‘Kürt kadın özgürlük mücadelesi hedefte’
- 09:01 11 Temmuz 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıları ile Paris ve Silemanî’de katledilen kadın siyasetçilere dikkat çeken AVEG-KON Eşbaşkanı Esra Asiye Güden, saldırıların asıl hedefinin Kürt kadın özgürlük mücadelesi olduğunu söyledi. Kuzey ve Doğu Suriye’deki yeni yaşamın inşasına dair ise Esra şöyle dedi: “Kürt halkı, 3’üncü alternatif olmayı denedi ve bunu başardı. Burada halkların özgürleşme paradigması etkili oldu, Sayın Öcalan’ın geçmiş dönemde Ortadoğu ve Suriye içindeki konumlanışı etkili oldu.”
Ortadoğu’da yürütülen savaş ve Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları sürüyor. Bir yandan da özel savaş politikalarını da işleten Türkiye, birçok bölge ve ülkede suikastlerin de altından çıkıyor. Kürt halkına ve özellikle kadınlarına dönük saldırı ve ırkçı söylemlerin de birçok suikaste zemin hazırladığını söylemek mümkün. Önce Sakineler, sonra Nagihan Akarsel ardından yine Paris’te Evin Goyi ve en son Qamişlo’da katledilen Yusra Derwêş… Saldırı ve savaş ihracatını sürdüren Türkiye’nin, Ortadoğu’daki savaşta çözüm gücü olacağı ifade edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi de devam ediyor. Bir bütün olarak tecritten doğan savaş, suikast, katliamlar ve özel savaş politikalarına karşı halklar ise direnişi sürdürüyor.
Yürütülen özel savaş politikaları, uluslararası sessizlik ve en son Fransa'nın başkenti Paris'te 23 Aralık 2022'de Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi yakınlarında düzenlenen silahlı saldırıya dair son gelişmeleri AVEG-KON Eşbaşkanı Esra Asiye Güden ile görüştük.
“Bu katliamlarda kuşkusuz benzer şeyler var çünkü çok açık her iki katliam bakımından Fransa devletinin Faşist Türk sömürgeciliğiyle ya da MİT ile işbirliği ve kirli pazarlıkları olduğunu düşünüyoruz.”
*Paris’te Kürtlere ve Kürt kadınlarına yönelik iki katliama tanık olduk. Bu katliamlar neye işaret ediyordu?
Paris katliamlarının, Fransa veya Avrupa’da yaşayan Kurdistan göçmenleri bakımından çok ciddi sonuçları oldu, çünkü Paris ikinci kez bir Kürt kadın katliamıyla ve Kürtlerin katledilmesiyle yeniden sınanmış oldu. Sakine Cansız, Leyla ve Fidan yoldaşlarımızın katledilmesinin ardından ikinci kez geçtiğimiz Aralık ayında Evin Goyi ve iki yoldaşımız katledildi. Bu katliamlarda kuşkusuz benzer şeyler var, çünkü çok açık her iki katliam bakımından Fransa devletinin Faşist Türk sömürgeciliğiyle ya da MİT ile işbirliği ve kirli pazarlıkları olduğunu düşünüyoruz. Birisi ırkçı faşist eliyle gerçekleşti, diğeri de Türkiyeli bir faşist tarafından gerçekleştirildi ama hedeflenen, istenilen çok açık ki Kürdün boğazlanması ve bu eksende Kürt özgürlük mücadelesinin, Kürt kadınların mücadelesinin geriletilmesi amacıydı. Her dönemin oturduğu siyasal zemin onun amaçlarını da belirliyor. Sakineler katledildiğinde müzakerelerin olduğu süreçti ve bu müzakerelerin bir yandan sabote edilmesi amacı vardı. Diğer yandan da Kürt özgürlük hareketi ve kadın hareketinin gelişim düzeyi ve oradaki öznelerin belirleyici bir durumu vardı; özellikle Sakine Cansız bağı içinde söylüyorum, çünkü Kürt kadınına toplamda özgürlük mücadelesine değişik biçimlerde çokça katkıları olan bir kimlik, yine Leyla Şaylemez, Fidan Doğan ve en son katledilen Evin Goyi yoldaşlarımız bulundukları ve görev aldıkları zemin içerisinde özgürlük mücadelesini geliştiren ve büyüten bir minvalde hayat sürdüler. Onların hedef seçilmesi çok doğal ki faşizmin, sömürgeciliğin amaçlarını ifade ediyor.
“Fransa’da, Avrupa’da Türkiyeli Kürdistanlı örgütlenmelere dönük saldırılar sürüyor. Hem faşist tekçi saray rejiminin örgütlediği saldırılar bakımından hem de Avrupalı emperyalist devletler sömürgecilikte bu anlamda işbirliği kurarak Kürdü kurban ederek, devrimciyi, sosyalisti bu kirli pazarlıklar içerisinde kurban ederek bunu gerçekleştiriyorlar. “
*Paris'te geçtiğimiz Aralık ayında Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne yönelik saldırıda 3 kişi yaşamını yitirmişti. Bu olayla ilgili son gelişmeler nedir, soruşturmada gelişme var mı?
Katliam sonrasında hızla hapishaneden çıkmış yaşlı bir faşist gözaltına alındı ve tutuklandı. Önce basında “akli dengesi bozuk” tartışmaları yaptırıldı. Yaptırıldı ama bu tutmadı o dönem geliştirilen mücadele ve sokak mücadelesi ve orada oluşan kamuoyunun basıncı, esasta da Avrupa’da yaşayan Kurdistanlıların sokak mücadelesi rol oynadı. Dosya soruşturma hakimliğine devredildi ve hala orada. Fransa’da adalet sistemi böyle işliyor, şu anda soruşturma hakimliğinde ve belirsiz bir süreç işletiliyor. Ne olacağı da belli değil. Yani sürecin soruşturma hakimliğinden çıkması ve mahkemelerin başlaması gerekiyor, onun da ne zaman olacağı, ne zaman başlatılacağı belli değil. Tabi ki “akli denge” tartışmaları geri de kalmış bir tartışma. Bugün tutuklu bulunuyor bu kişi, katliamın ilk anından bu yana bilinçli bir eylem, bilinçli bir saldırı ve katliam yaptığını kendisinin ırkçı bir kimlik olduğunu bu kişi ifade etmişti.
Şimdi dava süreci böyle işlerken şunu söyleyebiliriz, bir yandan da Fransa’da, Avrupa’da Kurdistanlıların örgütlenmelerine dönük saldırılar sürüyor. Bakın aynı tarihlerde konfederasyonumuza ve onun geçmiş eşbaşkanlarına dönük ve yeni dönemde görev alan eşbaşkanlara dönük kriminalize etme, yasa dışı ilan etme ve “terör örgütlenmesi” biçiminde ilan etme şeklinde yaklaşımlar var. Yalnızca Fransa devletinin değil Türk faşist sömürgeciliğinin de böyle girişimleri söz konusu oldu ve konfederasyonumuz böyle ilan edildi. Eski ve yeni eşbaşkanlarımız hakkında İnterpol aramaları söz konusu oldu. Yine göçmen derneklerine, Alevi derneklerine bir dizi yasakçı, saldırgan politikalar işletiliyor. Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne katliam sonrası değişik biçimlerde de saldırılar oldu. SADAT üyesi olduğunu söyleyen bir kişi saldırmaya çalıştı, kapının önünde sözde polis güvenliği alınmış olmasına rağmen bu saldırılar gerçekleşti ve bu saldırılar gerçekleşirken de Fransa polisi ve o anda orada bulunan polisler bu saldırıları izledi. Bu nedenle bu, saldırıların devam edeceğini gösteriyor. Hem faşist tekçi saray rejiminin örgütlediği saldırılar bakımından hem de Avrupalı emperyalist devletler sömürgecilikte bu anlamda işbirliği kurarak Kürdü kurban ederek, devrimciyi, sosyalisti bu kirli pazarlıklar içerisinde kurban ederek bunu gerçekleştiriyor.
“Çok bariz biçimde Kürt kadın özgürlük çizgisi hedefleniyor. Onların taşıdıkları değer ve toplamda kendi kimlikleriyle gerçekleştirdikleri faaliyetler, esasta kadının özgürleşmesi, kadının yaşam içerisinde eşit temsiliyetini sağlama, erkek egemenliğine karşı mücadele, kapitalist sisteme karşı mücadele, kadının toplam politik mücadele içinde ilişkilendiği her düzlemdeki rolü hedefleniyor ve kadınlar öncüsüz kılınmak isteniyor.”
*Sakine Cansız, Nagihan Akarsel, Evin Goyi ve en son yine Qamişlo Kantonu Eşbaşkanı suikaste uğradı ve katledildi. Tüm bu saldırıların birçok ülkede gerçekleştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz. Neden Kürt kadınlar hedefte?
Hem suikast saldırıları hem de devrimci, sosyalist dinamiklere ya da siyasal temsiliyeti olan kimliklere saldırılar sürüyor. Sadece Avrupa’da değil özellikle Rojva’da bu tip suikastler çok daha fazla. Örneğin Evin Goyi’nin katledilmesinden çok kısa bir süre sonra Rojava’da Zeki Gürbüz, Özgür Namoğlu devrimci, komünist kimlikler olarak katledildiler. Ondan önceki süreçte de değişik biçimde bu tür suikastler İHA-SİHA yoluyla gerçekleştirilmişti. Kürt kadınları da bu anlamıyla bu saldırının hedefindeler, Paris katliamları aslında Kürt kadınların hedef oluşu bakımdan bunu gösteriyor. Şunu görebiliyoruz, özellikle Rojava’daki suikast saldırılarında; Nagihan Akarsel’in Silemanî’de katledilmesinde görüyoruz. Çok bariz biçimde Kürt kadın özgürlük çizgisi hedefleniyor. En son iki hafta önce Qamişlo’da Qamişlo kantonu eşbaşkanının katledilmesi, onunla birlikte olanların saldırılar sonucu katledilmesi çok açık ki kimliklere bakıldığında anlaşılıyor; Kadın özgürlük mücadelesinin siyasal temsiliyetini taşıyan kimlikler ve bununla ilgili mücadele içinde yer alan kadınlar. Hem de toplamda kadının özgürlük mücadelesi, işçi-emekçilerin kadın özgürlüğünün içerisinde yer alış biçimi hedef alınıyor ve çok açık ki kadın kurtuluş mücadelesi ve özgürlük çizgisi hedeflenmiş oluyor. Onların taşıdıkları değer ve kendi kimlikleriyle gerçekleştirdikleri faaliyetler, esasta kadının özgürleşmesi, kadının yaşam içerisinde eşit temsiliyetini sağlama, erkek egemenliğine karşı mücadele, kapitalist sisteme karşı mücadele, faşist saldırılara, devletlerin saldırılarına karşı mücadele ve kadına yönelik şiddetten tutalım da kadının toplam politik mücadele içinde ilişkilendiği her düzlemdeki rolü hedefleniyor ve kadınlar öncüsüz kılınmak isteniyor.
‘Mücadele eden kadınlar her düzeyde saldırıya karşı’
Kadın özgürlük mücadelesinin öncüleri hedefleniyor ve bu saldırılarla kadın özgürlük mücadelesi bu anlamda etkisizleştirilmeye çalışılıyor çünkü kadın iradesinin temsiliyeti esas hedeflenmiş oluyor. Kadının bu anlamda her düzeydeki iradesi, sadece kadın özgürlük mücadelesindeki rol alış biçimi değil, toplumsal yaşamın tüm mücadele görevleri ve yükümlülükleriyle kadınların hedef alındığını söyleyebiliriz. Kadının askeri ve politik mücadele içindeki rolü de hedeflenmiş oluyor, özgürlük çizgisi de ve buradan toplam kadın kitlesinin mücadelesinin öncülerinden azade edilmesi ve kadınların mücadelesinin etkisiz kılınması hedeflenmiştir. Biz buradan şunu görebiliyoruz mücadele eden kadınlar her düzeyde saldırıya karşı; tutuklama, katliam, sokak saldırıları. Artık geri teptirebilecekleri bir pozisyonda değiller, çünkü söylediğim tüm mücadele içinde kadınlar iradelerini ortaya koydular ve teslim de olmadılar. Son 20 yıllık AKP-MHP rejiminin gerçekleştirdiği tüm politikalara karşı kadınların nasıl iradeleştiğini, bu mücadeleyi sokakta nasıl yılmaz bir şekilde ortaya koyduklarına tanık olduk. Ondan dolayıdır ki faşizmin, sömürgeciliğin ve onunla bağdaşık olan KDP yardakçılarının, Avrupa’da emperyalistlerin tüm kirli pazarlıklarına rağmen hiçbir şekilde geri teptirebilecekleri, baş eğdirebilecekleri bir mücadele olduğunu söyleyemeyiz.
“En son Astana görüşmelerinde gördük. Rojava’nın statüsünü tanımamak, Kürdü tanımamak bu anlamda Kürdün mücadelesine, kazanımlarına engel olmak esas mesele. Bunu tanımamak, bir yandan faşist sömürgeciliğin Ortadoğu’daki o pastadan küçük kırıntılar da olsa elde etme çabası olarak değerlendirmek gerekiyor. Tüm anlaşmalar, işbirlikleri ve kirli pazarlıklar tamamen buna dayanıyor.”
*Türkiye'nin katliamcı politikalarını kendi sınırlarını da aşıp her yerde yürütmesini ve uluslararası güçlerin buna izin vermesini nasıl görüyorsunuz? Bu sessizlik ve işbirliğinin altında ne yatıyor?
Rojava’da saldırılar olduğunda değişik işbirlikçiler ortaya çıkıyor, kimlikleri ne olursa olsun. En son Astana görüşmelerinde gördük. Emperyalistlerin özellikle Rojava’ya ilişkin ya da Kuzey Doğu Suriye’de halkların yönetimine ve mücadelesine ilişkin ne düşündüklerini aldıkları kararlarda gördük. Çok açık ki bu kararlar ya da ondan önceki kararlar emperyalistlerin faşist Türk sömürgeciliğiyle kurduğu bağlam içinde uygulanan tüm politikalar savaş ve saldırı siyasetine dayanıyor. Örneğin Efrîn’de, Sere Kani’ye dönük saldırılarda şunu gördük; hem Rusya hem ABD özellikle Rusya, hava sahasını açarak bu saldırılara bir zemin yarattı ve hava saldırılarıyla bu savaşı kazanmaya çalıştı. Özgürlük mücadelesi yürüten kuvvetler olarak bu hava sahalarının kapatılmasını yaptığımız eylemlerle o dönem talep ettik. Ama ısrarlı bir şekilde hava sahası kapatılmadı ve emperyalistler faşist Türk sömürgeciliğiyle yaptığı anlaşmalar zemininde durdu.
En son Astana toplantısında çıkan kararlar benzer, yani Rojava’nın statüsünü tanımamak, Kürdü tanımamak bu anlamda Kürdün mücadelesine, kazanımlarına engel olmak esas mesele. Çünkü Rojava’da edinilen devrimsel süreç ve onun akabinde ortaya konulan Kürt halkının iradesi tanınmak istenmiyor. Hala Rojava’ya, Kobanê’ye dönük hava bombardımanı sürüyor. Çok açık ki bu suikastler de bu saldırıların bir biçimi, kadın kimliği ve temsiliyetine dönük saldırılardan tutalım askeri saldırılara varıncaya kadar toplam süreç bu iradeyi tanımayacaklarını ve onun statüsünü de tanımayacaklarını çok net bir biçimde Astana’da ifade ettiler. Bir halkın iradesini tanımamanın yanı sına bir yandan da emperyalistlerin Ortadoğu’da çıkarlarını gözetmekle ilgili, diğer yandan ise faşist sömürgeciliğin Kürde, azınlıklara, inançlara düşman olma resmi ideolojisiyle ilgilidir. Bunu tanımamak, bir yandan faşist sömürgeciliğin Ortadoğu’daki o pastadan küçük kırıntılar da olsa elde etme çabası olarak değerlendirmek gerekiyor. Ortadoğu’nun petrol kaynakları, zenginlikleri, doğalgaz kaynakları hepsinin ağzını sulandırıyor ve tüm bu anlaşmalar işbirlikleri ve kirli pazarlıklar tamamen buna dayanıyor. Burada Rojava ve bir bütün olarak Kürt halkının mücadelesi halklara bir umut çizgisi oluyor. Tabi ki bu da onların hoşnut olmayacağı, karartmak istedikleri bir yeşil dal olduğunu ifade edelim. Rojava halklarının özgürlük mücadelesiyle bir noktaya eşitlenmiş bir halka gelme mücadelesi, onların da korktuğu bir nokta.
“Kürt halkı, Rojava halkları 3’üncü alternatif olmayı denediler ve bunu başardılar. Burada halkların özgürleşme paradigması etkili oldu, Sayın Öcalan’ın geçmiş dönemde Ortadoğu ve Suriye içindeki konumlanışı etkili oldu. Devrimin yarattığı umut Ortadoğu halklarına da verilmiş bir mesaj oldu.”
*Rojava’dan başlayan kadın direnişi ve mücadelesinin Kürtler ve Ortadoğu için önemi nedir?
Bundan yaklaşık 8-10 yıl önce değişik renkte halk ayaklanmaları oldu. Ortadoğu’daki kalkışma, halkların kendilerine ezilmeyi reva görmedikleri ve bir yönetememe krizini gösteriyordu. Ne yönetenler yönetebilecek bir pozisyondaydı ne de yönetilenler, işçi ve emekçiler kendilerini reva görülen ezilme ve sömürüyü kabul ediyordu; yoksulluğu, sömürüye karşı isyan dalgasına evrilttikleri bir mücadele söz konusuydu. Ne yazık ki bu süreç bir devrimle sonuçlanmadı ve devrimci bir önderlikten yoksun oluşu nedeniyle bu süreçleri tamamlayamadılar ve hareket geri çekilmek zorunda kaldı. Suriye’de de Esat rejiminin bir yönetememe krizi oluştu ve orada halk direnişleri esnasında Kürt halkı, Rojava halkları 3’üncü alternatif olmayı denediler ve bunu başardılar. Burada halkların özgürleşmesi paradigması etkili oldu, Sayın Öcalan’ın geçmiş dönemde Ortadoğu ve Suriye içindeki konumlanışı etkili oldu. Kuşkusuz bu, Rojava halklarına sirayet etmiş durumdaydı. Devamında o serhildanın, direnişin ve 3’üncü alternatif yolu tercih etmenin karşılığı sosyalistlerin, komünistlerin Rojava’ya akın etmesine oradan mücadeleyi büyütmenin de zeminini oluşturdu. Hem Şengal’in savunusu hem bu anlamda Rojava devrimine katkıda bulunmak ve kendi devrimini görme açısı ve MLKP gibi çeşitli örgütlerin yönünü oraya çevirmesine neden oldu.
Toplamdaki o dalga yüzyıllardır sömürülen halkların eşit bir yaşamı paylaşmasını sağladı ve devrimin yarattığı umut Ortadoğu halklarına da verilmiş bir mesaj oldu. Onlar bazı kalkışmalar yaptılar ama başarılı olamadılar ama Rojava halkları bu anlamıyla bir mesaj verdi Ortadoğu halklarına hatta dünya halklarına. Aslında yürünecek yolu göstermiş oldular. İradelerini hiçbir şekilde burjuvaziye, emperyalistlere teslim etmemeleri, kendi iradelerini, yönetimlerini şekillendirmeyi ve kurmaları bağlamında çok ciddi bir deneyim de yaratmış oldu ve burada o deneyimin toplamda birçok saldırıya hem sömürgeciliğe hem emperyalistlere rağmen hala ayakta kalma iradesi, bunca bedele, ölümsüzün, şehidin varlığına, katliamlara ve hala devam eden saldırılara karşı ayakta durma iradesi çok ciddi bir mesaj oldu. Bugün hedeflenen bu mesajdır.