İstanbul Sözleşmesi’nin ardından 6284 iktidarın hedefinde: Karşı çıkmalıyız

  • 10:09 1 Temmuz 2023
  • Güncel
Şehriban Aslan
 
AMED - İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen iktidarın yeni ortakları ile birlikte 6284 sayılı kanunun hedef alması ve kadın ve çocukların yaşamının yeniden dizayn edilmeye çalışılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Diyarbakır Barosu avukatlarından Cansel Talay,  “Olabildiğince her söylemlerine en başta Şiddetle Mücadele Ağı olarak karşı çıkmalı ve daha sert tepkiler vermeliyiz. Gerekirse birebir muhatap olmalıyız. Çünkü cevapsız kaldığında söylediklerinin doğru olduğunu düşünüyorlar” sözleri ile mücadelenin önemine dikkat çekti. 
 
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 20 Mart 2021 tarihinde bir gecede çıkardığı kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından 1 Temmuz 2021’de karar Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Ülkede her geçen gün kadın katliamları artarken İstanbul Sözleşmesi’nin ardından kadına yönelik şiddet, katliam, taciz ve tecavüz olaylarında var olan adalet kırıntıları yok olmaya başladı. İstanbul Sözleşmesi için büyük mücadele veren kadınlar ve özellikle avukatlar davalarında hala sözleşmenin önemine dikkat çekerek uygulanması gerektiği vurgusunda bulunuyor. Kadınlara hiçbir güvence vermeyen iktidar, İstanbul Sözleşmesi’nin ardından bu defa da HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi ile 6284’ü seçim pazarlığı konusu yaparak kaldırılacağı vaadinde bulundu. 
 
Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi üyesi avukat Cansel Talay hem İstanbul Sözleşmesi’nin ardından yaşananları hem de 6284 sayılı kanuna dair tartışmaları değerlendirdi.
 
‘Kadın ve çocuk haklarını önlerini kesiyordu’
 
Cansel, İstanbul Sözleşmesi için Danıştay'a onlarca başvuru yapıldığını fakat Danıştay’ın kararında resmen, "Cumhurbaşkanın aldığı karar sorgulanamaz' şeklinde bir karar verdiğini söyledi. Bu kararı öfke ile karşıladıklarını kaydeden Cansel, “Bizler en azından hukuk düzeninde elde ettiğimiz bütün hak ve kazanımlarımızın mücadelemizin sonucu olduğunun bilincindeyiz. Kadınların örgütlü yapısının ardından medya kanallarından tutun da erkeklerin tekelinde bulunan birçok platform sözleşmeden çekilmeyi görünür dahi kılmadı. Bu nedenle bunu sadece tek adam rejiminin sonucu olarak değil de tek adam rejimini tercih eden, beslenen örgütlü erkek dayanışmasının açığa çıktığı yerlerden biri olarak görebiliriz. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’ndeki kadınları, çocukları, LGBTİ+’ların korunmasını sağlayacak maddeler kendilerinin önünü keseceği için açık bir şekilde dayanışarak bu noktaya getirdiler. O yüzden bu tek adam rejiminin de, hukuksuzluğun da yine erkeklerin el birliğinin bir sonucu olduğunu görmemiz lazım” dedi.
 
‘Toplumsal cinsiyet bilinci yok’
 
Cansel, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun hem kâğıt üstünde hem Türkiye hem de Avrupa standartlarına göre çok iyi bir sözleşme ve kanun olduğunu hatırlattı. Cansel, “Ancak en başından biliyoruz ki kâğıt üzerinde neredeyse eksiksiz olan bu kanunun yürürlük kısmında çok büyük sıkıntılar oldu. Yani bu sadece son dönemdeki tepkilerle oluşmuş şeyler değil en başından beri bu eksikler vardı. Bunun en büyük nedeni kolluk amirlerine düşen sorumlulukların yerine getirilmemesidir. Kolluğun çoğunluğunun erkeklerden oluşması kadının can güvenliğine dair riskleri küçümsemelerine neden oluyor. Yine bu kolluk tecavüz, istismar ve şiddet ve olayını çok çözülebilir görmeleri ya da çoğu zaman ‘her aile de oluyor, ben de kızıma bazen iki tokat atıyorum’ gibi görmeleri yüzünden pratiğe dökülmesi çok zor. Kolluk amirlerinin yüzde kaçı kadın ya da savcıların yüzde kaçı kadın? Hadi kadın olsa dahi toplumsal cinsiyet bilgisi ne derecede, ne düzeydedir?” diye sordu.
 
‘Toplumsal cinsiyet dersini baroda gördük’
 
Hukuk fakültesi döneminde dahi derslerinde toplumsal cinsiyete dair bir ders veya öğretim olmadığına değinen Cansel, “4 yıllık eğitimin hiçbir alanında biz kadınların adalete erişimine dair bir çalışma, bir okuma görmedik. Ya da ders işlemedik, staj döneminde Diyarbakır Barosu’nda Kadın Hakları Merkezi böyle bir ders veriyor. Takip ettiği dosyalar dolayısıyla daha stajyerken bizler bunları öğrenebiliyoruz. Fakat bu ülke genelinde olan bir uygulama değil. Yani Kadın Hakları Merkezi’nin kendi inisiyatifi ve çalışmasıdır. Toplumsal cinsiyet bilinci, kadın bilinci eksik olan hakimler, savcılar çoğunlukla erkek faillerle kendini özdeşleştiren ve onun da mağdur olduğunu düşünen bir yerden bakılıyor. Bu yüzden bu kanunun pratiğe dökülmesi konusunda çok zorluk çıkarıyorlar hele ki İstanbul Sözleşmesi’nden çekildikten sonra bunu uygulatmak epeyce zor oldu. Sanki 6284 bir kanun değil de muhaliflerin söylemiymiş gibi davranılıyor. Uygulandığı takdirde AKP’li olmaktan ya da devlete vatana olan sevgisini azaltılacak gibi bir düşünce içerisine giriyorlar” şeklinde konuştu.
 
‘Kendi inançlarına göre dizayn etmek istiyorlar’
 
Cansel, İstanbul Sözleşmesi’nin ardından 6284 sayılı kanunun da hedef haline getirildiğini hatırlatarak yaşananları detaylandırdı. AKP ve MHP ortaklığının bütün ülkeye yaygınlaştırdığı tarikatlaşmadan en çok faydalanan partilerin HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi olduğunu kaydeden Cansel, özellikle Yeniden Refah’ın kendi içinde çalışmalarını tarikat şeklinde yürüttüğünü belirtti. Cansel, yine seçim döneminde Yeniden Refah’ın çalışanlarına kendi İslami kurallarına uygun olarak kadın ve çocukların hayatının yeniden dizayn edilmesine dönük vaatler verdiğini ifade etti. Cansel, “Geçtiğimiz günlerde Fatih Erbakan 15 yaşındaki bir çocuğun rızasının olabileceğini belirtmişti. Buradan görüyoruz ki aslında bunlar yeni şeyler değil; bütün parti propagandaları bunlar üzerinden kuruluyor. Özellikle kadınların hayatlarını koruma altına alan 6284’ü önlerinde bir engel olarak görüyorlar. 6284’ten görüyoruz ki kadınlar koruma ve uzaklaştırma tedbirlerinden faydalanabiliyorlar. Kadınlar kendileri ve çocukları için sığınma talebinde bulunabiliyorlar. Tehlike olarak görmenin en büyük nedeni tarikat şeklinde çalışan bir hedefleri olduğuna inanan bu iki parti; kadın ile çocukların özgür ve kendi kararlarını alabildiğini görüyor. Bunlar kısıtlanırsa eğer yani kadınların eve kapanması, çocukların 15 yaşında evlendirilmesi ve eğitim hayatlarının büyük bir kısmını Kur’an kurslarında ve yatılı okullarda tarikat şeyhlerine hizmet ederek geçirmesi kendi davalarına biraz daha yaklaştıklarını düşünmelerini sağlıyor. Adım adım da bunun için çabalıyorlar. Zaten seçimin hemen ertesi günü gündem olan paralı videolarla yaygınlaştırılan bir diğer şeyde kürtaj karşıtlığıydı. Buradan bile niyetlerinin demokratik arenada çalışma yürütmek olmadığını kendi inançlarına göre kadın ve çocukların hayatlarını yeniden dizayn etmek olduğunu gördük” sözlerine yer verdi.
 
‘Daha sert tepkiler vermeliyiz’
 
Evlilik yaşının gündeme getirilmesine de dikkat çeken Cansel, “Parti başkanlarının söylemlerine baktığımızda evlilik yaşının sıklıkla gündeme getirileceğini görüyoruz. Çünkü tarikat üyelerinin çoğuna verilen bir vaat; tek eşlilik zorunluluğunun kalkacağı ya da reşit olmayan çocukları evlenme yoluyla istismar ettikleri için cezaevlerinde olan müritlerinin çıkarılacağı gibi vaatler olduğunu biliyoruz. Ayrıca 6284’ün etrafında kenetlenen ve örgütlenen kadın ağlarının da dağılmasını istiyorlar. Çünkü kadın örgütleri bu tür davaların takibini yapıyor, eleştiriyor, sokağa çıkma ihtimalini de hiçbir zaman göz ardı etmiyor. Bu yüzden kriz derinleştikçe, ekonomik baskı arttıkça kadın örgütlerine ve LGBİ+ örgütlerine saldıracaklar. Sürekli olarak ülkemizle bağlantısı olmayan başka ülkelerin gündeminde var olan LGBTİ+’ların elde ettiği kazanımlar ya da hayvan haklarının ilerlemesi gibi konuları sosyal medyada gündemleştirerek sanki İslam’a karşı bir tehlikeymiş gibi lanse ediliyor. Bunun üzerinden de kadın ve çocuklara müdahaleyi kendilerinde hak görüyorlar. Bu iki partinin demokratik bir amacının olmadığının olmadığını da görüyoruz bu nedenle çok tehlikeli. Olabildiğince her söylemlerine en başta Şiddetle Mücadele Ağı olarak karşı çıkmalı ve daha sert tepkiler vermeliyiz. Gerekirse birebir muhatap olmalıyız. Çünkü cevapsız kaldığında söylediklerinin doğru olduğunu düşünüyorlar” ifadelerini kullandı.