‘Toplum barış fikrine hazır’
- 15:21 28 Eylül 2019
- Güncel
İZMİR- Barış Vakfının ikinci kez gerçekleştirdiği “Barış Açısını Savunmak ve STK’ları Güçlendirme/Geliştirme” toplantısında bir araya gelen STK temsilcileri ve akademisyenler barış hakkının daha fazla dillendirilmesi için STK’lerin önemine dikkat çekti.
Barış Vakfı öncülüğünde, “Barış Açısını Savunmak ve STK’ları Güçlendirme/Geliştirme” projesi kapsamında STK temsilcileri ve akademisyenler İzmir’de bulunan Kaya Otel’de düzenlenen toplantıda bir araya geldi. Çatışma çözümü üzerine çalışan 40’a yakın sivil toplum kurumu temsilcisi, akademisyen ve aktivistin katıldığı toplantı, Dr. Zeki Gül’ün moderatörlüğünde Doç.Dr. Esra Elmas’ın “Çatışma çözümünde STK’ların çalışma alanları”, Dr. Kıvılcım Turanlı’nın “Barış hakkının ulusal ve uluslararası hukukta yeri” ve Fatma Bostan Ünsal'ın da “Barış dili ve yeni çalışma yöntemleri” konularında sunumlarıyla gerçekleşti.
Toplantının açılış konuşmasını Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz yaptı.
‘Toplum barışa hazır’
Hakan, ikincil önceliğe sahip olduğu öne sürülerek ötelenmesine rağmen 25 yıl sonra yine gelinen noktanın Kürt sorunu olduğunu vurguladı. Faili meçhul cinayetlerin yaşandığı 1990’lı yıllardan daha ileri bir noktada olunduğu bir süreç yaşandığı iddiasına karşı faili meçhul cinayetleri gerçekleştirenleri aklayan bir yargının söz konusu olduğuna işaret etti. Hakan, barışın ve yeniden müzakerelerin başlamasının gerekliliği üzerinde durarak, toplumun barış fikrine hazır olduğunu kaydetti.
‘Sivil toplum için imkanlar oldukça fazla’
“Çatışma çözümünde STK’ların çalışma alanları” başlığı ile sunum yapan Doç.Dr. Esra Elmas ise, 5 yıl önce yaşanan çözüm sürecinde çok kısada çözüm bulunabileceği hatasının yaşandığını belirterek meselenin çözümü için yapılan girişimlerin başarılı olamamasına rağmen başbakanlık düzeyinde sorun tanınmasının ve barış fikrinin kamulaşmasının bir kazanım olduğunu dile getirdi. Yapılan anketlerde bile en milliyetçi kesimlerin sorunun müzakere ile çözüleceğine inandığını belirten Esra, “Aslında son çözüm süreci ile Kürt sorununu öğrendik. Bu da kamusallaştı, çok büyük bir avantaj. Sivil toplumun en önemli yanı devlet sivil toplumdan daha hazırlıklıydı. Çözüm sürecinin bitiminden sonra geçen süre içinde sivil toplum çok daha fazla çalıştı zorluklara rağmen. Önümüzde çok daha fazla imkanlar oldu. Var olana az da olsa tutunmak gerekiyor. Umutsuzluk için zaten yeterince konu var” dedi.
‘STK’ler toplumun her kesimi ile buluşmalı’
Türkiye’de sivil toplum örgütlenmelerinin devlet eliyle kurulduğu dolayısıyla siyasetin yapısal alanının sivil topluma yansıdığını belirten Esra, STK’lerin sadece duyarlı alanları ile çalışma yaparken diğer kesimlere dokunmadığını ifade etti. STK’lerin ne amaçla kurulduklarını beyan etmelerinin daha güvenilir olmalarını sağlayacağına işaret eden Esra, “Türkiye’de STK sol kesimin doğal bir alanı gibi görülüyor. Ama bence bu bir dezavantaj. Toplumun büyük bir kısmı Müslüman diyor kendine. Oysa biz böyle bir topluma konuşuyoruz. Bu STK’lerin ne kadarı toplumu temsil ediyor? Bizi anlayabilecek insanlarla toplanıp ağlaşıp evlere dağılıyoruz. Oysa bizi anlamayan insanlarla toplanmalıyız. Türkiye’de herkes Türkiye’yi çok konuşuyor ve kendi alanını yeniden belirlemek için konuşuyor” sözlerini kullandı.
‘Türklük siyasi bir kimliktir’
Barışı isteyen insanların çok olmasına rağmen kendilerini az sandığını dile getiren Esra bunun karşı tarafın dilini dinlememek ve kendi diline çevirmemekten, kaynaklandığını belirtti. Çok fazla siyasi dille konuşulduğunu, barıştan yana bir dil kullanmak gerektiğini dile getiren Esra, “Dilinizi, söyleminizi çok iyi çalışmanız gerekiyor. Bu neden gerekli? Bu işin doğası gereği yöntemimizi düşünmeliyiz. Çok aktörlü çok disiplinli alan. O kadar çok Kürt diyoruz ki, peki ya Türkler? Bu ülkede göçmenlerin oluşturduğu travmatik toplumların oluşturduğu ülke. Türklük aslında siyasi bir kimlik. Ne mutlu Türküm derken milliyetlerimizi de biliyoruz. Laz’ız, Çerkez’iz ve Türkler barış istiyor diyebilmek gerekir. STK’lerin çalıştığı alanda da Kürt kamuoyu dışında kendine Türk diyen toplumla da nasıl konuşmak gerektiğini konuşmamız lazım. İnsan mal kaybının altını çizmek zorundayız. Yalnız bırakılan Türk sivil alandan devlet alanına kaçıyor” diye konuştu.
'Tehlike burada başlıyor'
İhraç edilen akademisyenlerden Dr. Kıvılcım Turalı ise hukuk ile barışın ilişkilendirilmesine ilişkin yaptığı konuşmasında Suriyelilere karşı linç girişiminin, köpek katliamının, kadın katliamlarının, hidroelektrik santrallerin, sağlık hizmetlerine ulaşılamaması, bireysel silahlanmanın artmasının barış hakkı ile ilişkili olduğunu belirten belirtti. Kıvılcım, “Biz genelde çatışma halini görüyoruz. Onun dışında gündelik hayatımızda barışı ilişkilendiriyoruz. Barış devletler veya gruplar arasında olur gibi sanıyoruz. Oysa çok daha fazlası. Barış istemek naif bir talep değil kendimizle içimizdeki Türkçülükle, cinsiyetçilikle, ırkçılıkla ve bireysel silahlanmayla, ekonomi politikasıyla Ar-Ge’nin sağlığa eğitime değil silaha harcanmasıyla ilgili. Sadece barış istediler demek küçümsemek duygusal bir alana hapsedilemeyecek bir alandan bahsediyoruz. Tehlike buradan başlıyor. Savaş rasyonel olandır erkeklikle özdeştiriliyor. Barış ise naif ve dişil olarak tanımlanıyor. Bu toplumsal sıkıntıları dillendirmediğimiz sürece adı konmamış barış hakkını hak olarak da dillendiremiyoruz” ifadelerine yer verdi.
‘Kadınlar uzlaştırıcı bir rol üstlenebilir’
Özellikle 1990’lı yıllarda yönetim kavramının yönetişim kavramıyla değiştirildiğini söyleyen Fatma Bostan Ünsal yöneten ve yönetilen değil karşılıklı yönetmenin geliştiğini söyledi. Birleşmiş Milletler (BM) 1325 sayılı Güvenlik Konseyi Kararında kadınların barış sürecine aktif katılımının söz konusu olduğunu söyleyen Fatma, Türkiye’de CEDAW’ın (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) bilinmesine rağmen 1325 sayılı kararın bilinmediğini söyledi. Fatma “Kuzey İrlanda’da barış sürecinde görüşme şansımız oldu. Katılan herkesin bu başarıda hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalanmasında en çok Kadın Koalisyonu Partisi’nin katkısı oldu. Gerçek bir parti olarak anlamamıştık. Seçimden 6 hafta önce kurulmuş ve kendi seslerini duyuramadıkları için seçimlere girmişlerdi. Kadınlar başka partiler de üye olabiliyordu. Hem Katolik hem Protestanlar vardı. Çatışma din kökenli olmadan da mezhep farklılığı çatışmayı besleyen bir unsurdu. Bu aşamada Kadın Partisi olmasaydı anlaşma imzalanamazdı” dedi.