İsveçli parlamenter: Diktatörü memnun etmek için insan haklarını yok sayamayız
- 09:01 21 Temmuz 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin Kürt sorununu derinleştirdiğini ve CPT’nin İmralı’ya ilişkin raporunu açıklaması gerektiğini belirten Sol Parti İsveç Bölge Parlamenteri A. Jessica Therese Karlqvist, İsveç’in NATO üyeliğine karşılık Kürtlerin pazarlık konusu yapılmasına da “İnsan hakları mücadelesini Erdoğan gibi bir diktatörü memnun etmek için yok sayamayız. Bunu çok net bir şekilde pazarlık yapmanın çok çirkin olduğunu düşünüyorum ve utanıyorum” sözleri ile tepki gösterdi.
İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutulan ve 28 aydan bu yana da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’tan haber alınamıyor. Sayısız aile ve avukat başvurusu yapılırken diğer yandan da uluslararası çağrılar ve başvurular yapılıyor. Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kırılması ve fiziki özgürlüğü için yapılan başvuru ve çağrılar Adalet Bakanlığı tarafından görmezden geliniyor. Mutlak tecritte adım atılmazken Kürt halkının hakları ve yaşamı uluslararası alanda ve savaş örgütü olan NATO’da masaya pazarlık konusu yapılıyor.
Sol Parti (Left Party) İsveç Bölge Parlamenteri A. Jessica Therese Karlqvist PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlük üzerinden uluslararası alanda yapılan pazarlıkları değerlendirdi.
‘Tecrit Türkiye’nin siyasi sorunlarını tırmandırır’
Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi "kabul edilemez" olarak nitelendiren Jessica, öncelikle tüm siyasi tutsaklara yönelik muameleyi kınadığını belirtti. Jessica, "Tecrit, hukuk kurallarına, anlaşmalara ve Birleşmiş Milletlerin insan hakları beyanlarına aykırıdır. Şahsen tüm siyasi tutuklulara yönelik bu tür muameleyi kınıyorum. Partim olan İsveç'teki Sol Parti bu muameleyi kınıyor. Bu, demokratik olmayan ve totaliter bir rejimin çok tipik bir örneğidir. Türkiye'de söz sahibi olmayan tüm gruplar, kimlikler, en temel hakları için mücadele etmek zorunda kalan kadınlar, LGBTQ'lar için insan hakları söz konusu olduğunda bu tipik totaliter rejimi açıkça görebilirsiniz. Kimse onların durumunu gündeme bile getirmez. Tamamen ayrımcılığa uğruyorlar. Bu tecrit gerçekten Türkiye'nin de karşı karşıya olduğu siyasi sorunları daha da tırmandıracak bir durum. Bunun nedeni, Türkiye'nin demokratik olmaktan çok çok uzak olmasıdır. Çünkü pek çok kimlik ve azınlık grubu haklarından yoksun, kadın ve çocuklar haklardan yoksun, tutsaklar tecrit altında tutulmakta... Bu konuların hepsini birlikte tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, insanlık için tehlikeli ve ciddi bir tabloyu gösteriyor. Bu tablo, bugün dünyadaki en kötü durumlardan biri. Gazetecilerin, avukatların, siyasetçilerin ve insan hakları savunucularının durumuna bakın! Bu liste uzayıp gidiyor. Elimizde tüm istatistiklere ve gerçeklere sahibiz, artık dünya toplumlarının bir şeyler yapmaya cesaret etmesi gerekiyor, zamanı geldi. Hatta bakarsanız çok geç bile kaldılar” ifadelerini kullandı.
‘Sessizlik emperyalist sistemin parçası’
Amed'e gelen tecrit heyetinde yer aldığını ve buradaki gözlemlerini ve insan hakları ihlallerini unutmayacağını söyleyen Jessica, temaslarda bulundukları kurumlardan ve tutsak ailelerinden birçok gerçek ve ayrıntı öğrendiğini açıkladı. Jessica, "Bu ziyaret Türkiye'deki durum hakkında daha net bir fikir elde etmemi sağladı. İnsanların içinde bulunduğu koşulları asla unutmayacağım ve asla kabul etmeyeceğim" diyerek uluslararası sessizliğe dikkat çekti. Jessica, şöyle devam etti: "Bence sessizlik dikkate değer ama bir taraftan da şaşırtıcı değil. Bu davranışı diğer çatışmalar söz konusu olduğunda da görebiliyorsunuz. Bunun nedeni ülkeler arasındaki ilişkiler, liderler ve tüm bunları bir arada tutan insanların acı çekmesine neden olan emperyalist sistemin bir parçası. İsrail'in Filistin'de uyguladığı apartheid sistemine, Suriye'deki savaşa ve Ermenistan/Azerbaycan' da devam eden çatışmaya bakarsanız benzer ilişkiler ve aynı pasifliği görebilirsiniz. Tarih sürekli tekerrür ediyor ve uluslararası kuruluşlar hala kendi yazdıkları anlaşmalara göre hareket etmiyor."
Sözleşme hükümleri açık, irade eksik
Jessica, CPT'nin sürekli olarak dile getirdiği "Raporu Türk yetkililerin izni olmadan açıklayamayız" yanıtını reddederek 10'uncu maddeyi hatırlattı. Maddenin çok açık olduğunun altını çizen Jessica, "10'uncu madde çok açık ve şuan takip edilmesi gereken tek maddedir. CPT'nin raporu açıklamayı reddetmesi kabul edilemez ve anlaşmalara aykırıdır. Bazı aksiyonların alınabilmesi için raporun açıklanması şarttır. Raporu açıklamak uzun bir yolculuğun sadece ilk adımıdır. Benim için bu demokratik bir sistemle mümkün ve topluma tamamen şeffaf olunmalı. Herhangi bir şeyi değiştirebilmenin tek yolu bu. Tek sorun şu anda irade eksikliği" diye konuştu.
'Demokratik bir devrim gerekiyor'
Kürt sorununun çözümsüzlüğünün yıllardır Türkiye’de iktidar tarafından derinleştirildiğini söyleyen Jessica, mevcut iktidarın tecridi bitirmeyeceğini belirtti. Yeni bir hükümet gerektiğini söyleyen Jessica, "Ben bir demokrat olduğum ve demokratik sisteme inandığım için, benim görüşüme göre, Türkiye'nin mevcut iktidarının demokrasi için hiçbir şey yapmadığı ortada ve köklü değişiklikler yapması gerekiyor. Kürt halkı çok uzun zamandır baskı altında ve çok acılar çekti. Ülkeler halk için ve halk tarafından kurulmalı, herkes temsil edilmeli ve temel demokratik değerler ve temel direkler sıfırdan inşa edilmelidir. Hukukun üstünlüğüne uyulmalı, gazeteciler çalışabilmeli, seçimler şeffaf olmalı ve partililer hapse atılmadan barış içinde çalışabilmeli. Daha birçok şey sayabiliriz. Yani kısaca şunu söylemeliyim; hayır, bu hükümetin tecridi, izolasyonu bitireceğini düşünmüyorum. Türkiye'nin yeni bir hükümete ihtiyacı var. Demokratik bir devrim gerekiyor" sözlerini kullandı.
'NATO'da Kürtler üzerinden pazarlıklar utanç verici'
Türkiye ve İsveç'in NATO üyeliği pazarlığında yine Kürtleri masaya koyması ve siyasetçilerin iadesi meselesine ilişkin de Jessica şunları söyledi: "Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki, tüm direnişçilerin her zaman 'terörist' etiketi alması olgusundan çok rahatsızım ve yoruldum. Dirençlilerden bu şekilde kurtulmak çok kolay ve bence bundan paçayı sıyırabilmeleri gerçekten olağanüstü! Bu gerçekten tartışılması gereken bir şey. Mandela'nın ABD tarafından terörist olarak kabul edildiğini ama aynı zamanda Nobel barış ödülü verildiğini hatırlıyorum. 'Terörist' olmak ne demek? Bu sorunsallaştırılmalıdır. Partimin başından beri NATO görüşmeleri sırasında Kürtler için mücadele ettiğini söylemekten de gurur duyuyorum ve bence bu pazarlıklar utanç verici. Kişisel olarak bu konuda tamamen mahcup hissediyorum. İsveç'in diktatör olduğu bilinen ve akla gelebilecek tüm insan haklarını ihlal eden liderlerle müzakerelerde bu kadar zayıf olacağına asla inanmazdım."
'Üyelik olasılığı için insan haklarını yok sayamayız'
"Evet, İsveç her zaman Türkiye'den sürgün edilen Kürtlere ev sahipliği yapmıştır ki bu her yönden doğru olandır” diyen Jessica, “Ukrayna'da savaşın başlamasından bu yana İsveç'te siyasi hayatta çok şey değişti. Daha önce İsveç'in ittifaksız kalması gerektiği aşikardı, bununla her zaman gurur duyduk. Siyasi tartışmalar değişti ve insanlar bu kadar yakında bir savaş olduğu için korkuyor. Bu nedenle İsveç, çoğumuz için çok dramatik olan NATO üyeliğine başvurdu. Partim tamamen karşıydı ve bu sorunla ilgili haberlerde ve tartışmalarda görebilirsiniz ki sonuna kadar mücadele etti. Ayrıca Türkiye'nin Kürt halkının dışlanmasını istemesine dair söylemlerini her fırsatta parlamentoya ve mümkün olan her şekilde Sol Parti olarak konuyu gündeme getirdik ve eleştirdik, tartıştık. Bu yüzden elbette bu yaklaşımın yanlış olduğunu düşünüyorum ve insan hakları mücadelesini Erdoğan gibi bir diktatörü memnun etmek için, sadece üyelik olasılığı için yok sayamayız. Bunu çok net bir şekilde pazarlık yapmanın çok çirkin olduğunu düşünüyorum ve utanıyorum” değerlendirmesi yaptı.