Hasta tutsaklar için kampanya başlatılacak

  • 09:04 17 Temmuz 2023
  • Güncel
 
Melike Aydın 
 
İZMİR - Cezaevlerinin sağlıklı bireylerin bile hastalandığı, işkencenin derinleştiği mekanlar olduğuna dikkat çeken hak savunucuları, hasta tutsakların sağlığa erişimi üzerine kampanya başlatacaklarını duyurdu.
 
Cezaevlerinde tutsaklara dönük işkenceye varacak şekilde uygulamalara her geçen gün yenileri ekleniyor. Hak savunucuları, işkence suçunun en yaygın ve sistematik olarak işlendiği yerlerden ilk akla gelenin cezaevleri olduğuna dikkat çekerken, burada sağlıklı yurttaşların bile hastalandığını, ölümlere yol açacak şekilde yapılan işkencenin bugün de farklı boyutlarıyla yapılandırıldığına  işaret ediyor. İmralı Cezaevi’nde PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin diğer cezaevlerinde de uygulamaya konulduğunu hatırlatan hak savunucuları, cezaevlerinde yaşananlara sessiz kalınmaması gerektiğini vurguluyor. 
 
Hak savunucuları işkencenin hem toplum hem de cezaevi üzerindeki etkilerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘İşkence ile amaç iradeyi teslim almak’
 
İşkencenin farklı alanlarda farklı şekillerde en çok polis ya da asker tarafından uygulandığını ifade eden insan hakları aktivisti Günseli Suna Kaya, işkencenin iktidarların kendi egemenliğini devam ettirmek, toplumda bir korku iklimi yaratmak için kullandıkları yöntem olarak değerlendirdi. İşkencenin gözaltında, sorgu sırasında ve cezaevlerinde tutsakları siyasal görüş inançlarından arındırmak, pişman ettirmek veya onları kişiliksizleştirmek için de yapılan bir uygulama anlamına geldiğini söyleyen Günseli, “Onlara ‘devletin istediği şekilde ıslah etmek için yapılan uygulamaların bütünüdür işkence. 12 Eylül öncesinde de vardı, esnasında ve sonrasında da var. Bugün de değişik şekillerde var. 1951 tefkifatında TKP tutuklamaları sırasında, 12 Mart, 12 Eylül döneminde fiziksel işkenceler yapılmaktaydı. 1990’lı yıllarda mahkeme tutanaklarında da geçer, ne yazık ki cinsel taciz ve tecavüz de yaygın olarak uygulanıyordu, farklı formlar olarak devam ettirildi. Cezaevlerinde çıplak arama, gözaltına alınırken ters kelepçe ‘sen bizim elimizdesin istediğimizi yaparız’ ruh halini vermek ve iradesini teslim almaktır” sözlerini kullandı.
 
‘Özgürlüğünden yoksun bırakıyorlar’
 
İşkencenin kişiye ‘bir hiçsin’ düşüncesini kazıma amacı taşıdığını vurgulayan Günseli, son yıllarda tahliyelerin belirsiz bir tarihe ertelenmesiyle tutsaklara ‘tahliye olamayacakları’ yaşamdan, sevdiklerinden koparmak ve yalnızlaştırma gibi duyguların yerleştirilmek istendiğini vurguladı. Günseli, “Eğer siyasal iktidarın resmi paradigmasına uygun olmayan şeyler yapıyorsanız, hemen çembere alınıyorsunuz. Özgürlüğünüzden yoksun bırakıyorlar. Kalkanlarla çevirip, cop hatta basınçlı su ile ifade hakkını sabote ediyorlar. Bu da, ülkede korku iklimi yaratarak, farklı görüşlerin ifade edilmesini engelleme ve kamuoyunu belli gerçeklerden uzak tutma amacı taşımaktadır” diye belirtti. 
 
‘Cezasızlık işkenceciyi cesaretlendiriyor’
 
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1987’de işkencenin insanlık suçu olduğunu ve zaman aşımı tanımadığı ilanından sonra uluslararası sözleşmelerde güvence altına alındığını söyleyen Günseli, “Velev ki işkence faillerini ortaya çıkardınız. Ama ‘kolluk gücünün şiddeti uygulama yükümlülüğü’nden dolayı ölümlü olaylarda dahi cezalandırılmaması onları cesaretlendirici bir tutumdur. Ülkemizde 40 yılı aşkın zamandır yaygın olarak uygulanmaktadır” dedi. 
 
‘Kötülük sıradanlaşıyor, işkence topluma yayılıyor’
 
İşkencenin devam etmesinin, cezasızlık politikalarının toplumun suskunlaştırılması, suskun toplumların da işkence uygulamaların süreklileşmesini getirdiğine dikkat çeken Günseli, “Bu, kötülüğün sıradanlaşmasını beraberinde getiriyor. Toplumda işkenceden korku ve sessizlik,  sessiz kalan toplumda işkencenin topluma yayılması anlamına geliyor. O nedenle işkencenin suç olduğunu ve zaman aşımının olmadığını iktidarların geçici olduğunu, insanlık ailesine dair kazanımların bir gün mutlaka galip geleceğinin bilinmesi, işkenceye karşı yüksek sesle karşı çıkılması, toplumun yükselmesini sağlayacağını düşünüyorum” diye belirtti. 
 
‘İşkence yapılandırıldı, hasta eden cezaevleri inşa edildi’
 
İşkencenin 1990’lı yıllarda devlet tarafından yapılandırılmamışken bugün fiziksel ve psikolojik olarak yapılandırılmış bir işkence ile cezaevlerinde devam ettiğini kaydeden Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) üyesi Avukat Aylin Onursev, herhangi bir cezaevine giren tutsağın tam ve sağlıklı halde olsa bile hastalanacağını dile getirdi. Cezaevi koşullarının tutsakları hastalandırmak üzere düzenlendiğini söyleyen Aylin, “Y Tipi Cezaevi’nde kalanlara, ağırlaştırılmış müebbet mahpuslarına uygulanan koşulları uyguluyorlar. Henüz yargılamanın bitmemiş olması bir önem arz etmiyor. Sadece bir saat avluya çıkma hakkı veriyor, avlu da sadece tavanı olmayan bir hücre gibi. Sadece gökyüzünü görebiliyorsunuz.  Buradaki insanların çok büyük bölümü tek başına kalıyor. Başkalarıyla selamlaşma boyutunda bile günde 10 kişiyi görmeniz gerekir ancak sadece gardiyanları görebiliyorlar. Pencereler çok küçük, demir parmaklıkların ardından ince teller var içeriye hava ve güneş girmesini engelliyor. Bir saatlik avluya çıkma hakkı için cezaevi yönetimi ve gardiyanla iyi geçinmek zorundalar” sözleriyle Y tipi cezaevlerindeki durumu özetledi.
 
‘İmralı tecridi yaygınlaşıyor’
 
Türkiye’de çok sayıda ağır hasta tutsak bulunsa da, genel olarak tutsakların yüzde 95’nin düşük ve orta seviyede hasta olduğunu dile getiren Aylin, bunun tecrit uygulamasının bir sonucu olduğunu sözlerine ekledi. Özellikle Y Tipi ve Yüksek Güvenlikli Cezaevi uygulamalarının tecridin yaygınlaşması anlamına geldiğini kaydeden Aylin, “Cezaevi içindeki bütün devle kurum ve kuruluşları, çalışan müdür, gardiyan, herkes bu suça ortak oluyor. Bizler de kamuoyunun ilgisine çıkarmadığımız için bizler de ortağız. Doktora erişimde zorlanıyorlar, hastalıkları kronik aşamaya gelmediği sürece hastaneye erişim sağlanmıyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Hastaneye erişim hakkına dair kampanya başlatılacak’
 
Aysel Tuğluk'a Özgürlük İçin 1000 Kadın’ın düzenlediği kampanyanın kamuoyunun dikkatini çekse de bu kampanyaya gösterilen ilginin diğer tutsaklara gösterilmesi üzerinde duran Aylin, “Onun yaşadıklarının çok benzeri cezaevlerinde yaşanıyor. İnsanlar kanser oluyor, cezaevlerinde vefat ediyor. Orta ve hafif derecede hastalar sağlığa erişim sağlayamadıkları için ağır hale gelecekler. Bu cezaevleri mahpusu hasta etmek amacıyla yapılandırıldı. Bu konuda kampanyalar düşünülüyor. STK’ler tarafından hastaneye erişim haklarının rutin şekilde engellenmesi nedeniyle bu konuda bir kampanya hazırlıkları var. Bir süre sonra kamuoyuna duyurulacaktır” dedi. 
 
‘Onların sorunları bizim sorunlarımız’
 
Aylin son olarak hasta tutsakların rutin olarak haklara erişiminin engellenmesinin bir işkence olduğunu ve bu işkencenin kamuoyu tarafından bilinmesi ve duyarlılıkla üzerinde durulmasının altını çizerek, “Onların sorunları bizim sorunlarımız. Türkiye'de insanların neden içeriye girileceği konusunda belirsizlik olduğu için hepimiz mahpus adayıyız” diye konuştu. 
 
‘Hekimlik evrensel insan hakları üzerine kurulmuş bir meslek’
 
Hekimlik mesleğinin ilk noktadan itibaren evrensel insan haklarına saygı duymak üzerine kurulmuş bir meslek olduğunu anımsatan İzmir Tabip Odası Aile Hekimliği Kolu ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi Doktor Sibel Uyan, hastanın anamnezi alınmasının, verilerin korunmasının, muayenelerin ve muayene sonrası tedavilerin kişiye özel olmasının çok önemli olduğunu söyledi. Sibel şöyle devam etti: “Kişinin pozisyonunun, neye istinaden suçlu olup olmamasından bağımsız yaptığımız işin her yerde aynı olması gerekir. Kişi kanser hastasıysa, bakıma ihtiyacı varsa cezaevinde izole olması cezaevinde kalması hastalığı açısından riskliyse bu kişiye cezaevinde kalabilir raporu verilmesi hiçbir hekimin yapabileceği bir şey değildir. Yapılabilen noktada da gerekli müdahalelerin yapılması gerekir. Bu tarz rapor veren hekimlerle de gerekli iletişimlerin kurulması gerekiyor. Çünkü eve bile göndermediğimiz, tek başına kalmasını istemediğimiz hastalığı olan hastaların cezaevinde izole olması, tek kişilik hücrede kalması zaten evrensel değerler açısından bir handikaptır, sıkıntıdır.”
 
‘Bazı doktorlarla iletişim kurduk’
 
İzmir Tabip Odası’nın evrensel değerler çerçevesinde kişinin değerlendirmesinin yapılması açısından çaba gösterdiğini belirten Sibel, iletilen hak ihlallerine ilişkin değerlendirmeler yapıldığını kaydetti. Odanın onur kurullarının hekimlerin yaptığı iş doğrultusunda mesleği kötüye kullanma ya da mesleği ile ilgili yanlış donanımla hizmet vermesi durumunda mutlaka değerlendirmeler ve iletişimler kurulduğunu vurgulayan Sibel, “Ama bu bilgilerin bize ulaşması gerekiyor. Biz de bize gelen bilgi kadar çaba sarf ediyoruz. Gelen bilgiler var, bu bilgiler doğrultusunda hekimlerle iletişim kurduk. Önce bir bilgi eksikliği mi, niyet değişikliği mi bunların irdelenmesi ardından gerekli incelemelerin yapılıp gerekli işlemlerin yapılması gerekiyor” sözlerine yer verdi. 
 
‘Türk Tabipler Birliği’ne bildirimde bulunulmalı’
 
Yaşanan siyasi atmosferde, dışarıdan gözlemci olarak cezaevlerine girmenin imkansız olduğunu söyleyen Sibel, “Alanlarda bize müdahale edilirken, bunu gerçekleştirmek çok zor. Evrensel değerler, her meslekte değerli olmalı. Bilgi eksikliği olabilir, bunun telafisi için bu konuda  her zaman herkesin, Türk Tabipler Birliği’ne bildirimde bulunması gerekiyor” diye konuştu.