oluşturur. Bu hareketler, Ortadoğu’da özgürlükçü, eşitlikçi ve ortak yaşam üzerine kurulu toplum tasarımlarının temel tarihsel referansları olarak öne çıkar. Sonuç olarak Hürremizm, yalnızca Mazdekizm’in bir devamı değil; kadın mücadelesiyle yeniden şekillenen, Ortadoğu’nun halk belleğinde yankı bulan özgürlükçü bir felsefedir. Toplumsal eşitlik, özgürlük ve direniş ilkeleri etrafında şekillenen bu sistem, geçmişin mirası olarak günümüz arayışlarına da ışık tutar.
Komünal mirası direnişe dönüştüren isyan: Babek
Babek el-Hürremi, 9. yüzyılda Azerbaycan’da Abbasi yönetimine karşı yürütülen en uzun soluklu ve etkili halk isyanlarından birinin lideridir. Bu hareket, doğrudan Mazdekizm’in komünal mirasını direnişle birleştiren, kadın-erkek eşitliği, ortak mülkiyet, halk iradesi ve dini özgürlük ilkeleri etrafında şekillenen bir halk hareketidir. Babek’in liderliğinde 816 yılında başlayan isyan, 838 yılına kadar 22 yıl boyunca sürer. Köylüler, zanaatkârlar ve ezilen halk kesimleri bu süreçte örgütlenerek geniş tabanlı bir toplumsal başkaldırının parçası olur.
Her ne kadar Babek’in isyanı sonunda bastırılmış olsa da, Babek Hareketi Mazdekizm’in komünal yaşam felsefesini siyasal bir direniş biçimine dönüştürür. Ortadoğu’da halkın eşitlik, özgürlük ve ortak yaşam taleplerini tarihsel bir isyanla görünür kılar; bu yönüyle sadece geçmişin değil, bugünün adalet arayışlarına da ilham vermeyi sürdürür.
Ortadoğu’da komünal yaşamın öncüleri: Karmatiler
9. ve 10. yüzyıllarda İslam coğrafyasında ortaya çıkan Karmatiler, eşitlikçi ve paylaşımcı bir toplum düzeni kurmayı hedefleyen ilerici bir topluluktur. Şiî-İsmailî kökenli bu hareket, özellikle Bahreyn merkezli olarak kurdukları Daru’l-Hicre adlı şehirde komünal yaşamı fiilen hayata geçirir. Bu düzenin en dikkat çekici yönlerinden biri, kadınların toplumsal hayattaki aktif ve eşit konumudur. Karmatilerde kadınlar yalnızca aile içinde değil, kamusal ve siyasal alanlarda da etkin bireyler olarak kabul edilir; karar alma süreçlerine doğrudan katılıp, üst düzey toplantılarda erkeklerle birlikte yer alır ve yönetim mekanizmalarında temsil edilir. Bu durum, dönemin İslam toplumlarıyla kıyaslandığında oldukça ilerici bir yaklaşımı ifade eder. Komünal yaşam anlayışı çerçevesinde özel mülkiyet kaldırılır, tüm mallar ortak bir havuzda toplanır. Kadınlar bu sistemin hem yararlanıcısı hem de düzenleyicisi olup; mal paylaşımı, üretim ve tüketim kararlarında aktif roller üstlenir.
Ayrıca kadınlar için özel okuma meclisleri kurulur, bilimsel ve felsefi tartışmalara katılımları teşvik edilir. Bu yönüyle Karmatiler, kadınların entelektüel gelişimini destekleyen ve kamusal yaşamda güçlenmesini amaçlayan bir yapı inşa eder. Karmatiler, sadece ekonomik ve siyasal eşitliği değil; toplumsal cinsiyet eşitliğini de hedefler. Kadınların aktif katılımı, hareketin ideolojik tutarlılığını güçlendirir ve toplumsal dönüşümünü hızlandırır. Bu eşitlikçi düzenin kurucuları, sürdürücüleri ve dönüştürücüleri arasında kadınlar tarihsel bir rol oynar; Karmatiler komünal yaşamı yalnızca bir ütopya değil, pratik olarak uygulanabilir bir model hâline getirir.
Anadolu’da komünal yaşam
15.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkan Şeyh Bedreddin hareketi, yalnızca bir dini ya da siyasi başkaldırı değil; aynı zamanda eşitlikçi, paylaşımcı ve dayanışmacı bir toplum tahayyülünün güçlü ifadesidir. Bedreddin’e göre mülkiyet, bireysel tahakkümün değil; kolektif yaşamın bir parçası olmalıdır. “Toprak işleyenin, su kullananın” anlayışıyla şekillenen bu düşünce, üretimin herkesin ortak yararına gerçekleşmesini savunur. Toplumsal hiyerarşilere karşı çıkan Bedreddin ve yoldaşları, din, mezhep ve etnisite ayrımına yer vermeyen; kadınların da toplumsal yaşamın eşit öznesi olarak kabul edildiği bir yaşam modeli geliştirir. Bedreddin hareketinin pratik uygulayıcıları olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Anadolu’nun farklı bölgelerinde komünal köyler kurarak bu ideali hayata geçirmeye çalışır. Karaburun ve Manisa çevresinde şekillenen bu deneyimler, ortak üretim, eşit paylaşım ve kardeşlik ilkeleri üzerine inşa edilir. Ne var ki, bu düzen Osmanlı merkezi otoritesi tarafından tehdit olarak görülür ve kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Şeyh Bedreddin hareketi, klasik anlamda bir komün kurmamış olsa da, komünal yaşamın ilkelerini hem düşünsel hem de pratik düzeyde hayata geçirmeye çalışır. Bu yönüyle, Anadolu tarihinde eşitlikçi ve paylaşımcı toplum arayışının en güçlü örneklerinden biridir.
Paris Komünü
Paris Komünü, 18 Mart - 28 Mayıs 1871 tarihleri arasında Fransa’nın başkentinde kurulan, işçi ve emekçilerin yönetimde söz sahibi olduğu tarihi bir yönetim biçimidir. Fransa-Prusya Savaşı'nın ardından Paris halkı, hükümetin teslimiyetçi politikalarına ve
toplumsal eşitsizliklere karşı isyan ederek iktidarı ele geçirir. Komün, kilise ile devletin ayrılması, çocuk işçiliğinin yasaklanması, kadın erkek eşitliği ve ücretsiz eğitimin yaygınlaştırılması gibi birçok sosyal reformu hayata geçirir. Ayrıca, sahipsiz işletmelerin işçiler tarafından devralınmasına izin verilerek üretim ilişkilerinde devrimci bir adım atılır. Ancak 72 gün süren bu yönetim, 21 Mayıs’ta başlayan ve “Kanlı Hafta” olarak anılan süreçte Fransız ordusu tarafından kanlı biçimde bastırılır. Yaklaşık 20 bin Komünar katledilir, binlercesi sürgüne gönderilir.

Tarihe, ezilenlerin kendi kaderini tayin etme mücadelesinin simgesi olarak geçer. Komün’ün yönetim ilkeleri arasında, görev başındaki temsilcilerin halk tarafından geri çağrılabilmesi, kamu görevlilerine işçi maaşına denk ücret verilmesi ve daimi ordunun kaldırılarak halk milislerinin kurulması yer alır. Ayrıca yargıçlar, polis şefleri ve diğer kamu görevlileri seçimle iş başına gelir. Paris Komünü klasik bakanlık sistemi yerine, çeşitli alanlarda faaliyet gösterecek komisyonlar kurar. Çalışma Komisyonu işçi hakları ile ilgilenirken; Eğitim Komisyonu laik ve ücretsiz eğitim politikalarını geliştirir. Güvenlik Komisyonu halk milislerini organize eder, Maliye Komisyonu ise kaynakları yönetir. Komün içindeki ideolojik çeşitlilik de dikkat çekicidir. Blanquistler, Jakobenler, Proudhoncular, sosyal demokratlar ve anarşistler gibi farklı görüşler bu yapının içinde yer alır. Bu çeşitlilik, hem zengin bir fikir paylaşımına ortam sağlar hem de karar alma süreçlerinde zaman zaman zorluklar yaratır. Bu özgün yönetim modeli, halkın doğrudan temsil edildiği, eşitlikçi ve katılımcı bir yapı sunarak ileriki devrimci hareketlere ilham kaynağı olur.
Sovyet Komünü
Sovyet Komünü, 20. yüzyılın başında Rusya’da ortaya çıkan ve işçi, köylü ile askerlerin doğrudan temsil edildiği devrimci halk meclisleriyle şekillenen bir yönetim biçimidir.
Paris Komünü’nden esinlenen bu yapı, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Sovyetler Birliği’nde komün ve meclis sistemi halkların tarihine önemli bir miras olarak geçer. Sovyet kelimesi ‘meclis’ veya ‘konsey’ gibi anlamları içerirken; Sovyetler Birliği ise bu anlamıyla ‘Meclislerin Birliği’ olarak da değerlendirilir.

İlk meclisler 1905 yılında kurulur, 1917 Devrimi ile birlikte Sovyet yani meclisler örgütlenmesini başta Moskova ve Petersburg Sovyetleri olarak geliştirir. İşçi ve asker temsilcilerinin ortak oluşturduğu bu meclislerde sorunlara çözüm yolu aranırken iki alana dönük yürütme komisyonları oluşturulur ve birbirlerinin çalışmalarını denetler. Rusya’nın tüm şehirlerinde Sovyetler oluşturulur. Cephede ise asker Sovyetler yaygınlık kazanır. Ayrıca köylerdeki kooperatifler, öğretmenler ve ziraatçılar aracılığıyla örgütlenme yapılır; ilk köylü Sovyetleri şehirde oluşturulur, ancak kısa sürede köylü Sovyetleri köylerde de yaygınlık kazanarak devrimin önemli organları hâline gelir. Asker Sovyetleri de köylerde tarım komitelerinin kurulmasına yardım eder ve bu gelişmeler neticesinde Luga kentinde işçi-köylü-asker sovyeti kurulur. Sovyet kuruluşları hızla yaygınlık kazanıp devrimci bir rol oynamasaydı Ekim Devrimi mümkün olamazdı.
Zapatista Komünü ve kadınlar
Zapatistalar, Meksika’nın Chiapas bölgesinde yaşayan yerli halkların oluşturduğu, özerk ve eşitlikçi bir toplumsal düzeni savunan devrimci bir harekettir. 1994 yılında NAFTA’nın yürürlüğe girdiği gün başlatılan ayaklanma, sadece bir siyasi protesto değil, aynı zamanda alternatif bir yaşam biçiminin inşasıdır. Hareketin adı, Meksika Devrimi’nin lideri Emiliano Zapata’dan gelir. Onun “Toprak ve Özgürlük” şiarı, Zapatistaların temel ideolojik dayanağıdır.

Zapatistalar, devletten bağımsız özerk bölgeler kurarak kendi yönetim sistemlerini oluştururlar. Bu bölgelerde halk meclisleri aracılığıyla kararlar doğrudan demokrasiyle alınır. Topraklar bireylere değil, topluluğa aittir. Tarım ve üretim, kooperatifler aracılığıyla kolektif olarak yürütülür. Gelir paylaşımı eşitlikçidir; ihtiyaç temelli dağıtım esas alınır. Eğitim ve sağlık hizmetleri devletten bağımsız olarak örgütlenir. Eğitim yerli dillerde verilir; kültürel değerler ve özgürlükçü pedagojiler benimsenir.
Zapatista komünlerinde kadınlar, devrimin taşıyıcı gücü olarak hem toplumsal dönüşümün öznesi hem de sürdürücüsü olurlar. Zapatista kadınları, halk meclislerinde karar alma süreçlerine katılıp, kooperatiflerde üretim yapar ve eğitim alanında aktif görevler üstlenir. Kız çocuklarının eğitime erişimi önceliklendirilip; yerli dillerde ve kültürel değerlere uygun biçimde eğitim verilir. Kadınlar, hem öğretmen hem öğrenci olarak bu sistemin içinde yer alıp, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan ve özgüven kazandıran bir eğitim modeli geliştirir.
Kibbutzlar ve kolektif mülkiyet
Kibbutzlar, 20. yüzyılın başlarında Filistin topraklarında Yahudi göçmenler tarafından kurulan ve ortak yaşam, eşitlik ve dayanışma ilkelerine dayanan yerleşim birimleridir. “Kibbutz” kelimesi İbranice’de “topluluk” anlamına gelir ve bu yapı, İsrail’in sosyalist karakterli öncü organizasyonlarından biri olarak ortaya çıkar. Kibbutzlarda yaşam; ortaklık, dayanışma, paylaşım ve eşitlik üzerine tesis edilir. Yeme-içme, temizlik, çocuk bakımı gibi konularda oluşturulan ortak yaşam alanlarından Kibbutz’un tüm üyeleri eşit biçimde yararlanırlar.
Bu işler, aile ortamından çıkarılarak kadınların ve erkeklerin kolektif olarak gerçekleştirdikleri faaliyetler olarak düzenlenir. Çocukların bakımı, eğitimi ve yetiştirilmesi kolektiftir. Kibbutzlarda 12 yıllık kesintisiz eğitim mecburidir. Tüm ekonomik faaliyetler, ortaklaşa ve Kibbutz kolektivizmi içinde gerçekleşir. Tüm yapılar ve üretim araçları Kibbutz’un kolektif mülkiyetindedir. Barınma, beslenme, sağlık, eğitim, giyecek gibi temel konularda herkes eşit düzeyde faydalanır.

Kadınlar bu yapılarda erkeklerle eşit haklara sahip olup, üretimden yönetim süreçlerine kadar her alanda aktif rol üstlenir. Zamanla kibbutzlar sadece tarımsal değil, sanayi ve teknoloji alanlarına da yönelir. Bazı kibbutzlar savunma sanayi gibi stratejik sektörlerde üretim yaparak İsrail ekonomisinde önemli bir yer edinir. Ancak 1980’li yıllardan itibaren yaşanan neoliberal dönüşüm, kibbutzların geleneksel yapısını etkileyip; birçok kibbutz özelleşmeye gider ve bireysel yaşam biçimlerine yönelir. Bu değişim, topluluk içindeki eşitlik anlayışının kısmen çözülmesine neden olur. Bununla birlikte İsrail kapitalizmine de çok büyük katkı sağlar; son on yıllarda hızla kapitalistik şirket olma yoluna girerler.
Kibbutzlar komünal yaşamı yaratıp ve uzun süre sürdürebilir. Her ne kadar zamanla bazı ilkeler gevşemiş olsa da, kibbutzlar hâlâ kolektif yaşamın uygulanabilirliğini gösteren canlı örneklerdir. Sosyalizm, dayanışma ve eşitlik ilkeleriyle şekillenen bu topluluklar, hem tarihsel hem de sosyolojik açıdan oldukça özgün bir deneyim sunar.
Venezuela komünleri
Venezuela komünleri, 21. yüzyıl sosyalizmi anlayışıyla şekillenen, halkın doğrudan katılımına dayalı özyönetim yapılarıdır. Bu toplumsal model, özellikle eski devlet başkanı Hugo Chávez’in öncülüğünde geliştirilen “komünal devlet” projesiyle kurumsallaşır.
Hugo Chávez’in siyasi vizyonu; klasik devlet mekanizmalarının ötesine geçen, halkın kendi yaşamsal alanlarında kolektif biçimde örgütlendiği ve yönettiği bir sistem öngörür. Komünal meclisler aracılığıyla yerel kararlar alınıp; kooperatifler üretim sürecini kolektif olarak yürütür. Bazı bölgelerde silahlı kolektifler oluşturularak güvenlik ve özsavunma sağlanır. Zamanla devlet kurumlarıyla gerilimler yaşansa da komünler, Venezuela halkının siyasi ve ekonomik özerklik arayışının en somut örnekleri olur.

Venezuela komünleri, sosyal adalet, katılımcı demokrasi ve kolektif üretim ilkelerini hayata geçirmeye çalışan bir model olarak, sadece Venezuela’da değil, tüm dünyada yerel halk örgütlenmesinin ve alternatif yaşam biçimlerinin ilham verici bir örneği hâline gelir. Komünlerde, bireyin topluma karşı sorumluluğu vardır; topluluk, bireyin gelişim alanıdır. Özel mülkiyet sınırlandırılır ya da reddedilir; paylaşım ve kolektif üretim esastır. Eğitim, hem bireyin hem toplumun dönüşümü için temel araçtır. Kadınlar eşit ve etkin roller üstlenir; cinsiyet eşitliği gözetilir. Yerel örgütlenme ve doğrudan demokrasi, merkezi yönetim yapılarının alternatifi olarak görülür. Komünal düşünce, geçmişten bugüne eşitlik arayışının, dayanışmanın ve özgür toplulukların ortak paydası olmayı sürdürür.
Yarın: Komün temelli toplumun inşası