Baroness Christine Blower’den kimyasal değerlendirmesi: Türkiye masum değil!
- 09:01 14 Temmuz 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Türkiye’nin Zap, Avaşin, Metîna’da kimyasal silah kullanması gündemdeki yerini korurken, başta OPCW olmak üzere uluslararası kurumların sessizliğini ve Türkiye’nin yasaklı silahları kullanmadığını iddia etmesini değerlendiren Birleşik Krallık Lordlar Kamarası üyesi Baroness Christine Blower, “Eğer Türkiye kimyasal silaha sahip olmadığını iddia ediyorsa, o zaman açıkça uluslararası toplumun tüm endişelerini gidermek ve bizi inandırmak için, soruşturma için insanları davet etmekten memnuniyet duymalıdır. Masum olduğunuzu bize gösterin. Türkiye'nin bu işe girişme hevesinin olmamasından anladığım kadarıyla, özünde kesinlikle masum değiller” dedi.
Türkiye'nin Güne Kurdistan sınırında bulunan Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine dönük 17 Nisan 2022'de başlattığı saldırılar devam ediyor. Saldırılarda kullanılan kimyasal silahlar insanlara etkileri ile birlikte ekolojik dengeyi de tehdit ediyor. Konuya ilişkin binlerce çağrı ve görüntüye rağmen Türkiye ve KDP tarafından incelemeler engellenirken, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) ise bir yandan milyonlarca kimyasalı imha etmekle övünürken diğer yandan Türkiye’nin saldırılarını sadece izlemekle yetindiğini bizzat dile getirmişti. Türkiye’nin kullandığı söylenilen beyaz fosforun ise kimyasal silah olarak değerlendirilmemesi ise başka bir çıkmaza işaret ediyor.
Avrupa Sendikalar Eğitim Komitesi Başkanı (ETUCE), Birleşik Krallık Lordlar Kamarası Üyesi ve “Öcalan'a Özgürlük Sendikası Kampanyası” (Freedom for Ocalan Trade Union Campaign) Eşbaşkanı Baroness Christine Blower, Türkiye’nin Kürtlere yönelik kimyasal silah kullandığını belgeleyen görüntüler ile OPCW’nin konuya yaklaşımı ve sessizliğini değerlendirdi.
‘Kürtlere yönelik bir saldırı modeli görüyorum’
Türkiye'nin kimyasal silah kullandığına ilişkin görüntü ve fotoğrafların açık ve meşru bulgular olduğunu dile getiren Christine, Kürtlere yönelik bir saldırı gördüğünü belirtti. Christine, "Bildiğiniz gibi bu konuda bir uzman değilim, Birleşik Krallık'ta Lordlar Kamarası üyesiyim. Ordu, askeri prosedürler veya kimyasal silahlar konusunda uzman değilim. Ancak ben çok uzun yıllardır Türkiye'nin Kürdistan konusunda nasıl davrandığını yakinen takip ediyorum ve bir davranış modeli, bu bir saldırı modeli ve Kürtlere yönelik bir baskı modeli görüyorum. Dolayısıyla kimyasallarla ilgili tüm bulguların meşru olarak toplanmış deliller olduğu değerlendirmesini yapabilirim. Bana göre açıktır ki Türkiye'nin bir ulus devletten beklenmesi gereken normların dışında davrandığı için suçlu olduğunu ortaya koyuyor" dedi.
‘Bazı uluslararası kurumlar yanlış temeller üzerine kurulu’
OPCW'nin ajansımıza Türkiye'nin kimyasal silah kullandığı iddialarıyla ilgili verdiği "iddiaları izliyoruz" yanıtına ilişkin Chirstine, iddiaları izlemek yerine harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. Christine, "Pek çok uluslararası örgütün kendi elleriyle oluşturdukları büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Genellikle müdahale etmeleri gereken yerde müdahale etmelerini engelleyen kurallar ve düzenlemeler oluşturuyorlar. İddiaları takip ediyorlarsa bana göre bir şeyler yapmaları gerekiyor ama harekete geçme konusunda emin değiller. 'Müdahale etmiyorum' diyorlar çünkü kurallarına güveniyorlar. Kendi koydukları kurallar doğrultusunda üçüncü taraf veya taraf devletin istekleri doğrultusunda 'içeri girer ve inceleme yaparım' diyor. Bu yüzden bu organizasyonlardan bazılarının en başta yanlış temeller üzerine kurulduğunu düşünüyorum" diye konuştu.
‘OPCW sözleşmeyi imzalayanların silah stoku olmadığından emin olmalı’
Geçtiğimiz günlerde yine OPCW'nin ABD bazında yaptığı açıklamada kuruluşundan bu yana milyonlarca kimyasal silahı imha ettiğine ilişkin Christine şöyle konuştu: "Pek çok kimyasal silahın imha edilmiş olduğu gerçeğini elbette herkes memnuniyetle karşılamalıdır. Ama eğer bir akım varsa ya da kimyasal silahlardan kurtulacağımıza dair mutlak bir efsane varsa, o zaman gerçekten OPCW sözleşmeyi onaylamış veya fiilen etkinleştirmiş olan ülkelere dikkatle bakmalıdır. Silahların, imza sahibi olan başka hiçbir ülkede depolanmadığını kontrol etmek için gereken her şeyi yaptığından emin olmalıdır. Bu yüzden benim görüşüm, daha önce kimyasal silahlara sahip olan herhangi bir ülkenin, uluslararası topluluğa artık bu silahlara sahip olmadıklarını gösterebilmeleri için teftiş edilip soruşturulabilmesini sağlamanın bir yolunun bulunması gerektiği ve incelemeye açık olmasının sağlanmasıdır. Herhangi bir silah kabul edilemez, ancak bu kimyasal silahlar asla kabul edilemezler arasındadır."
‘Türkiye’nin kimyasal silahı yoksa inceleme için de korkusu yok demektir’
Kimyasal silahların imhasının yapıldığı OPCW tarafından dile getirilirken Türkiye tarafından kullanılan beyaz fosforun kimyasal silah kategorisinde yer almamasını "inecelikli bir nokta" diye nitelendiren Christine, "Beyaz fosforun kimyasal silah olmadığını söylemek incelikli bir nokta olarak tanımlayabileceğiniz bir şey, değil mi? Çok açık ve net kimyasaldır ve bu koşullar altında insana karşı kullanıldığında açıkça bir silahtır. Bu nedenle, herhangi bir ülkenin, özellikle de benim ülkemin, çatışma bölgelerine giden yolu bulan beyaz fosforun Türkiye'ye satılması olasılığıyla ilgilenmesi son derece üzücü. Eğer Türkiye kimyasal silaha sahip olmadığını iddia ediyorsa, o zaman açıkça uluslararası toplumu ve Türkiye hakkında endişeleri olan bizlerin tüm endişelerini gidermek ve bizi gerçekten inandırmak için, soruşturma ve inceleme yapılması için insanları davet etmekten memnuniyet duymalıdır. Araştırma için bir çekincesi olmamalıdır. Çünkü eğer gerçekten bulunacak bir şey yoksa soruşturmadan korkacak bir şeyi de yok demektir" sözlerini kullandı.
‘Birleşmiş Milletler barışın garantörüyse araştırma için Türkiye’yi ikna etmeli’
Kimyasal kullanımına ilişkin uluslararası sessizliğin dikkat çekici olduğunu belirten Christine, şunları belirtti: "Birleşmiş Milletlerin (BM) bu konuda adım atmamasını dikkate değer buluyorum. NATO konusunda daha az bir bilgim var fakat BM'nin bölgede neler olup bittiğine ilişkin uzmanları göndermeyi önemli bulmaması ve böyle hissetmemesi dikkate değer. Yine daha önce de belirttiğim gibi, eğer Türkiye temelde, mevut hükümet kendisini masum olarak görüyorsa, bunu herkese göstermek isteyecektir. Çünkü gerçek şu ki, Türkiye'nin özellikle Kürt halkına karşı ve hatta Türk nüfusunun bazı kesimlerine de olağanüstü kötü davrandığına dair küresel ölçekte çok büyük bir korku var. Görülen o ki Türk hükûmeti ve BM arasında üst düzey bir ilişki var. Diğer üye devletler BM’nin varlığını sekteye uğratmak için nasıl baskı kurabiliriz diye düşünüyorlar, bunun amacı bizi yani dünyanın geri kalanını haksız olduğumuza, Türkiye’nin bizim yıllarca düşündüğümüz gibi saldırgan olmadığına dair bizi ikna etmeye çalışıyorlar. Eğer Türkiye saldırgan taraf değilse, araştırma yapmayı kabul etmelidir. Uzunca bir süre öğretmenlik yaptım. Bunu okul sınıflarında ders anlatırken sahip olduğum türden bir fikirle beyan edebilirim, bu da şudur: Biri bana bir şey yapmadığını söylese ve ben gerçekten onların bunu yaptığına inansam gerçeği bulmak için araştırmak isterdim. Çünkü bir şeyin gerçekte yaşanıp yaşanmadığını anlamak ve bilmek önemlidir.”
‘Bize masum olduğunuzu gösterin, fakat değilsiniz’
“Benim için çok basit bir denklem. Eğer Birleşmiş Milletler varsa ve küresel barışın garantörü olmak üzere tasarlanmışsa ki bu onun önemli rollerinden biridir, o zaman Türkiye'yi inceleme için ikna etmeye hazır olmalıdır” diyen Christine, “Tüm yolların veya iddiaların incelenip değerlendirilmesi Türkiye'nin kendi çıkarına olur. Eğer Türkiye bizi iyi, nezih ve demokratik bir ülke olduğuna ikna etmek istiyorsa, bunu yapmaya açık ve hazır olmalıdır. Küresel ve uluslararası düzenlemeler yapılırken eğer ulus devletlerin kötü eylemlerini dünyanın geri kalanından gizleyebilecekleri bir şekilde kurulursa o zaman şunu sormalıyız; niçin varlar? Açıkçası eğer gerçek korku ve endişenin yaşandığı, insanların katledildiği ve çatışma bölgelerine gidebileceklerinden emin olamıyorlarsa hiçbir işe yaramazlar. Bu bölge halkı çok kötü muamele görüyor, yasaklı silahlar kullanılıyor vb. Eğer bu uluslararası kuruluşların müdahil olma imkanı yoksa, o zaman ne kadar değerli olduklarını kendimize sormalıyız. Ama aynı şekilde birkaç kez söylediğim gibi, ulus devletlere de şunu söylemeliyiz; eğer bize masum olduğunuzu söylüyorsanız, biz de diğerleri gibi, diğer temsili ulus devletler olarak şunu söylemeliyiz: Masum olduğunuzu bize gösterin, bunlara cevap vermek sizin yararınıza. Türkiye'nin bu işe girişme hevesinin olmamasından anladığım kadarıyla, aslında özünde kesinlikle masum değiller” değerlendirmesi yaptı.
‘Geriye doğru adım atılarak çözümden çok uzaklaştık’
Tüm saldırıların temelinde Kürt sorunundaki çözümsüzlük yattığını dile getiren Christine, çözümden uzak olunduğunu belirtti. Umudunun tükenmediğini belirten Christine şöylson olarak şunları söyledi: “Müzakere olasılığının olduğu ve barışa çözüme yaklaşılan bazı dönemler olmuştur. Örneğin, PKK ile ufukta Kürt sorununun çözümüne yönelik bir yaklaşım şansı varken, şimdi bundan çok uzaktayız. Sorun şu ki, ileriye doğru bazı küçük adımlar atmış olabiliriz ama şimdi o kadar çok geri adım attık ki bu yüzden Kürt sorunu hala apaçık ve çok canlı bir sorun. İnsanlar çözümsüzlük nedeniyle çok acı çekiyor. Sadece Abdullah Öcalan'ın hapsedilip tecrit edilmesi nedeniyle değil, bununla ve çözümsüzlükle yaşamları mahvolan sahada binlerce kadar insan ve çözüm arayan, Kürt sorunuyla ilişkilenen insanlar da var. Kişisel olarak, genel seçimlerin sonucu ve önümüzdeki dönemde mevcut iktidarın görevde ve iktidarda kalacak olması beni çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. İyimser baktığımda, dünya çapında hala Kürt sorunuyla ilgilenen o kadar çok insan olduğuna ve sonunda çözümü başaracağımıza inanıyorum. İnsanlar Güney Afrika'daki apartheid sisteminin düşüşüyle benzetmeler yaptılar. Örneğin, çoğumuz bunu hayatımızda asla göremeyeceğimizi düşünüyorduk ve sonra gördük ki gerçekleşebiliyor. Geleceğimiz için ileriye doğru bazı adımlar atabileceğimiz bir pozisyona geleceğimizi düşünüyorum. Çünkü bu o kadar uzun süreli acil bir uluslararası sorun ki Türkiye'de birçok insan gerçekten barışçıl bir çözümü hak ediyor. Bunu nasıl yapacağımıza gelince, bunu ancak bu sorular üzerinde çalışmaya devam eden bizlerden gelen sürekli uluslararası baskıyla olabileceğini düşünüyorum. Ben sadece, son on yıllardır Kürt bölgesini izleyen insanların, Türkiye'nin iğrenç olduğunu düşündüğümüz davranışını kamuoyunun dikkatine sunmaya devam etmek için elimizden gelen her şeyi yapması gerektiğini düşünüyorum. Kürt sorunu, birçok kişinin üzerinde çalışmaya devam ettiği güncel bir sorun olmaya devam ediyor.”