İHD’den 33 düş yolcusu için söyleşi: Katliamlar devlet bilgisi dahilindeydi
- 20:30 20 Temmuz 2023
- Güncel
ANKARA- 33 düş yolcusu anısına İHD Ankara Şube binasında yapılan söyleşide, katliam faillerinin katliamlardan önce sürekli devlet ile temas kurduğunu kaydedildi.
Riha’nın (Urfa) Pirsus (Suruç) ilçesinde Amara Kültür Merkez’inde 8 yıl önce bugün DAİŞ tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırıda katledilen 33 düş yolcusu için İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi’nde söyleşi gerçekleştirildi. İHD Ankara Şube Yürütme Kurulu üyesi Şevinç Koçak’ın kolaylaştırıcılığını yaptığı söyleşide, Avukat Kazım Bayraktar, Gazeteci Gökçer Tahincioğlu ve Suruç Aileleri İnisiyatifi üyesi Cansu Yumuşak konuşmacı olarak katılırken, 10 Ekim Der, Halkların Demokratik Partisi (HDP) il ve ilçe örgütü yöneticileri ve çok sayıda kişi katıldı.
Söyleyişi ilk olarak, Emine Kart’ın Pirsus'a ilişkin hazırladığı video gösterimi ile başladı.
‘Katliamların hepsi birbiriyle bağlantılı’
Salonda oturan birçok kişinin katliamın tanığı olduğunu söyleyen Sevinç Koçak, 2015’in katliamlar tarihi olduğunu belirtti. Gar, Pirsus, Amed katliamlarının birbiriyle bağlantılı olduğunu dile getiren Sevinç, “20 Temmuz 2015 tarihinde İŞİD’in Kobanê saldırısı üzerine SGDF’li gençler bir çağrı yapmıştı. Birçok insanda oyuncak gönderdiler, gençler oyuncakları toplayıp Suruç’a götürdüler. Kobanê’ye gidilmeden önce gençler Amara Kültür Merkez’inde bir araya geldi ve 33 düş yolcusunu orada kaybettik. 104 arkadaşımız yaralandı. Dün Kadıköy’de 46 kişi gözaltına alındı ve 6 kişi tutuklandı. Güvenpark’ta bir anma olacaktı, bir polis müdahalesi oldu ve 20’ye yakın kişi gözaltına alındı. Katliamlarla ilgili yapılan tüm katliamlarda çok ciddi polis şiddetiyle karşı karşıya kalıyoruz” dedi.
‘Suruç katliamına ‘terör’ saldırısı bile denilmiyor’
Sevinç’in ardından Gazeteci Gökçer Tahincioğlu söz aldı. 12 Eylül’den sonra Pirsus’un en yasaklı alan olduğunu, bunun konuşulması, tartışılması istenildiğini ve Pirsus’un faili meçhulle bırakılmak istendiğini kaydetti. Gökçer, “Kronolojik bakıldığında Suruç’un ne anlama geldiğini görüyoruz. Suruç katliamından önce 7 Haziran sürecini hatırlıyoruz, sürekli devlet HDP’ye ‘seçime girme’ diyordu. HDP bir siyasi partiydi bu kadar ısrar niyeydi? 5 Haziran’da HDP mitinginde patlayan bomba bizim için bir şeylerin göstergesiydi. Çözüm süreci devam ederken, herkes provokasyonlara dikkat ediyordu. 10 Ekim’e bile devletin ‘terör’ saldırısı demişliği var ama Suruç’a bunu bile demiyorlar. Hayatını kaybedenlerin politik kimlik olması onlara gerekçe oldu. Yine Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmüş olması, hemen sonrasında yaşanılan dava ve gözaltı süreci, faili meçhul kalması bizim için ciddi bir veriydi” diye belirtti.
‘Yeni yapı taşının biriciği Suruç katliamı oldu’
Suruç’a bugünden bakıldığında 15 Temmuz darbe girişimi dahil olayların birbirinden ayrı yorumlanamayacağına vurgu yapan Gökçer, kurulmak istenilen yeni yapı taşının biriciğinin Suruç katliamı olduğunun altını çizdi. Gökçer, “Ailelerin cezalandırılması, iktidarın bitmeyen nefretine karşı bu davadan vazgeçmeyen insanlar var. Yolun sonunda hukuki olarak hesap vereceklerini inanıyorum” sözlerini kullandı.
‘Arin’den Sibel’e gidiyoruz devrime sloganları atılıyordu’
Gökçer’in ardından online olarak söyleyişiye katılan Suruç Aileleri İnisiyatifi üyesi Cansu Yumuşak, SGDF’nin çağrısıyla yola çıktıklarını ifade ederek, “Bir ülkenin yeniden doğuşunu görebiliyorduk. Yanı başımızda bir ağıt varken sessiz kalamazdık. Hazırlıklarımızı yaptık, çantamızda oyuncaklarımız vardı ama merakımız da vardı. Devrim nasıl bir şey, nasıl dayanışma gösterilir, büyük bir barış süreci var önümüzde ve büyük bir umut da vardı orada. Sabah buluştuk uzun ve güzel bir kahvaltı yaptık, sınırı sadece kimliklerimizle geçebileceğimizi biliyorduk, valilikten bir izin bekliyorduk ve kamuoyuna o süreçte baskı oluşturmak için bir basın açıklaması yaptık. Birçok slogan atıldı o bahçede ama İŞİD’in oradan temizlenmesinde en büyük rol alan kadınlardı. İŞİD kadınlar tarafından öldürülünce cennete gidemeyeceklerini düşünüyorlardı ve orada, ‘Arin’den Sibel’e gidiyoruz devrime’ sloganını hatırlıyorum. Patlama alanında ambulansların içeriye girilmesine izin verilmiyordu aileler bize yetişmeye çalışıyordu. Birçok yaralımızı araçların bagajlarında yetiştirmeye çalıştık. Bahçeye gaz bombaları atıldı, birçok insan kurtulabilirdi ama olmadı” şeklinde konuştu.
‘Adalet sürecine sahip çıkmak istedik’
Katliamın yaşandığı günü anlatan Cansu şöyle ekledi: “Hala içeride tutuklularımız var, sonraki süreçte bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz diye Suruç merkezde eylem ve etkinlik yasağı kararı ilan edildi. Adalet sürecimiz iki sene başlayamadı. Dosyada gizlilik kararı vardı, biz araştırma yapılıyor diye düşünüyoruz ama hiçbir şey yapılmadı. Bu dosyanın açılması için uğraşmamız gerekiyordu. Biz başka geleceğin mümkün olacağını görmüştük biz halkız ve bizden büyük yoktu. Hiçbir düş yarım kalmayacak demek bu demekti. Bunları söylemek için yara almış aileler ve tanıklarla bir araya geldik. Yapmaya çalıştığımız şey; bu adalet sürecine sahip çıkmak ve olup bitenleri kamuoyuna teşhir etmek. Ölen dostlarımızın, kardeşlerimizin mezarları tahrip edildi. Birlikte aynı yolda yürüdüğümüz arkadaşlarımız tutuklandı, bu süreç hiçbir şekilde hiçbirimiz için kolay olmadı. Bu süreçten sağ çıkabilmek için yalnız kalmamaktı. Hayatta kalmak her zaman sağ kalmak anlamına gelmiyor.”
‘Bu hikaye Antep’te imzalanan tutanakla başladı’
Ardından Avukat Kazım Bayraktar ise Pirsus katliamına dair hukuki süreci değerlendirdi. Bu tür katliamlara ilişkin birçok davanın açıldığını dile getiren Kazım, bu katliamların failinin devlet olduğunu kaydetti. Kazım, “Bu süreçte bizim kazandığımız şu oldu; sadece tetikçilerin aldığı cezalar yeterli değil o tetiğin arkasındakilerin tespiti önemlidir. Artık bu katliamların arkasındaki faillerin kim olduklarını bu dava dosyalarında biliyoruz. Gördüğümüz manzara şu oldu; 2012’den itibaren Antep’te başsavcı, emniyet müdür, MİT imzaladığı tutanakla başlıyor hikaye. O tutanakta El Kaide örgütünün Türkiye’deki örgütleyicilerin isimleri vardı bu isimler Suruç ve Gar katliamının yapacakların isimleri de yer alıyor. İsim isim bildiğimizi söyleyebiliriz, bunlar hakkında şikayetlerimiz oldu. Ama eğer bir iktidar değişikliği olursa ve üstüne gidilirse o kadar çok delil var ki. Tetikçilerin nasıl takip ettiği, kimler tarafından takip edildiği bunların hepsini ortaya koyduğumuzda isim isim önümüzde belgeleri ile var” sözlerini kullandı.
Devlet ve katliam faillerinin temasları
10 Ekim, Amed ve Pirsus katliamının faillerinin devlet tarafından bir gün öncesinden kontrol edildiğine işaret eden Kazım, canlı bombaların sınırdan hiçbir şeye takılmadan geçtiklerini belirtti. Kazım, “Bu dava biz ‘bitti’ demeden bitmez. Bu davalarda çok şey öğrendik, öğrenmekle kalmadık, gerçek hainlerin kim olduklarını isim isim görevleri ile biliyoruz. Bütün sorun bir iktidar değişimi ile birlikte bu faillerin yargılanması ve soruşturulması gerekiyor. Antep’te üç İŞİD’li kontrole takılıyorlar, İŞİD’li Ahmet Güneş’in elinde flaşı polisler tarafından alınıyor. Başsavcı iddianame hazırladı ama o flaş iddianameye konulmadı. Buna rağmen iddianameye bir savcı bunu nasıl koymaz. Açılan davanın duruşmasında, başkan iddianamede yok ama fezlekede yer alan flaşı soruyor. Ahmet Güneş’e soruyor söylemiyor. Başkan o gün ekiplere müzakere yazıyor ve başsavcı müzakereyi uygulamıyor ve müzakereyi isteyen başkan başka yere tayini çıkıyor. Gelen yeni başkan ise bu üç İŞİD’liyi tahliye ediyor. Bu açılan davada, hakim beli, başkan beli, takip edenler belli buna rağmen emniyet müdürü operasyon talep ediyor ama başsavcısı bunu kabul etmiyor. Çünkü o süreç seçim sürecine giden bir süreçti. Bu ekipler o kaos sürecinde kullanacağı için dokunulmuyor. Yani bu katliamlar faili meçhul değil” ifadelerini kullandı.
Söyleyişi soru cevap şeklinde sona erdi.