‘Göçmen ve mülteci haklarını savunacağız’
- 09:05 3 Temmuz 2023
- Güncel
Elfazi Toral
İSTANBUL - Depremlerde ölüme terk edilerek ırkçı saldırılara maruz bırakılan mültecilerin, seçim sürecinde de iktidar ve muhalefetin ırkçı söylemleriyle hedef alındığını söyleyen GÖÇİZDER Eşbaşkanı Kamile Kandal, “Mülteci ve sığınmacı kadınların yaşamlarını kolaylaştırmak ve bunun için mücadele vermek gerekiyor. Göçmen ve mülteci haklarını savunan bir noktadayız. Savunacağız, savunmaya da devam edeceğiz. Ve beraber yaşamanın koşullarını da yaratmak zorundayız” sözleriyle seslendi.
Mereş (Maraş) merkezli 6 Şubat günü meydana gelen 7.7 ve 7.6’lık 11 kenti etkileyen depremlerde 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği paylaşılsa da yalnızca Semsûr’da (Adıyaman) dahi 30 bin insanın kefensiz bir şekilde gömüldüğü ortaya çıkmıştı. Depremlerden etkilenen on binlerce kişi de verilerin gizlendiğini vurguluyor. Göç alanında çalışma yürüten Göç İzleme Derneği’nin (GÖÇİZDER) raporunda ise veriler, “8 Mart 2023 tarihi itibariyle yapılan resmi açıklamalara göre, 7 bin 259’u Suriye’de 47 bin 932’si Türkiye’de olmak üzere toplamda en az 55 bin kişi depremlerde hayatını kaybetti. Binlerce kişinin ise kayıp olduğu bildiriliyor. Somut bir veri olmamakla birlikte yaklaşık 2 milyon 200 bin kişi diğer illere göç etti” şeklinde paylaşıldı. Bilim insanları, mimarlar ve mühendislerin tüm çağrılarını görmezden gelen AKP-MHP iktidarı, deprem bölgesinde ırkçılığı yükseltmek dışında hiçbir çalışma yapmadı. Deprem illerindeki yıkım ve enkaz, çevre kentlerden gelen yurttaşların dayanışması ile onarılmaya çalışıldı. Ancak depremlerde yalnızca enkaz ve yıkımla mücadele edilmedi.
Suriyelilerin yarısı depremden doğrudan etkilendi
İktidarın yıllardır sürdürdüğü mülteci düşmanlığı ile birlikte ırkçı saldırıların da hızla artış göstermesi nedeniyle mülteci, sığınmacı ve göçmenler de depremlerde hem mağdur oldu hem de saldırıya uğradı. Göç alanında yaptıkları çalışmalar nedeniyle yargılansalar ve kriminalize edilseler de çalışmalarını kararlılıkla sürdüren GÖÇİZDER’in mültecilere dair yayınladığı raporda, “Depremin etkilerinin en ciddi biçimde hissedildiği iller, aynı zamanda mülteci ve göçmen nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehirler. Resmi rakamlara göre bölgede Geçici Koruma Statüsüyle (GKS) bulunan Suriyelilerin nüfusu 1 milyon 738 bin 35. Bu rakam Türkiye’de yaşayan GKS sahibi Suriyelilerin yüzde 49,64’üne tekabül ediyor. Yani Türkiye’de GKS ile kayıtlı Suriyelilerin neredeyse yarısı depremden doğrudan etkilenmiş durumda. Ancak depremin ilk gününden itibaren baroların ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin yazdıkları raporlar ve bu araştırma kapsamında yaptığımız görüşmeler, acil yardımların ulaştırılmasında, Suriyeli nüfusun görünmezleştiğini ve ciddi ayrımcılıklara maruz kaldığını gösteriyor. Söz konusu Suriyeliler olduğunda, acil insani yardımın ayrım gözetmeme ve tarafsızlık ilkelerine riayet edilmediği görülüyor” bilgileri paylaşıldı.
GÖÇİZDER Eşbaşkanı Kamile Kandal, mültecilerin depremlerde maruz kaldığı zorluklar, ırkçı, cinsiyetçi ve insanlık dışı muamelelere dair JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.
Mülteci depremzedelere yardım edilmedi!
Deprem ile birlikte mültecilere yönelik saldırıların giderek büyüdüğünü, 14 Mayıs seçimlerinde de hedef haline getirildiğini paylaşan Kamile, “Deprem bölgesinde yerel halkla mülteci ve sığınmacılar arasındaki o ayrım farkını gördük” dedi. Suriyelilerin asılsız suçlamalarla hedef gösterildiğini de söyleyen Kamile, “Bunun altyapısında milliyetçiliğin, ırkçılığın ve ayrımcılığın olduğunu düşünüyoruz. Oradaki gözlemlerimizde, Suriyeli depremzedelerin olduğu binalara ilk başta gitmedikleri, sahiplerinin çok olmadığı enkazlarda eğer Suriyeliler varsa enkazın altında ya kendi akrabaları koşmuş ya da hiç yardım etmemişler. Kurtarma çalışmalarında sahipsiz kaldılar” ifadeleriyle mültecilerin deprem bölgesinde ayrımcılığa uğradığını ve kendi kaderlerine terk edildiğini söyledi.
Mülteci düşmanlığını kimler yaratıyor?
Yine mültecilere karşı ciddi bir tepkinin hakim olduğunu vurgulayan Kamile, “Bu tepkiyi körükleyen bir politika anlayışı da var. Yani yönetenler açısından bir politik anlayış, zihniyet ve tepkiyi körükleyen politikalar var. Hem de muhalefetle birlikte bunu görüyoruz. Mesela seçimlerde muhalefet ve iktidar bunu çok kullandı. Siyasi bir seçim malzemesi haline getirdiler. Bu çok rahatsız edici bir durum. Hatta bunun üzerinden bir yarışa bile girdiler. ‘Geri göndereceğiz’ diyerek iki taraf da mültecilik meselesi üzerinden seçim malzemesi ya da siyasal bir yarışa girdi. Milliyetçilik ve ırkçılık anlamında, Türkiye düşmanlığını ve toplumda da mülteci düşmanlığını tetikleyen bir nefret dilini üreten söylem bunlar” şeklinde konuştu. Göçmen, mülteci ve sığınmacıların kendi istekleriyle “yola çıkmadığını” dile getiren Kamile, “Kendi istemediği, insani yaşam koşulları gerçekleşmediği ortamdan, savaşlardan, yoksulluktan çıkıp göç ediyor. Ki yoksulluk da zorunlu bir göç sebebidir” sözleriyle empati kurmak gerektiğini vurguladı.
Kadınların göç yollarında maruz kaldıkları…
Zorunlu göçler ile en çok mağdur olanların kadınlar ve çocuklar olduğunu belirten Kamile, “Çocuklar ve kadınlar mültecilik ya da sığınmacılık durumunda daha dezavantajlı durumdalar. Erkeklere göre daha fazla bunun baskısını ve ağırlığını yaşayan, hem ekonomik hem kültürel hem dil hem de toplumsal cinsiyet eşitsizliği anlamında bunu daha ağır yaşayan bir noktadalar. Bunu deprem bölgesinde de çok gördük. Kadınların göç yollarında uğradığı şiddet ve tacizler de var, özellikle sınırlardan geçerken. Kimi sınır bölgelerinde kendilerini geçiren kaçakçılar taciz ve ‘tekliflerde’ bulunuyor. Buna maruz kalan kadınlar var. Göçmen ve mülteci kadın olmak böyle bir şey. O göç ve zor durumda bile cinsiyete yönelen, tacizi yaşamış bu kadınlar. Kimisi de kaçakçılar, mültecileri bir yerden bir yere götürenler ve güvenlik güçleri tarafından tecavüze uğruyor” ifadeleriyle kadınların maruz kaldıklarını ifade etti.
‘Beraber yaşamanın koşullarını yaratmak zorundayız!’
Mültecilerin maruz kaldığı şiddet ve ihlallerin toplumda görünür ve duyulur olması için çok çaba harcanması gerektiğinin altını çizen Kamile, aynı zamanda göçmen kadınların da haklarını savunan bir noktada çalışmalar yürütülmesi gerektiğini dile getirdi. Kamile, “Toplumda bu ırkçılık ve mülteci, sığınmacı nefretini körükleyen, kadınların karşı karşıya kaldıkları durumları teşhir etmek ve uyarmak gerekiyor. Mülteci ve sığınmacı kadınların yaşamlarını kolaylaştırmak gerekiyor. Bunlar için de mücadele vermek gerekiyor. İnsan haklarına da insani değerlere de sığmayan bir tutum ve düşünce biçimidir bu. Biz bunun karşısındayız. Hem evrensel insani değerler açısından hem de insan hakları açısından göçmen ve mülteci haklarını savunan bir noktadayız. Savunacağız, savunmaya da devam edeceğiz. Ve beraber yaşamanın koşullarını da yaratmak zorundayız” vurgusunu yaptı.