Rojava ve kadınlar devrimini kutluyor: Kapitalizmi aşarsak özgürleşebiliriz
- 09:05 18 Temmuz 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Rojava Devrimi’nin yıl dönümü birçok etkinlikle kutlanırken, Women Defend Rojava’dan Stera Abdo, devam eden inşa sürecine ilişkin “Birkaç taviz ve reformla yetinip susamayız. Kapitalizm, ulus devlet, faşizm gibi ataerkilliği ve onun getirdiği sistemleri aşarsak kadınlar ve halklar olarak gerçekten özgür olabiliriz” diyerek gerçek bir özgürleşmenin kapitalist sistemi aşarak olabileceğini söyledi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, demokratik konfederalizm politik kuramını şekillendirirken kadının özgürleşmesinin çözülmesi gereken öncelikli sorunlardan biri olduğunu belirterek, kadınların yer almayacağı bir devriminin başarılı olmayacağının da altını çiziyor. İlk sömürülen ve sömürgeleştirilen sınıfın kadınlar olması itibariyle PKK Lideri Abdullah Öcalan, toplumdaki tüm sınıfsal farklılıklara ve diğer tüm sömürü ve kölelik biçimlerine son vermek için kadının özgürleşmesine vurgu yapıyor. PKK Lideri’ne göre tüm toplumsal sorunların çözümünün anahtarı, kadın özgürlüğü, eşitliği ve demokrasi hareketi olacaktır. “Jineloji eksenli bir hareket devrimin de gerçekleşmesini sağlayacaktır” tespitini yapıyor.
Kadınlar zafere yürüdü
Kadını devrimin anahtarı gören Abdullah Öcalan’ın göstermeyi sürdürdüğü çizgi 11 yıl önce ete kemiğe büründü. Suriye’de iç savaşın başlamasının ardından Kürt halkının ve özgürlük hareketinin direnişinde kadınlar öncü rol üstlenmeye başladı. Savaş ortamında haklarını ve topraklarını korumak için direnişe geçen kadınların rolü daha yüksek bir düzeye ulaştı. 2000’li yılların başına gelindiğinde Suriye ve Kürdistan topraklarında örgütlenen Kürt kadınları, 19 Temmuz 2012 Devrimi’ne adım adım yürüdü. Kürt halkının direnişinin temel ayağı haline gelen kadınlar siyasette, orduda, eğitimde hayatın her alanında öncü olup görünür oldu. İlmek ilmek örülen Kürt kadını eksenli halk örgütlenmesi 19 Temmuz 2012 tarihinde yeni bir yaşamın mümkün olduğunu gösterdi.
Özerk Yönetimin inşası
19 Temmuz 2012’de gerçekleşen Rojava Devrimi diğer bir adıyla Rojava Kadın Devrimi, ilk hareketin başladığı Kobanê’den diğer kentlere yayıldı. Kurulan özerk yönetimler, kantonlar ve tüm saldırılara rağmen ulus devlet fikrine alternatif bir yaşamın inşası Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğünde başlatıldı. Baas Rejimine karşı 3’üncü yol alternatifi olarak oluşturulan Özerk Yönetim, Kürt halkının mücadelesini, DAİŞ gibi katliamcı örgütlere karşı direnişi ve ulus devlet fikrine karşı demokratik konfederalizm sisteminin halkların bir arada yaşaması, ataerkilliğin ortadan kalkması ve Ortadoğu için tek çözüm yolu olduğunu tüm dünyaya gösterdi.
Kadınlar özgürlüklerini inşa ediyor
Abdullah Öcalan’ın kadının özgürleşmesini esas alan fikriyatından Rojava’da devrim yaşandı. Kadınların öncüsü olduğu direniş özerk sistemin kurulurken kadın eşitlikçi ve özgürlükçü olmasında rol almıştır. Rojava’nın bir bütünen ataerkilliği besleyen kodlardan arınmak ve yerine yenisini koymak için hala dışarıdan gelen saldırılara karşı direndiğini ve 3’üncü yolu güçlendirmeye çalıştığını söylemek mümkün. Kadınlar Rojava’da ataerkillik kodlarını aşıp kadın özgürlüğünü ve eşitliğini esas alan mekanizmalar üzerinde çalışırken ulus devletlerin kadınlara “sus payı” verdiğini görüyoruz. Kadınların haklarını korumaya dönük ulusal yasaları ve uluslararası sözleşmeleri kadınların direnişleri sonucu devreye koyan ulus devletler, kadınların gerçekten özgürlüğünü inşa etmekten yana mı?
Kadınlara iki ayrı Temmuz
Ataerkilliği sürdürmek üzerine kurulu sınırları olan ulus devletlerin elbette kadınlara “tanıdığı” haklarda veya uygulamalarında bir sınır olacaktı. Toprakların sınırı, halkların sınırı ve kadın haklarının sınırı… Ulus devletin ve onun kurduğu kurumların oluşturduğu tüm sözleşmeler kadınlara ataerkinin lütfettikleri değil aksine kadınların direnişiyle imzalanan sözleşmelerdir. Bununla birlikte sözleşmelerinin yürürlükte olduğu ülkelerde kadınlara dönük eşitsizliklerin, baskıların, sömürünün ve şiddetin her boyutunun asla azalmadığını görüyoruz. Zira Türkiye’nin 1 Temmuz 2021’de tamamen çıktı İstanbul Sözleşmesi kadın haklarına büyük bir darbe vurmakla birlikte öncecinde de sözleşmenin yükümlerinden sıyrılmak için yasalarla çeşitli gedikler açılmaya çalışmış ve şiddet, katliam ve tecavüzler azalmamıştı. Türkiye’de kadınlar sözleşmenin geri getirilmesi için savaş verirken Rojava’da kadınlar, kadın özgürlükçü sistemin nasıl daha da genişletileceği ve geliştirileceği üzerine savaş veriyor. Peki iki ayrı Temmuz için savaşan kadınlar sistemi yıkmak ve yeniden inşa etmek varken neden az ile yetiniyor?
Sözleşmeler mi sistem değişikliği mi?
Rojava halkları devrimin 11’inci yılını kutlarken, 2016’dan bu yana Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iktidarı muhalefete ve kadınlara saldırılarını arttırarak sürdürüyor. Kadın düşmanlığını esas alan ve “şiddete rağmen ailede kal” argümanını savunan iktidar, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmadan çok önce yerel yönetimlerde kadına yönelik şiddetle mücadeleyi geliştiren, yönetimde eşbaşkanlığı oturtarak kadın temsiliyetini öne çıkaran ve her alanda cinsiyet dengesini sağlamaya çalışan Kürdistan’daki belediyelere kayyumlar atamıştı. Tüm kayyumlar kadın perspektifli politikaları tersine çevirmiş ve yerelde şiddetin önünü açtı. Bakıldığında teknik olarak sözleşme hala yürürlükteydi… Ulus devletlerinin sınırları ötesine, Rojava’ya baktığımızda özerk yönetimde uluslararası sözleşmelerin teknik olarak hiçbir geçerliliği olmazken sistem tamamen kadın özgürlükçü bir yapı üzerine kurulmuştur. Rojava, şiddeti en aza indirmek için toplumun eşitlik kültürünü yaygınlaştırması ve farkındalık yaratmanın önemli olduğu fikri üzerinden ilerliyor. Rojava, aile içi şiddeti, sözde namus cinayetlerini ve cinayetleri, zorla evlendirmeyi, çocuk evliliğini ve çok eşliliği suç haline getirmek için bir dizi yasa da çıkarmıştır.
Sözleşmeler önemsiz değil ama…
Ulus devlet sınırları içerisinde kadınların kazanımlarını korumanın tek yolu çoğu zaman ne yazık ki sözleşmeler oluyor. Fakat sözleşmeler imzalandığı taktirde dahi ataerkillikle beslenen ulus devlet ideolojisine zarar verecek korkusuyla kadınlara “sunulan” haklar tam anlamayla uygulanmıyor. Sözleşmeler elbette ki önemli fakat ulus devlet nasıl bir sınırsa, ulus devlet eliyle yapılan sözleşmelerin de bir kullanım sınırı söz konusudur. Bugün hala erkek üstünlüğü tüm ulus-devlet kurumlarında ve kapitalist toplumda görüyorsa bu demektir ki kadın özgürlükçü yaşam bu kısa süreli reform ve “sus payı” vaatler ile kontrol altına alınmaktan başka bir işlev görmemektedir. Bugün Rojava kadınlara nasıl bir umu vaat ediyorsa bunun yanında başta Türkiye’nin saldırıları üzerinden ele aldığımızda tüm dünyayı korkutan ve ataerkil ulus devlet sistemini tehdit eden bir zeminde duruyor. Kadınlar için bu modelin yayılmasının önünü açmak uzun vadede yalnızca sözleşmeler için mücadele etmekten çok daha büyük bir kazanç olacaktır.
19 Temmuz Devrimine öncülük eden kadınların kurduğu Kongra Star Women Defend Rojava’dan ulus devlet sözleşmeleri olmadan kadın özgürlükçü bir yaşamı nasıl inşa ettiklerini değerlendirdi.
“Kadın özgürlüğü sorunu sadece bir kadın sorunu değildir. Kadınların kurtuluşu devrimin merkezidir. Dolayısıyla buradaki kadınlar için "Jinjiyan azadî " sloganı sadece gösterilerde atılan bir slogan değil, yaşanması gereken bir felsefedir.”
*Rojava'da kadın özgürlükçü ve eşitlikçi bir sistemin inşası için neler yapılıyor?
Rojava'da Kadın Devrimi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi olarak adlandırılan ve şimdi Rojava bölgesinden daha fazlasını kapsayan bir özyönetim yarattı. İlk kez bölge halkı tarafından demokratik olarak yönetilen bir yönetim sistemi, demokratik ulus fikrine dayanmaktadır. Demokratik ulus, paradigması tabandan gelen demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik eksenli olarak adil bir toplum fikrine dayanır ve önder Abdullah Öcalan'ın projesi. Bu bağlamda kadın özgürlüğü sorunu sadece bir kadın sorunu değildir. Kadınların kurtuluşu devrimin merkezidir. Çünkü hem Kürt toplumu hem de Rojava halkı, kadınları ve tüm toplumu ataerkil baskıdan kurtarmadan özgür bir toplum yaratmanın mümkün olmadığını anlamıştır. Dolayısıyla buradaki kadınlar için "Jin jiyan azadî" sloganı sadece gösterilerde atılan bir slogan değil, yaşanması gereken bir felsefedir. Burada, Rojava'da, kadın haklarını korumak için yıllarca süren taban örgütlenmesi ve kadın mücadelesiyle ortaya çıkan çeşitli mekanizmalar var.
“Uluslararası sözleşmelerin ötesinde burada kadın haklarını ve eşitliğini savunan mekanizmalar kuruldu. Rojava'daki kadın hareketi ve AANES'in inşasında kadınların öncü rolü sayesinde kadınları güçlendiren ve haklarını koruyan düzenlemeler oluşturuldu.”
*Rojava’da uluslararası sözleşmelerin geçerliliği nedir, bu sözleşmeleri burada uygulayabiliyor musunuz? Kadın haklarının korunması ve özgürlükçü eşitlik eksenli bir yapı için nasıl bir mekanizma işletiliyor?
Bir kadın devrimi olan Rojava Devrimi’nin sonucunda Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (AANES) kuruldu. Bir ulus-devlet sistemi ya da zihniyetinin ötesinde burada yerleşen ve örgütlenen bu sistem, uluslararası alanda tanınmadı. Bu sistem tanınmadığı için herhangi bir sözleşmeyi resmi olarak imzalayamaz veya taahhüt edemez. Dolayısıyla bu uluslararası sözleşmeler resmi olarak geçerli değil, ancak uygulamada bu sözleşmeler BM CEDAW Sözleşmesi gibi AANES tarafından yerine getiriliyor. Ancak bu sözleşmelerin ötesinde burada kadın haklarını ve eşitliğini savunan mekanizmalar kuruldu. Rojava'daki kadın hareketi ve AANES'in inşasında kadınların öncü rolü sayesinde kadınları güçlendiren ve haklarını koruyan düzenlemeler oluşturuldu. Örneğin AANES ve tüm kurumlarında yüzde 50 kadın kotası var. Kadın haklarının önemli yer tuttuğu bir toplum sözleşmesi var. Bu toplumsal sözleşmenin taslağında, bölgedeki farklı etnik ve dini grupların kotasının yanı yüzde 50'lik bir toplumsal cinsiyet kotası da konuldu.
Katılımcı toplumsal yasalar ve mekanizmalar
Kongra Star Kadın Hareketi ve diğer kadın hareketleri de taslak hazırlama sürecine dahil oldu. 2014 yılında Rojava'da ilk kez bir kadın yasası çıkarıldı ve şimdi adı Aile Yasası olarak değiştirildi ancak bu yasada kadın haklarını korumak ve savunmak için yasalar formüle edildi. AANES Adalet Konseyi'nin bir parçası olan bir Kadın Adalet Konseyi var. Kadın Komitesi/Kadın İşleri Bakanlığı'na bağlı Kadın Savunma Evleri'nin yanı sıra hakları ihlal edilen kadınların başvurabileceği Mala Jin (Kadın Evi) bulunuyor. Mala Jin, kadın hareketi tarafından kadın devriminin resmi olarak başlamasından hemen önce ve AANES'in kurulmasından çok önce kuruldu, ancak sonra Kadın Adalet Konseyi'nin bir parçası oldu. Ayrıca, tabandan örgütlenen, kadınların bu kazanımlarını savunan, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın özgürlüğü bilincini toplumun zihniyetine demirleyen siyasi bir güç olan güçlü bir kadın hareketine sahibiz. Kanunlar, özellikle toplumun anlayışı izin veriyorsa, hızla değiştirilebilir. Ama bir toplumsal bilinç ve zihniyet oluşturduktan sonra onu bozmak zordur.
“İstanbul sözleşmesi kadın haklarını tam olarak korumadı, ancak bu sözleşmenin geri çekilmesi ve diğer yasaların kabulü ve iptali ile kadın hakları ihlalleri resmi olarak Türk devleti tarafından ‘yasallaştırıldı.’ Dolayısıyla görüyoruz ki, kadın özgürlük mücadelesi sadece ataerkillik temelinde ve ulus devletin vaat ettiği yasalarla sınırlandırılamaz.”
*Şunu sormak istiyorum, yüzlerce ülkede sözleşmeler işletilmesine rağmen kadınlar hala ikinci sınıf yurttaş. Hakları, bedenleri ve kimlikleri sömürülüyor. Bu sömürünün önüne geçmek için sözleşmeler tek başına yeterli mi yoksa yeni bir sisteme mi ihtiyaç var?
İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmeler, bu konjonktürde bir ulus devlete karşı uluslararası baskı kuracak bir zemin oluşturmak için resmi, yasal bir metin yazılmış olması açısından önemlidir. Türkiye'nin bu sözleşmeden geri çekilmesine karşı kadınların mücadelesi çok önemlidir. Ama İstanbul Sözleşmesi'nden önce de bu sözleşmenin ve dolayısıyla kadın haklarının ihlal edildiğini de gördük. Bu sözleşmenin geri çekilmesiyle Türk devleti sadece zaten var olan uygulamalarını ve tutumunu yasallaştırmış oldu. Bu sözleşme kadın haklarını tam olarak korumadı, ancak bu sözleşmenin geri çekilmesi ve diğer yasaların kabulü ve iptali ile kadın hakları ihlalleri resmi olarak Türk devleti tarafından "yasallaştırıldı." Bu uluslararası anlaşmaları imzalayan ya da evrensel kadın haklarını yasalarına ve anayasalarına yerleştiren birçok ülkede kadınlar hâlâ ikinci sınıf vatandaş konumunda; hakları, bedenleri ve kimlikleri sömürülüyor.
Ulus devlet yasaları hiçbir yerde kadın haklarını garanti etmiyor
Dünyanın her yerinde ataerkil bir sistem var ve bu tüm ülkelerde görülüyor. Buna karşı olması gereken yasalara rağmen, kadınlar cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa uğruyor. Örneğin, cinsel taciz ve tecavüz kültürüne dikkat çeken "MeToo" hareketiyle, toplumsal cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu varsayılan ülkelerdeki kadınlardan büyük bir tepki geldi. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği varsa, bu tecavüz kültürü ve kadın bedenine yönelik saldırılar nereden geliyor? Dolayısıyla görüyoruz ki, kadın özgürlük mücadelesi sadece ataerkillik temelinde ve ulus devletin vaat ettiği yasalarla sınırlandırılamaz. Bu, kulağa ne kadar hoş gelse de yasaların hiçbir yerde kadın haklarını garanti etmediğini gösteriyor. Son yıllarda sadece İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasıyla ilişkili değil, Türkiye'de, tüm dünyada kadınların feminist bir mücadeleyle kazandıkları kadın haklarının artık saldırı altında olduğunu görüyoruz. Şimdi kadınlar kazanılmış bu hakları savunma mücadelesi veriyor.
“Birkaç taviz ve reformla yetinip susamayız. Kapitalizm, ulus devlet, faşizm ve doğal afetler gibi ataerkilliği ve onun getirdiği sistemleri aşarsak kadınlar ve halklar olarak gerçekten özgür olabiliriz.”
*Kadınların ve halkların özgürleşmesi için sözleşmeler yerine nasıl bir sistem inşa edilmelidir, bunun için mücadele ayağı nedir ve nasıl olmalıdır?
Kadınların ve halkların mücadelesi sürekli bir mücadeleyi gerektirir. Burada tüm nüfus gruplarının, dini grupların ve farklı etnik grupların demokratik yönetime dahil olduğu bir devrim başlattık. Ama bir devrimin, bir mücadelenin 5, 10, 15 yıl sonra bitmediğinin de farkındayız. Gerçek mücadelenin siz kendi sisteminizi kurduktan ve kendinizi yönettikten sonra başladığının da bilincindeyiz. Kadınların özgürleşmesi adına kazanılan hakların bugün tüm dünyada yeniden saldırıya uğradığını ve gerileme yaşandığını da görüyoruz. Demek ki birkaç taviz ve reformla yetinip susamayız. Kapitalizm, ulus devlet, faşizm ve doğal afetler gibi ataerkilliği ve onun getirdiği sistemleri aşarsak kadınlar ve halklar olarak gerçekten özgür olabiliriz. Kadınlar uluslararası alanda ataerkillikle bir bütünen çevrili ve kadınların her yerde savaşması, örgütlenmesi, dayanışma ve ağ kurma gücü haline gelmesi gerektiğinin farkında olmalıyız. Kapitalizmin bölüp birleştirme ve ele geçirme girişimlerine teslim olmamalı, farklı renklerimizle kadınlar ve halklar olarak mücadele etmeli ve birlik olmalıyız.