Tülay Hatimoğulları: Tecrit kalksın, Sayın Öcalan çıkıp konuşsun
- 12:44 22 Ekim 2024
- Siyaset
ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Meclis Grup toplantısında yaptığı konuşmada, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan'a dair söylemlerine karşılık, "Tecrit kalksın; Sayın Öcalan çıkıp konuşsun, ne konuştuğunu hep birlikte görelim. Bu konuda vakit kaybedilmeden acil bir adım atılmalıdır" dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis Grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.
‘Mili güvenlik dediklerinde ellerini cebimize uzatıyorlar’
İktidarın "Çelik Kubbe" bahanesiyle borçtan vergi almaya çalıştığını söyleyen Tülay, 100 TL limiti olan kredi kartlarından 750 TL vergi alacaklarını duyurduklarını hatırlattı. İktidarın her şeyden vergi aldığını ifade eden Tülay, "Kazandığımız üç kuruştan zaten vergi alıyorlar. Zaten yoksulun ve küçük üreticinin üzerine yıkılmış bir vergi sistemi var, ama bununla da yetinmiyorlar; ellerini yine cebimize uzatıyorlar ve borç olarak alınmış sayılan kredi kartındaki paranın limiti üzerinden bile para almaya çalışıyorlar. Bunu da 'Çelik Kubbe' oluşturmak bahanesiyle formüle etmekten hiç utanmıyorlar. Güvenlik adı altında toplumun işini, aşını çaldılar. Bir avuç zenginin kasasını doldurdular. Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Savunma projelerine kaynak gerekiyor, 750 lira vergiyi Çelik Kubbe için alıyoruz’ diye bir açıklama yaptı. Herkese tavsiyemiz: Bu iktidar milli güvenlik deyince herkes elini cebine atsın ve baksın. Bu iktidarın hırsız eli senin cebinde mi, değil mi? Bunu gerçekten söylüyoruz, şaka olsun diye söylemiyoruz. Çünkü her milli güvenlik dediklerinde ellerini yurttaşın, yoksulun cebine uzatıyorlar” dedi.
‘Halkı kandırırız dönemi bitti’
Kamunun bütün varlıklarını satanların derdinin güvenlik değil, sarayın ve beşli çetenin kasasını doldurmak olduğunu vurgulayan Tülay, "Kaç Çelik Kubbe bu ülkedeki yoksulluğa çözüm olabilir?" diye sordu. Tülay, "Hangi mermi emekçinin, emeklinin, yoksulun karnını doyurabilir? Hiçbiri. Bakın, onlar silaha yaptıkları yatırımı, ekmeğimizi küçülterek ayırdıkları parayla yapıyorlar. Biz sürekli şunu söyledik: Silaha değil, barış politikalarına zaman ve bütçe ayırın ki bu ülke daha güvenli hale gelsin. 'Milli güvenlik deriz, halkı kandırırız' dönemi bitti, ey AKP ve MHP iktidarı. Türkiye halkları hep birlikte itiraz ederek milli savunma yalanını erteletti. Biraz daha yoksullaşmaya hep birlikte karşı çıkarak, 750 TL'nin kredi kartı limiti üzerinden kesilmesine karşı çıkarak biz bunu şimdilik erteletmiş olduk" diye belirtti.
‘6 buçuk milyon çocuk yetersiz besleniyor’
5 milyon hanenin sosyal yardım almadan yaşayamadığına işaret eden Tülay, yüz binden fazla ailenin çocuklarına bakamadığı için çocuklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirtti. Tülay, "Açlık sınırı 20 bin lirayı, yoksulluk sınırı 70 bin lirayı geçti. İktidarın kubbesi altında 6,5 milyon çocuk yetersiz besleniyor. 700 binden fazla çocuk yoksulluk nedeniyle eğitim dışında kaldı. Bu kubbe, zenginleri ihya eden, yoksulları perişan eden bir kubbe. Peki, bu iktidar neden itiraz eden herkese 'milli güvenlik' diyerek saldırıyor? Biz de topluma soruyoruz: Hiç yüzlerce işçiyi işten çıkaran bir patron için bu iktidarın 'milli güvenlik' dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Yoksulluk yaratanlar için 'milli güvenlik sorunu var' dediğini işittiniz mi? İşitemezsiniz. Şunu açık yüreklilikle ifade ediyoruz: Bu iktidarın uyguladığı ekonomi politikaları, en temel milli güvenlik problemidir. Bu iktidar yurttaşlarımızı aç bırakmıştır. Bu iktidar, sistemle el ele vererek, çetelerle bu ülkeyi yönetmeye kalkmıştır" ifadelerini kullandı.
10 günde 26 kadın katledildi
Türkiye’nin çocukların katledildiği bir ülkeye dönüştüğüne dikkat çeken Tülay, AKP iktidarının bu ülke için en büyük milli güvenlik sorunu olduğunu vurguladı. Tülay, "Bugün bu kubbenin altında en büyük yaşam mücadelesini kadınlar veriyor. Bakın, sadece son 10 günde, iktidarın uyguladığı politikalardan dolayı 26 kadın katledildi. Manisa’da, 3 yaşındaki çocuğunun yanında hamile olan Sudenaz'ı sokak ortasında öldüresiye döven, 18 ayrı suç kaydı bulunan Yılmaz Akman'ı tahliye etmek istediler. Daha dün, Adana Sarıçam'da mezar ziyareti yaptıkları sırada, mezarlıkta oturdukları bankta bir erkek tarafından kadınlar katledildi. Silopi’de anneler, dünyanın en temiz talebi olan barışı talep ettiler, ama polis onları ablukaya alarak devlet şiddetinin en karanlık yüzüyle karşı karşıya bıraktı. O beyaz tülbentleriyle barış talep eden annelerin tülbentlerine, bu iktidar kolluk kuvvetleri aracılığıyla kan sıçrattı.
İktidar, birçok konuyu üstünü örterek açıklamıyor. Mesela, sevgili Narin neden katledildi? Açıklamıyorlar. Ama bize bir kubbeden bahsediyorlar ve onun altında eşit yaşayacağımıza dair yalanlar söylemeye devam ediyorlar. Bakın, Van Gölü’nde kaybettiğimiz sevgili Rojin... Sevgili Rojin’i ve onun gibi gençleri neden kaybediyoruz? Belki göl kenarında oturup kek yemek, müzik dinlemek ve kendi dünyasını yaşamak istiyordu, ama gençliği elinden çalındı. Tıpkı onun gibi, nice kadın ve nice genç de kaybedildi. İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiler, kadınları ve çocukları şiddete karşı koruyan 6284 sayılı yasayı tartışmaya açtılar" ifadelerini kullandı.
Tülay’ın konuşmasından satır başlıkları şöyle:
“Cezasızlık sistemini bu kürsüde neredeyse her defasında ifade ettik. Burada bir kez daha ifade ediyorum: Bu iktidar, uygulamaları ve cezasızlık sistemiyle daha çok kadının ölmesinin önünü açıyor, bu duruma çanak tutuyor. Gençlerin umutlarını, hayallerini ve yaşam sevinçlerini çalıyorlar. Gençleri ya göçe zorluyorlar ya da sevgili Rojin’in yaşadığı gibi, akıbeti belirsiz şekilde intihara sürüklüyorlar. Kadınlar hunharca katlediliyor, iktidarın uygulamaları ve yargının cezasızlık politikası, kadın katliamlarına zemin hazırlıyor. İbretle izledik: Baro seçimlerinde bile dünyaca sahiplenilen ‘Jin, jiyan, azadî’ sloganına saldırılar gerçekleştirildi. Her fırsatta, erkek egemen anlayış kadınların başarılarına saldırıyor. Biz ise bu saldırılara karşı mücadele etmeye ve direnmeye devam edeceğiz. Hayatlarımıza, haklarımıza sahip çıkmak için daha çok örgütlenecek, daha çok yan yana duracağız. Biz kadınlar, yaşamın ta kendisiyiz; birlikte güçlüyüz. Biz kadınlar birlikte kazanacağız ve bu da erkek egemen devlet anlayışına ders olsun.
Sağlık Bakanı’na çağrı: Derhal istifa et
Yeni doğan bebek çetesiyle Türkiye bir kez daha yeni bir skandalla çalkalanıyor. Bu ülkede yeni doğan bebekler bile güvende değil. Bebeklerin canı, çetelerin ticari malzemesi haline getirilmiş durumda. Çürümüşlüğün en dip noktasını yaşıyoruz. Batsın sağlık sisteminiz, batsın bu düzeniniz, batsın bu iktidarınız. El kadar bebek, gözünü dünyaya açıyor ve bu bebekler çetelerin eline düşüyor, buna dair zerre kadar bir denetim yok. Bundan bile para kazanıyorlar. Her yere çete sızmış durumda. İstanbul’da her gün çetelerin neler yaptığını, Türkiye’nin dört bir yanında çetelerin nasıl cirit attığını biliyoruz. Bu çete düzenini, bu iktidarın uygulamaları beslemiştir. Katillerin, devletin güvenlik ve siyasi birimleriyle samimi pozları ortaya çıktı. Hepsi oradaydılar. Bu bebek ölümlerinden, bahsi geçen tüm çevreler sorumludur. Bakan soruşturmayla ilgili şunu söylüyor: '2023 yılında soruşturma başladı' diyor.
Oysa, DEM Parti olarak biz 2022'de bu hastanelerin yeni doğan bebek ünitelerinde yaşanan sorunları dile getirdik. Ömer Faruk Gergerlioğlu vekilimiz, 2022’de bu konuyu bir soru önergesiyle Sağlık Bakanı’nın önüne getirdi. Bununla ilgili bir adım atıldı mı? Hayır, atılmadı. Her zaman olduğu gibi, soru önergelerimiz dikkate alınmadı. Çünkü hepsi bu işin içindeler. Uyarılarımıza rağmen bebek katliamları durdurulmadı. Şimdi ise, deşifre olmalarıyla birlikte sözde bir müdahale gerçekleşiyor. Bebekler katledilmiş, herkes dehşet içinde, ama Sağlık Bakanı çıkıp ‘Sistemimiz dünyaya örnek, kamuoyu yeni doğan çetesiyle meşgul ediliyor’ diyor. Utanmazlığa bakar mısınız! Kapatılan hastanelerden birini ‘bebek dostu hastane’ olarak örnek göstermişler. Onlar da bununla meşgulmüş. Sağlık sistemini özelleştirdiler, çürüttüler, sonra da kalkıp pişkin pişkin olan biteni savunuyorlar. Ya, senin zerre kadar vicdanın, onurun, haysiyetin yok mu? Buradan bir kez daha Sağlık Bakanı’na sesleniyorum: Derhal istifa et. Bir gün bile o koltukta kalamazsın. Derhal istifa et!
Kadınlara ayrılan bütçe: 38 kuruş
Geçen hafta bütçe Meclis'e sunuldu ve bugün birkaç saat içinde bunun detaylarıyla ilgili toplantılar başlayacak. Bir ay boyunca bütçe komisyon süreci devam edecek, ardından bütçe genel kurula gelecek. 2025 yılı merkezi bütçesinin nasıl bir bütçe olduğunu hep beraber göreceğiz. İktidar, bu bütçeyi halkın, emekçinin, yoksulun, kadının sırtına yükleyerek oluşturmaya çalışıyor. Bu bütçe, iktidarın politik tercihleri çerçevesinde geliştirilmiş bir bütçedir.
Her gün içimizi yakan, politik olan kadın cinayetlerinin yaşandığı bir dönemde, iktidarın 2025 yılı bütçesinde kadının güçlendirilmesi başlığı altında ayırdığı bütçe miktarına bir bakın: 5.9 milyar TL. Yani bu bütçeyle her bir kadına günlük sadece 38 kuruş düşüyor. Gerçek rakam bu, 38 kuruş! Harca harca bitmez. Kadına verdikleri değeri, bütçede ona ayırdıkları parada görüyoruz. Aklımızla alay ediyorlar. Kadınlara 38 kuruşu layık gören bu iktidar, faiz lobisine ise tam 1 trilyon 950 milyar TL ödenek ayırmış. 2025’te faize günlük 5 milyar 416 milyon lira, saatte 225 milyon lira, dakikada 3 milyon 761 bin lira, saniyede 62 bin 693 lira ödeyecekler. Yani sadece saniyede faize ayırdıkları bütçe, 4 asgari ücrete denk geliyor. Asgari ücretliye, emekçiye, emekliye verdikleri değeri, faiz lobisine ayırdıkları bütçeyle kıyasladığımızda, halkın ne kadar değersiz görüldüğünü anlıyoruz.
Deprem bölgesine sadece 584 milyar ayrılmış
Mehmet Şimşek, ekonomik krizi bahane ederken özellikle son günlerde deprem maliyetlerinden bahsediyor. Bu iktidarın hep bir bahanesi var. "Deprem oldu, o yüzden bütçe açık veriyor" gibi yanlış bilgilerle halkı ve siz değerli yurttaşlarımızı kandırmak istiyorlar. Ama kimse kanmaz çünkü insanlar aç, yoksul; artık lafa kanacak hali yok. Deprem bölgesindeki insanlar büyük acılar çekiyor. Yaşadıkları konteynerler artık yıpranmış ve yaşanamaz hale gelmiş durumda. Ancak vaat ettikleri konutların temeli bile birçok yerde henüz atılmadı. Ekonomik krizi derinleştiren şey, deprem masrafları değil, sermaye aşkınızdır. Saray, Hazine ve Maliye Bakanı, TÜİK bunu ayan beyan söylüyor. 2025 yılı bütçesinde deprem bölgesine sadece 584 milyar TL ayrılmış. İşte, bütçeyi delik deşik etti dedikleri rakam bu. Sermayeye yapılan vergi kolaylıklarının sadece altıda biri deprem bölgesine ayrılmış. İçeride barış diyenlere karşı, güvenlikçi politikalara rekor bütçeler ayırıyorlar.
Savunma harcamalarına 1 milyar 608 milyon TL
2025 yılı için savunma harcamalarına toplam 1 trilyon 608 milyar TL ayrıldı. Geçen yıl bu miktar 529 milyar TL idi, yani yüzde 165 oranında artış gösterdi. Tam 47 milyar dolar savaş harcamalarına gidiyor. Bakın, bunların dili başka söylüyor, pratikleri bambaşka. Bütçeleri ise çok farklı. İktidarın Meclis'e getirdiği bu bütçe, bir sefalet, felaket ve şiddet bütçesidir. Meclis'teki görüşmelerde en güçlü muhalefeti biz DEM Parti olarak, her sene olduğu gibi mutlaka yapacağız. ‘Ekmek ve Adalet İçin Bütçe’ sloganıyla sadece parlamentoda değil, alanlarda, sokaklarda, meydanlarda, fabrikalarda, mahallelerde, kentlerde, her yerde demokratik, adil ve eşitlikçi bir bütçe için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Gerek komisyon aşamasında gerekse genel kurulda en etkin muhalefeti hep birlikte yapacağız. Buradan işçi, emekçi, yoksul kardeşlerime, ezilen ve sömürülen yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum: Gelin, ‘Ekmek ve Adalet İçin Bütçe’ diyelim. Gelin, her yerde bu bütçenin açıklığa kavuşması ve bütçe tercihlerinin değişmesi için mücadelemizi sadece parlamentoda değil, alanlarda ve meydanlarda dayanışma içinde sürdürelim. Ekmeğimizin de hakkını alalım, adaletli bir sistemi hep beraber kuralım.
Güvenli politika isteniliyorsa Kürt sorunu demokratik yöntemlerle çözülsün
Silah ve şiddetten bahsederken, yanı başımızdaki Orta Doğu'da devam eden gelişmeleri ve ne yazık ki savaş çığırtkanlığını mutlaka görüp değerlendirmek zorundayız. Silah ve şiddet yerine müzakerenin geçerli olduğu yıllarda, bunun bütçeye yüklediği maliyet bağlamında ifade ediyorum: Türkiye, yıllık 50 milyar TL güvenlikçi politikalara harcıyordu. Aradan çok değil, 9 yıl geçti ve bu rakam 50 milyar TL’den 50 milyar dolara çıktı. Yani sadece 9 yılda 35 kat artış yaşandı. Buradan iktidara soruyoruz: Bu karmaşık Orta Doğu tablosu içinde siz ne yapıyorsunuz? Savaşa devasa bütçeler ayırmak Türkiye'yi daha güvenli bir hale mi getirdi? IŞİD, Nusra ve uzantısı çeteler Türkiye'yi kendi çiftlikleri gibi kullanıyor mu? Kürt paranoyası ile hareket eden devlet aklı Türkiye'yi iflasa sürüklemedi mi? Türkiye'nin güvenliği, silaha yatırım yaparak mı sağlanır? Güvende olmanın yolu, Orta Doğu'da ve Türkiye'de barışa hizmet etmekten geçer. Bu kürsülerden defalarca söyledik: Türkiye eğer gerçekten güvenli sınırlara sahip olmak istiyorsa yapması gereken ilk şey silahların bırakılması ve dış politikasını barış ve diplomasi üzerinden inşa etmesidir. Aynı zamanda, yapması gereken ilk şey Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmektir. Böylece IŞİD ve Nusra gibi örgütlerin sınırlarımızı delik deşik etmesine izin verilmemiş olur. Barış, en güvenli yoldur. Bunun altını bir kez daha, hem Türkiye hem de Orta Doğu için çizmek istiyorum.
Demir kubbe kimseyi korumaz
Türkiye halkları olarak hepimiz bu gerçeği görmek zorundayız. Sahte güvenlikçi politikalar bizleri yoksullaştırdı, ekmeğimizi küçülttü. Kürt halkı, bizim tarihsel kardeşimizdir. Türk, Kürt, Arap, Acem, Ermeni ve birçok halk, Orta Doğu'nun kadim halklarıdır ve aralarında tarihsel bir kardeşlik bağı vardır. Halkların kendi dilini konuşması, anadilinde eğitim görmesi, anayasal haklarının eşit bir şekilde tanınması bir ülkeyi bölmez; tam tersine halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirir ve bizleri daha güçlü bir toplum haline getirir. Dünya savaşının konuşulduğu bir dönemde, savaşın yoğunlaştığı Orta Doğu’da demir kubbeler çözüm olmadı. İsrail-Filistin savaşı, Lübnan ve savaşa çekilmek istenen İran’daki gelişmelere baktığımızda, hiçbir demir kubbenin kimseyi korumadığını gördük. Oysa barış korurdu. Gelin, Orta Doğu’dan Türkiye’ye kadar gök kubbeyi demirden, çelikten arındıralım; gelin, gök kubbeyi barışla dolduralım. Gelin, barışın sesini sadece Türkiye’den değil, sınırları aşacak, sınırların ötesine ulaşacak şekilde hep birlikte büyütelim ve bunu temel bir politik çizgi haline getirelim. Halklar kazansın, barış kazansın, kardeşlik kazansın.
Başlangıç olacaksa tecrit kaldırılsın
AKP’nin dış politikası iflas etmiştir. Ancak bölgede barışın sağlanması için Kürt sorununun çözümü bizlerin elindedir. Kürt sorununun çözüm yolu, yöntemleri ve muhatapları bellidir. Orta Doğu ve Türkiye’de barışın muhatabı, İmralı’da ağır tecrit altında bulunan Sayın Abdullah Öcalan’dır. Kürt sorununun çözüm yeri Meclis’tir. Parlamentoda ve siyasetteki muhatap DEM Parti’dir. Demokratik zeminde, siyasi partiler, demokrasi güçleri ve toplumun tamamı çözümün muhatabıdır. Geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz ki, toplumsallaşamamış bir barış, gerçek anlamda bir barışı sağlayamaz. Barış bilinci, toplumun tüm hücrelerine yayılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir ki, gerçek anlamda bir barış olsun. Bir başlangıç olacaksa, tecrit derhal kaldırılmalıdır. Kürt sorununun çözümünde pusula, demokratik müzakere ve onurlu barıştır. Çözümü kimseden dilenmiyoruz; onurlu bir barış için inisiyatif almaya hazırız.
Barışa sahip çıkma çağrısı
Bizler boş hayallere kapılmıyoruz; barış, ekmek ve adalet mücadelemize devam ediyoruz. Sağa sola bakmıyoruz, bizim için her şey çok net. 40 yılı aşkın süredir devam eden her türlü şiddet, çatışma ve bedellere rağmen Kürt halkı barıştan, çözüm arayışından geri durmadı. Ancak Türkiye'nin batısına barışı yeterince anlatamadık, bunu yeterince örgütleyemedik. Buradan Türkiye halklarına sesleniyorum: Bir Kürdün barışa sahip çıktığı kadar bizler, hepimiz, bütün Türkiye halkları barışa sahip çıkmalıyız. Barış, Diyarbakır’ın gündeminde olduğu kadar Trabzon'un da gündeminde olmalıdır. Barışı iktidarın insafına bırakamayız.
Barışın anahtarı, kadınların, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, emeklilerin, geçim sıkıntısı çekenlerin, gençlerin, çiftçilerin, esnafın, engellilerin elindedir. Bu anahtar, toplumun aydınlarında, yazarlarında, sanatçılarındadır. Barışın anahtarı, Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine inanan Deniz Gezmişlerin anlayışında, sosyalistlerde ve devrimcilerde yatmaktadır. Barışın anahtarı, Anadolu ve Mezopotamya topraklarındadır. Bu topraklarda yaşayan farklı halkların ve inançların, kendi dili, rengi ve inancıyla eşit bir hukuk içinde kardeşçe yaşayabildiği adil bir düzende saklıdır. Ne güzel demiş Yaşar Kemal: ‘En güzel türkü barıştır.’ Ne güzel söylemiş Ayşenur Zarakolu: ‘Onurlu bir barış.’ Ne güzel demiş Ahmet Kaya: ‘Adaletli barış.’ Bugün ölüm yıldönümü olan Cegerxwîn yaşasaydı, ‘Aşitî, aşitî, aşitî’ derdi. Yitirdiğimiz bu değerli insanları huzurunuzda saygı ve minnetle anıyoruz.
Kürtleri tehdit edenler barış iradesine siyasi pusu kuruyorlar
Herkes bilsin ki barış anlayışımıza ve iyi niyetimize karşı, paraşütle saraya inerek siyaset üzerinde vesayet kuranların lütuflarıyla yaşamadık, yaşamıyoruz da. Devlet Bahçeli ‘ilk meclis ruhu’ dedi, Erdoğan ‘diyalog zeminlerini genişletelim’ diyor. Bir tane baş kayyum gelmiş, herkese ayar vermeye çalışıyor. Biz de buradan o kayyuma soruyoruz: Ey kayyum, sen kim adına konuşuyorsun? Saray adına konuşuyorsan, Saray başka diyor; Bahçeli adına konuşuyorsan, Bahçeli başka diyor. Sen kimsin, nereden geldin? Paraşütle mi geldin? Kim adına konuşuyorsun? Çık, bunun hesabını halka ver. Eğer onurlu bir barış olacaksa, barışın önünde hiç kimse engel olamaz, olmamalıdır. Yandaş medyada farklı isimlerle ama aynı kalemden çıkan yazılarla Kürtleri tehdit edenler, barış iradesine siyasi pusu kuruyorlar. Baş kayyumu her kim konuşturuyorsa, aynı pusuya onlar da dahil oluyor. Geçmişte olduğu gibi, bugün de toplumun barış özlemine siyasi pusu kuranlar büyük kaybedecektir. Birlik, beraberlik, kardeşlik mesajlarıyla uzatıldığı söylenen el, sürekli bir minnet ve tövbe ettirme aracına dönüştürülmemelidir.
Bu konuda konuşan ana muhalefet partisine, diğer partilere ve toplumsal kesimlere ayar vermeye çalışan, o ayarın altında kalır. Hiç kimseye ayar veremezsiniz; barışı herkes konuşmalıdır. Eğer iktidar bir gündem açtıysa, ana muhalefet partisi de, diğer partiler de, toplumsal kesimler de zaten konuşmalıdır ve konuşuyorlar. Konuşanların önünde kimse engel olmaya kalkmasın. DEM Parti olarak, bileşenlerimizle, dostlarımızla, mücadele ortaklarımızla birlikte barış mücadelesi verdik ve vermeye devam edeceğiz.
Sayın Öcalan fiziki olarak gelsin konuşsun
MHP Genel Başkanı, grup konuşmasında Sayın Abdullah Öcalan için ‘tecrit kaldırılırsa konuşsun’ şeklinde bir açıklama yaptı. Tecrit 44 aydır devam ediyor. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için yıllardır mücadele ediyoruz. Demokratik kamuoyu yıllardır ‘tecrit kaldırılsın’ diyor. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kesinlikle kaldırılmalıdır. ‘Fiziki olarak gelsin, konuşsun; ne diyeceğini hep birlikte görelim’ dedik. Geçen hafta bu sözleri söyledik, bu hafta da aynı sözü tekrarlıyoruz. Bırakın, tecrit kalksın; Sayın Öcalan çıkıp konuşsun, ne konuştuğunu hep birlikte görelim. Bu konuda vakit kaybedilmeden acil bir adım atılmalıdır.
Biz DEM Parti olarak, onurlu bir barış, özgürlük ve demokrasi için, demokratik bir cumhuriyetin inşası için ağır bedeller ödeyerek bugünlere geldik. Bundan sonra da, onurlu bir barış ve demokratik bir cumhuriyetin inşası için ne gerekiyorsa, hangi bedel ödenmesi gerekiyorsa, DEM Parti olarak üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuzu bir kez daha buradan vurguluyorum. Söz veriyoruz: Bu ülkeye onurlu bir barış gelecek. Hep birlikte gururla barış türkülerini söyleyeceğiz. Mavi gök kubbenin altında, kuşlar ve ağaçlar barış türküleri eşliğinde dans edecek.”