Yönetmen Bingöl Elmas: Sinema tutkusu ne denetlenir ne de engellenir

  • 09:02 20 Şubat 2019
  • Güncel
İSTANBUL - Sinema tutkusu ve inadının denetlenemeyeceğini belirten Yönetmen Bingöl Elmas, “Bu uygulamaları genel olarak çok sürdürebileceklerini düşünmüyorum. Bu tutkuyu ve inadı denetleyemezsin. Bir noktaya kadar işleri zorlaştırabilirler ama bu inancı engelleyemezler" dedi.
 
Dağıtımcı şirket Mars Cinema Group ile yapımcılar arasında bilet gelirinin paylaşımı konusunda yaşanan krize “çözüm” adı altında sinemada sansür yasası olarak tartışılan “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunu” yasalaştı. Sansür yasasını AKP Genele Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalarken, birçok sinemacı ve oyucunun da destekleyerek alkış tutması tepkilere neden oldu. Ancak sinemaya gönül veren hatta tutkuyla bağlı olan ve her türlü zorluğa karşı direnmeye devam eden çok sayıda yönetmen, oyuncu ve sinema emekçisi bulunuyor.  
 
Biz de yasanın getireceklerini ve sinemanın ihtiyaçlarını, belgesel sinema alanında yönetmen, yapımcı ve metin yazarı olarak üretimler gerçekleştiren Bingöl Elmas ile konuştuk. 
 
* Sinema sektöründe yaşanan krize çözüm olmak iddiasıyla yeni bir yasa getirildi. 'Sansür yasası' olarak tartışılan bu yasa bir ihtiyaç mıydı? Bu yasayla sinema sektörünün destekleneceğini düşünüyor musunuz?
 
Kurumlar, kişiler, üretenler ve sektör olarak şöyle bir problemimiz var. Sinemanın özerk kurumlara ihtiyacı olduğunu her seferinde unutuyoruz. Her defasında var olan küçücük kaynaklar içerisinde birbirimizle ya da devletin mekanizmalarıyla uğraşırken bunu atlıyoruz. Sinema yasası yapılırken de böyle, kurumlarla ilgili çalışmalar yürütülürken de böyle bir problemimiz var. Devlet şu anda bizim olan kaynağı elinde topluyor ve o kaynağı kendisi dağıtıyor. Bunu dağıtırken de denetleyici ve belirleyici olarak yapıyor. Daha sonra da 'Bu işin sahibi benim dolayısıyla benim istediğim gibi benim düşündüğüm biçim ve içerikte bir şeyler üreteceksiniz' noktasına getiriyor. Bu kadar net bir şekilde denmiyor ama gidilen yol o şekilde oluyor. Meslek birliklerine baktığımızda, çıkan yasaya baktığımızda hep devletin içinde yer aldığı, ana belirleyici konumunda bulunduğu, hatta sahibi ve patronu olduğu bir mekanizmanın işleyişi söz konusu. Oysa olması gereken, eğlence vergisinden ya da başka yerlerden oluşan kaynakların sinemaya aktarılması meselesinin devlet eliyle değil, oluşturulacak özerk kurumlar ya da yapılarca gerçekleşmesidir. Kaynaklar bu yapılarda kişiye göre değil hukuka ve adil bir işleyişe dayalı olarak insanlara yeniden geri döner ve sinema sektörünü desteklemeye başlarsınız. 
 
Eskiden hatırlıyoruz, Sinema Destekleme Kurulu diye bir şey de yoktu. O zaman bir takım bireysel destekler vardı. İnsanlar ilişkiler devreye sokuyordu. Sinemacıların ve sektörün uzunca uğraşı sonucunda bu destek mekanizması bir kurula dönüştü. Ancak şu haliyle bile hem yetersiz hem de sorunluyken ne yazık ki yeni çıkan yasada bunu düzenlemek ve daha düzgün, bağımsız ve özgürlükçü bir yapıya ulaşması yerine yine kendi egemenliğini baskın çıkardığı bir biçim geliştirilmiş durumda.  
 
* Sinemada Denetleme Kurulu daha önce nasıl işliyordu? Şimdi nasıl işleyecek? Sinemada ne gibi sorunlara yol açacak?
 
Sınıflandırma ve Değerlendirme Kurulu dediğimiz kurum başka memleketlerde hem eserin size ait olduğunu tescil ettirdiğiniz hem de çocukları korumak ve onlarla ilgili yayınları tasniflemek için olan bir yapı iken burada devleti korumak, devlet söylemine karşı bir takım şeyler varsa onları ayıklamak için uygulanan bir şeye dönüşüyor. Şimdiye kadar en azından yarım yamalak da olsa işleyen bir mekanizma gibi görünüyordu. Bizler projelerimizle başvuruyorduk. Sonrasında galiba 'erk' olan şunu fark etti; 'Sinemada filmler üretiliyor ama benim istediğimi söylemiyor. Bu filmler benim üstünü örttüklerimi açığa çıkarıyor' deyip denetleme, müdahale etme, bazı yerlerde net yasaklamalar bazı yerlerde ise adı konulmamış yasaklamalar yoluna girdi. Örneğin barış için imza atan sinemacılar çok uzunca bir süredir adı konulmamış bir engellemeyle karşı karşıya. 
 
Aslında geçmişte sansürü kaldırmak için getirilen bir uygulamaydı ama niyet film denetlemek olunca küçücük bir maddeyi bile okuduğunuzda zaten oraya yorumluyorsunuz nitekim eser işletme belgesinin nasıl bir sansür belgesine dönüştüğünü festivallerin de buna nasıl aracılık ettiğini, bir süre sonra hepimizin filmlerini gösterilemez hale geldiğini çok net bir şekilde gördük. Bu yüzden hem devletin hem sanatçının bütün olarak bu alanın müdahale edilmeden oluşturulmasının yollarını, yöntemlerini bulmamız gerekiyor yoksa durum bu şekilde devam edecek. 
 
* Festivallerin sansür uygulamalarındaki payı nedir?
 
Dersim 38 belgeseli, Sınıflandırma ve Değerlendirme Kurulu'na başvurulmuş o kurum tarafından engellenmiş, gösterilmemiş ve işletme belgesi verilmediği için dağıtıma çıkamamış bir film. Ondan sonra Bakur belgeseli üzerinden biz yeniden uygulandığını ve uygulanınca neler olabileceğini gördük. Buna festivaller de eşlik etti. Festivaller 'eser işletme belgesi'ni şart koştular. Bununla birlikte biraz muhalif ve farklı söylemi olan filmler zaten festivallere başvuramaz oldu. Etrafımdaki meslektaşlarıma da baktığımda yaptığımız konu itibariyle biz o belgeleri almak için başvursak bile olabilecek bir şey değildi. Başvurularımız geri dönecekti. Bu sadece belge almasının yasaklanmasını değil etkinliklerin de yasaklanmasını beraberinde getirdi. Biz belgeselciler olarak festivallerden daha önemli şey özel gösterimlerdir. Bu etkinlikler azalmaya başladı. Biz kent kent üniversitelerde dolaşıyorduk şimdi herhangi bir üniversiteye ya da özel gösterime gidebilmek o kadar da mümkün değil. Memleketteki korku ikliminin, yasayla korkutma yoluna gitmenin etkisi var ancak en önemli faktör festivallerin durduğu nokta. Festivaller, sansürün yerleşmesi noktasında çok işçilik yaptılar. Belge gerekliliğini hemen uygulamaya geçtiler. Oysa o bir denemeydi. Gerçekten festivaller direnebilseydi biz bu kadar zorlanmazdık. 
 
* Bu kısıtlama ve sansür uygulamalarına karşı sinemacılardan doğru güçlü bir sesin çıkmadığını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
 
Sinemacılar için toplu ve örgütlü bir yapıdan bahsedemeyiz. Sektör olarak dağınık, herkesin kendi çabasıyla bir şeyler yapabildiği bir alan. İlk zamanlar ortaya çıkan festival boykotları iyi bir karşı çıkıştı ancak bunun devamı gelmedi. Bu politik bir alan. Süreklilik ve örgütlü bir yapı gerektiriyor. Bir süre sonra kopmalar yaşandı, insanlar 'boykot boykot nereye kadar' demeye başladı ya da üzerine çok düşünmedi. Geçici çözümler üreterek bütünü göremediler. Antalya Film Festivali bu meselenin pilot uygulandığı yerdi. O festivale katılmak sadece o festivale katılmak değildi. Ancak sinemacılar 'O bizim de festivalimiz' diyerek gitmeye devam ettiler. Bir noktadan sonra festival artık onları istemez oldu. Önce belgesel kategorisini gönderdi, kısa filmi gönderdi sonrasında da kurmacayı gönderdi. Politik bir duruşunuz ya da uyanıklığınız yoksa eğer geçici destek mekanizmalarına başvurarak elinizdeki alanı da kaybediyorsunuz. Sonrasında sadece günü kurtarmak için yaptığın şeylerle kalıyorsun. Bunu politik bakan fark ediyor. Şunu da söylemek gerek, sinemacılar bu ülkede yoktan var ediyorlar. Çok zor koşullarda çalışıyorlar. Herkes can derdinde kendi ürünüyle boğuşurken, tüm bunlara yoğunlaşamıyor. Çok kompleks bir mesele bu. Sadece sinema alanı değil tüm memleketin de bir sorunu.
 
* Peki ne olacak? 
 
Bu uygulamaları genel olarak çok sürdürebileceklerini düşünmüyorum. Örneğin, Emin Alper'in filmi şimdi Cannes'da. Destek almadı, o mekanizma tarafından bloklandı ama şimdi belki de Cannes'dan ödülle dönecek. Bu işleri görmezden gelemez. Bizim sinemacılar ve belgeselciler olarak kaynaklarımız, olanaklarımız yok. Biz zaten kendi kendimize bunları yaratıyorduk bizim için önemli olan şey bu alana inanmamız. Bu inancı engelleyemezler. Geliri olmayan insanların bulunduğu çok popüler olmayan bir alan. Bu alanda insanlar üretim yapmak için yıllarını veriyor. Bu kendi başına zaten büyük bir şey. Bu tutkuyu ve inadı denetleyemezsin. İnsanlar ilgilendikleri konunun duyurulmasını istiyorlar. Bu sadece kariyerist bir duyguyla yapılan bir şey değil. Bu aynı zamanda çok idealist bir hisle politik bir duruşla da yapılan bir şey. O yüzden bir noktaya kadar işleri zorlaştırabilirler ama engelleyemezler. Çevredeki bu alanda samimi ve sahici duran pek çok arkadaşım meslektaşım evet çok zorlanıyorlar ama üretmekten vazgeçmediler. Üretim süreleri uzadı ama hala çok güçlü konular üretmeye devam ediyorlar ve bu zaten yeterince bir şey demektir.