Saliha Aydeniz: Ortadoğu ve Türkiye’deki krizin nedeni tecrit
- 09:01 30 Haziran 2023
- Güncel
Şehriban Aslan
AMED – PKK Lider Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecride dikkat çeken Saliha Aydeniz, Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan tüm krizlerin nedeninin tecrit olduğuna işaret etti ve ekledi: “Tecride karşı mücadele sürekli ve sonuç alıcı olmalıdır.”
İmralı Adası’nda tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit 24 yıldır sürerken, 28 ayı aşkın süredir de kendisinden hiçbir haber alınamıyor. Son günlerde daha fazla gündemleşen tecride karşı dijital medya üzerinden de tepki gösteriliyor. PKK Lideri’nin hukuki sürecini takip eden Asrın Hukuk Bürosu, geçtiğimiz günlerde dijital medyada, "#İmralıTecridineSonVerilsin" etiketiyle yaptığı paylaşımda, “İmralı’da uygulanan tecride karşı 2022 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesine yaptığımız başvuru neticesinde BM İHK, 6 Eylül 2022 tarihinde 'Avukatları ile herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan derhal görüştürülmeleri gerekmektedir.' şeklinde tedbir kararını hükümete iletmiştir. Ancak Hükümet, uymakla yükümlü olduğu uluslararası nitelikteki kararın gereğini halen yerine getirmemekte ısrar etmektedir. #İmralıTecridineSonVerilsin” hatırlatmasında bulundu.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, tecrit politikası ve yansımalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
* PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 28 ayı aşkın süredir haber alınamıyor. Bu tecrit ile ne amaçlanıyor?
Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak, ağırlaştırılmış ve kesintisiz iletişimsizlik haline dönüştürülmüş olan bu tecridi 15 Şubat 1999’dan ele almak gerekiyor. Sayın Öcalan Türkiye’ye rehin olarak verildiğinde aslında bir amaç olarak Türkiye’ye teslim edildi; Sayın Öcalan’ı hem Ortadoğu için hem Türkiye için hem Kürdistan için demokratik yaşamı inşa etme perspektifini tasfiye etmek. Sayın Öcalan’ın bu konudaki karşı duruşu, açığa çıkardığı perspektif, kitaplarında sunduğu çözüm önerisiyle amacının Ortadoğu yeniden dizayn edilirken halkların kendi kendilerine yönetebileceği modelin inşa edilmesi olduğu herkes tarafından anlaşılmış oldu. Mesela son iki yıllık tecridi değerlendirdiğimizde sadece bununla sınırlı olmadığını, 24-25 yıldır devam eden bir tecrit olduğunu görüyoruz. Çünkü Sayın Öcalan İmralı Adası’na alındığından bu yana İmralı’ya özgü yasalar çıkarılmakta. Sayın Öcalan’a yönelik uygulamalar yapılmakta. Uygulanan yöntemler o günden bugüne aslında başta cezaevlerine oradan da tüm topluma uygulanan tecrit politikası haline dönüştürüldü.
“Sayın Öcalan üzerindeki son 28 aydır devam eden mutlak ağırlaştırılmış bu iletişimsizlik halinin, tecridin tam da amacı Kürt halkının tasfiyesi ile halkların özgürlük mücadelesinin yok sayılması.”
Son 28 aydır devam eden kesintisiz iletişimsizlik hali, aslında tüm 25 yıllık tecrit politikaları tutmadığından iletişimsizlik ve mutlak bir tecrit uygulandı. Ve 28 aydır bu mutlak iletişimsizlik hali Sayın Öcalan’ın halkla arasındaki bağını koparmaya yöneliktir. Özellikle Sayın Öcalan’ın yaymış olduğu felsefe, paradigma her şeyden önce bugün Rojava’da ete kemiğe bürünüyor. Rojava’da verilen, enternasyonalleşen bu mücadele, bütün dünyaya hem Kürt halkını tanıtan bir duruşa sahip oldu hem de bu paradigmanın bugün dünyada çoklu kriz yaşayan kapitalist moderniteye karşı da çözüm içeren bir paradigma olduğu herkes tarafından kabul gördü. Dolayısıyla Sayın Öcalan üzerindeki son 28 aydır devam eden mutlak ağırlaştırılmış bu iletişimsizlik halinin, tecridin tam da amacı Kürt halkının tasfiyesi ile halkların özgürlük mücadelesinin yok sayılması. Bir kere toprağa tohum ekilmiştir. Bu tohum meyve vermeye başlamıştır. Dolayısıyla bu tecridin yarattığı sonuç daha çok krizlerdir ve yarattığı sonuç daha çok kutuplaştırmadır. Bunun da bir sonuç vermeyeceğini ifade edebiliriz.
“Sayın Öcalan, sıradan bir şahsiyet değil. Başta Kürt halkı ve Ortadoğu halklarının kendine çözüm muhatabı olarak belirlediği bir önderdir. Dolayısıyla bugün hukukun yok sayılması sadece Türkiye ile sınırlı değil.”
* Tecrit uzun yıllardır sürdürüldüğü halde iç hukuk ve uluslararası hukuk neden uygulanmıyor?
Özellikle AKP-MHP iktidarı, Türkiye’deki evrensel hukuku da iç hukuku da aslında hiçe sayan bir noktada. Ve bugün kendi iktidarını, kendi bekasını devam ettirmenin yegane yolu; Kürt halkına ve kadına karşı düşmanlık ve bunu da yargıyı, hem iç hukuku, hem evrensel hukuku kendi lehine kullanarak demokrasinin sopası gibi elinde tutarak devam ettirme derdinde. Dolayısıyla Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridin de ne hukukta, ne siyasette, ne ahlakta, ne iç ne de evrensel hukukta yeri vardır. Dünyada da insanlığa karşı bir suç olarak tarif edilir tecrit. Ama AKP-MHP ittifakı, bu yüz yıllık faşist politikasını tecrit ile bütün toplumu zapt u rap altına alma yöntemini kullanıyor. Bunu yaparken de hukuku yok sayıyor. Bunu yaparken sadece Kürtleri değil, aslında bütün bir muhalefeti de yarattığı algılar üzerinden aslında zapt u rap altına alıyor. Anayasada belli olan, tutsakların bazı hakları var; aile görüşü, avukat görüşü gibi. Yine bunların dışında Sayın Öcalan, sıradan bir şahsiyet değil. Başta Kürt halkı ve Ortadoğu halklarının kendine çözüm muhatabı olarak belirlediği bir önderdir. Dolayısıyla bugün hukuk yok sayılıyor. Bu hukukun yok sayılması sadece Türkiye ile sınırlı değil.
“Bugün bu tecride karşı ulus-devlet sisteminin dayandığı kapitalist modernitenin bu kadar sessiz kalması Sayın Öcalan’ın çözüm modelinden ve çözüm perspektifinden duyulan korkudur.”
AİHM, CPT gibi bütün devletlerin aslında Avrupa devletlerinin kendi yasalarında insan haklarını tanımlayan ilkeleri, maddeleri olmasına rağmen bu hukuksuzluğa sessiz kalmaları tecridi onayladığı anlamına gelir. Çünkü bu bahsettiğimiz kurumlar, insan haklarını savunan, kendi ülkeleri dışında yaşanan hak ihlallerine karşı kurulmuş kurumlar olsa da bağlı oldukları yer bir devlet mekanizmasıdır. Bağlı oldukları yer devlet mekanizması olduğu için ve ulus devlet mantığı, tekçiliği, tek milleti, tek bayrağı tarif ettiği için aslında toplumun, farklı inançların yaşam haklarını ihlal ettiği için insan haklarını yok saymakta. Dolayısıyla bu kurumların devlet mekanizmasına bağlı olması ve anayasasında tariflenen hukuka aykırılık davranışlarına karşı ses çıkarmamaları aslında ne kadar sınırlı olduklarının bir göstergesidir.
Bugün bu tecride karşı ulus-devlet sisteminin dayandığı kapitalist modernitenin bu kadar sessiz kalması Sayın Öcalan’ın çözüm modelinden ve çözüm perspektifinden duyulan korkudur. Her ne kadar çoklu kriz yaşayan bir ulus-devlet sistemi varsa, bunun karşısında demokratik moderniteyi inşa eden toplumlar var. Tüm bunları değerlendirdiğimizde bütün bu hukuksuzluğa sessiz kalınmasının tek sebebi Sayın Öcalan’ın bu çoklu krizlere karşı çok net alternatifi olması. Ve bu çözüm alternatifi de Ortadoğu’nun içinde bulunduğu savaşlara da panzehirdir. Bu Ortadoğu’nun ve dünyanın bugün kutuplaştırılmasına da panzehirdir.
* Uluslararası güçlerin tecritteki rolü nedir?
Bu tecrit sadece hukuksuzluğu ifade eden bir mesele değil. Aynı zamanda siyasetsizliğin de ahlaki bir karşılığı olmadığının da bir göstergesi. Uluslararası camianın bu hukuksuzluğa sessiz kalması, kendi içlerinde de aslında evrensel hukuku, iç hukuku yeterince yerine getiremediğini gösterir. Toplumun tüm kesimlerine karşı asla bunu yeterince işletmediklerinin çok net bir ifadesidir. Çünkü Sayın Öcalan’ın bir şahsiyet değil dedik. Sayın Öcalan’ın felsefesi, paradigması Ortadoğu halkları tarafından, dünyanın birçok yerindeki aydınlar tarafından onay gördü ve bunun üzerinden çalıştaylar, konferanslar yürütüldü. Bugün uluslararası camianın sessiz kalması kabul edilir bir şey değil. Her şeyden önce kendi hukuklarını çiğniyorlar.
“Bugün hem dört parça Kürdistan’da, Türkiye’nin yaratmış olduğu savaşı hem de dünyada yürüyen savaşlara karşı barışın tarifi var Sayın Öcalan’ın paradigmasında. Dolayısıyla tecridin savaşla bağlantısı burada.”
Bir kere tecrit politikasının savaşla direkt bir bağlantısı var. Sayın Öcalan üzerinde 25 yıldır devam eden bir tecrit var dedik ama 2015’ten bu yana değerlendirdiğimizde 5 Nisan 2015’ten bu yana mutlak bir tecrit ve son 28 aydır da aralıksız bir iletişimsizlik meselesi var. Ve o günden bugüne 2014’te MGK’da çöktürme planı açığa çıktı. Ve bu planın içerinde yer alan bütün maddelerin, hayata nasıl geçirildiğini aslında yaşadık ve yaşıyoruz hala. Bunlara karşı Sayın Öcalan’ın 2013-2015 sürecinde 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı olarak tariflediğimiz 10 çözüm önerisi vardı. Toplumsal barışın sağlanması için, ekolojik sorunların çözümü için, kadının özgürlük sorunun çözümü için, gençliğe ilişkin, halkların kendi dillerinde kendi istedikleri gibi kendilerini yönetmesini açığa çıkaracağı bir anayasanın belirlenmesi için çok net tarif ve öneriler vardı. Dolayısıyla bunlara karşı en son Sayın Öcalan, 2019’da yaptığı bir avukat görüşmesinde, “Bir haftada çatışma durumunu ortadan kaldırırım” diyor. O söylemden hemen sonra devam eden bir mutlak iletişimsizlik hali. Niye? Bugün hem dört parça Kürdistan’da, Türkiye’nin yaratmış olduğu savaşı hem de dünyada yürüyen savaşlara karşı barışın tarifi var Sayın Öcalan’ın paradigmasında. Dolayısıyla tecridin savaşla bağlantısını böyle koyabiliriz. Çünkü demokrasiyi inşa etmek istemeyenler, bugün çoklu krizlerden yararlanarak kendi bekasını devam ettirmek isteyen iktidar zihniyeti, ulus-devlet yöntemini aslında devam ettirmek istemekte.
Bugün Türkiye’deki bütün halklar açlık sınırındaysa ve hatta açlığın da çok çok ötesindeyse, bunun birinci sebebi savaş politikalarıdır. Ve bunun da dayandığı yer aslında tecrittir. Ve aslında bu savaşlı bitirecek tek kişi Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan üzerindeki bu tecridin derinleşmesinin tek sebebi de savaşta ısrar politikasıdır. Savaşta ısrar ettikçe de ekonomik kriz derinleşecek, toplumsal, siyasal kriz de derinleşecektir. Kürt halkının yaşadığı bu sorunlar savaş politikasıyla bire bir bağlantılıdır. Savaş politikası tecrit politikasıyla birebir bağlantılı.
* Savaş politikaları ile tecrit birbirini nasıl besliyor? Bu anlamda neler söylemek gerekir?
Tecridin savaş politikasıyla bire bir bağlantısı var. Ve bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin de AKP-MHP ittifakının da, Cumhur ittifakının da ve buna bağlı olarak sessiz kalan muhalefetin de aslında tecrit politikasına karşı sessiz kalmaları savaş politikalarını devam ettirme amacında olduklarının bir göstergesi. Tecrit bitirilmedikçe bu savaş politikaları derinleşecektir. Derinleşen bu savaş politikaları, kaosa dönüşen, ekonomik, toplumsal, boyutların da devam edeceği görülmektedir.
*Aynı zamanda kadın mücadelesine yönelen saldırılar da mevcut. Örneğin Demokratik özerk yönetimin inşa edildiği Kuzey ve Doğu Suriye’de Qamişlo Kantonu Meclisi Eşbaşkanı’nın katledilmesi belki hem tecridin devamı hem de bu modele ve kadın mücadelesine dönük bir saldırı olarak okunabilir. Bu yönüyle kadınlar nasıl hedef alınıyor tecrit bağlamında?
Kapitalist sistemi devam ettirenlerin en çok korktuğu mücadele alanı kadın alanıdır. Sayın Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigması kadını önceleyen; kadının özgürlüğünün toplumun özgürlüğüyle birebir bağlantısının çok net ifadesidir. Bu ifade, bu paradigma bugün Rojava’da kadının öncülüğünde ete kemiğe bürünüyor. Qamişlo Özerk Yönetimi Eşbaşkanı Yusra Derweş ve arkadaşlarının katledilmesini şiddetle kınıyorum ve aslında orada hedef alınan kadın mücadelesidir. Hedef alınan toplumsallık mücadelesi ve Kürt halkının kazanımlarıdır. Bilindiği gibi Kürt kadınları dünyanın her yerinde, “Jin jiyan azadi” felsefesi, yaşamı bütün dünya kadınlarına örnek oluyor. Dünya kadınlarının buna örnek olması, toplumun özgürleşeceğini ve ulus devlet sistemine karşı bunun artık bir programa, bir örgütleme zeminine dönüştüğünü gösteriyor. Dolayısıyla AKP ve MHP Rojava’ya bunun üzerinden Rojavalı kadınlara bu kadar yönelimi, saldırısı bu paradigmanın önüne engel olunması içindir.
“Özellikle kolluk eliyle kadınların özel savaş politikalarının cenderesi altında olması ve bunlara ödül mahiyetinde cezaların verilmesi, ekolojik, demokratik, özgürlükçü paradigmanın Rojava şahsında ete kemiğe bürünmesi, Kürt kadınlarının üzerinden dünyaya yayılıp örnek olması meselesinden kadınlara karşı bu saldırılar gerçekleştiriliyor.”
Birkaç hafta önce binlerce Kürt’ün katledilmesinden sorumlu olan ve Artuklu Üniversitesi’nden mezun olan Birleşmiş Milletlerin (BM) savaş suçu işlemekle suçladığı Ahrar el Şarkiye örgütünün komutanlarından Ebu Hatim Şakra; Rojava’da Türkiye adına savaş yürüten örgütlerden birinin lideriydi. Bu devlet, iktidar kadın mücadelesinin yaratmış olduğu toplumsallığı bastırmak için bu katliamları gerçekleştirmekte. Son olarak Qamişlo’da katledilenler de bununla bağlantılıdır. Yine bu sadece Rojava ile sınırlı değil. Ondan önce Başûr’da Nagihan Akarsel katledildi. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de kadın mücadelesi yürüten ve kadın özgürlüğünü önceleyen kadınların onlarca yıl ceza alması; Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Semra Güzel, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ gibi onlarca kadın siyasetçinin, öncünün tutuklu bulunması… Yine kadınların katledilmesi ve cezasız kalması. Özellikle kolluk eliyle kadınların özel savaş politikalarının cenderesi altında olması ve bunlara ödül mahiyetinde cezaların verilmesi, ekolojik, demokratik, özgürlükçü paradigmanın Rojava şahsında ete kemiğe bürünmesi, Kürt kadınlarının üzerinden dünyaya yayılıp örnek olması meselesinden kadınlara karşı bu saldırılar gerçekleştiriliyor.
Qamişlo saldırısının bir diğer boyutu da dünyaya bela olmuş IŞİD çetesi. Bu IŞİD çetesiyle Türkiye’nin ilişkisinin hangi boyutta defalarca açığa çıktı. IŞİD’in Rojava’da yargılanmaya başladığı bir döneme denk gelmesi tesadüfi değildir. Türkiye ne zaman Rojava’ya bir saldırı düzenlerse bilin ki IŞİD’de bir sıkışmışlık ve bitmişlik var. IŞİD’e yeniden bir nefes aldırma derdine girme var. Yine aynı dönemde Astana’da bir görüşme vardı. Her ne kadar amacın çözüm olduğu ifade edilse de; asıl amaç halklar adına, Kürt halkı ve kadınlar adına bir normalleşme değil, Rojava’da kadınların öncülüğünde oluşturulan bir statünün kabulsüzlüğüdür.
“Tecridin bir boyutu da Sayın Abdullah Öcalan’ın toplumda ortaya koyduğu mücadelenin yaratmış olduğu ahlaki politik zeminin bitirilmesine yöneliktir. Sayın Abdullah Öcalan’ın, ‘Kürdistan sömürgedir’ tezi üzerine yaratmış olduğu bir mücadele ve bu mücadelenin toplumsallaşma gerçekliği söz konusu.”
* Bismil’de geçtiğimiz günlerde arazi kavgası olarak nitelendirilen bir katliam gerçekleşti. İki tarafın devlete başvurması ve devletin herhangi bir önlem almaması özel savaş politikaları çerçevesinde değerlendirilebilir mi?
Evet, tecride derinlemesine değindik fakat tecridin bir boyutu da Sayın Abdullah Öcalan’ın toplumda ortaya koyduğu mücadelenin yaratmış olduğu ahlaki politik zeminin bitirilmesine yöneliktir. Sayın Abdullah Öcalan’ın, ‘Kürdistan sömürgedir’ tezi üzerine yaratmış olduğu bir mücadele ve bu mücadelenin toplumsallaşma gerçekliği söz konusu. Dikkat ederseniz tecrit derinleştikçe özel savaş politikaları da yayılıyor. Tecrit mutlaklaştıkça özel savaş politikalarını Kürt’ü Kürt’e kırdırma meselesinde daha çok zemin buluyor. Bismil’de yaşanan ki sadece Bismil’de değil Kurdistan’ın birçok yerinde toprak kavgaları olarak lanse edilen meselenin asıl sebebi Kürdistan’ın bir sömürge olarak görülmesidir. Kürt halkının topraklarına hazine malı olarak el konulması ve bu hazine malı sonrasında aileler arasında 10 yıllara dayanan mahkeme süreçlerinin bu kavgalara sebebiyet verdiğini söylemek gerekiyor. Özel savaş politikalarının yaratmış olduğu politikalardan kaynaklıyor. Dolayısıyla bu noktada hem Sayın Abdullah Öcalan’ın ahlaki politik yaklaşımı hem de ekolojik, kadın özgürlükçü paradigması çerçevesinde Kürt kadınının ferasetinin toplumsal meselelere de öncülük etmesi gerektiğini ifade etmek gerekiyor. Çünkü Kürt kadını toplumsal gerçekliği en derinlemesine yaşayan ve bunu bilince çıkaran bir yerdedir. Dolayısıyla bu tarz meselelerde de kavgayı, savaşı özel savaş politikalarından yararlanarak dolduruşa gelen erkek zihniyetini durduracak olan kadınlardır, Kürt analarıdır. Burada en büyük rol Kürt kadınlara düşüyor. Dolayısıyla en son Bismil’de yaşanan bu felaketinde çözüleceği yer kadınların ve Kürt halkının kendi ahlaki, politik ilkesine bağlılığıyla açığa çıkacaktır.
“Bugün tecrit kelimesini ülkede yasaklayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Tecridi tecrit etme girişimi söz konusu.”
* Tecrit sadece Kürtlerin sorunu mudur? Bu bağlamda buna karşı mücadele vermesi gereken kesimler sadece Kürtler midir?
Tecride karşı tutum sadece Kürtlerin sorunu olmamalıdır. Tecrit bugün sadece İmralı’da yürütülen bir mesele değildir. Dolayısıyla sadece Kürtler değil; Türkiye halklarının ve Ortadoğu halklarının da sorunu olmalıdır. Yine insan haklarını savunan, insanlık suçu olarak gören herkesin tecride karşı sadece söylemde değil pratikte eylemsellik içerisinde olmaları gerekiyor. Çünkü toplum tecridi en küçük hücresine kadar yaşamaktadır. Sosyal medyada tweet attığı için binlerce kişinin cezaevinde olması tecridin kendisi değil midir? Bugün “Açlık var” diyen kişilerin yargılanmasının nedeni tecrittir. Tecrit bir politikaya, yönetim şekline dönüştürüldü. Önce İmralı’da başladı, bir laboratuvar olarak denendi sonra tüm cezaevlerine ve Türkiye’ye yayıldı. Türkiye bugün bir açık cezaevine dönüştürülmüş. Bugün tecrit kelimesini ülkede yasaklayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Tecridi tecrit etme girişimi söz konusudur. “Tecridi uyguluyorum, hukuku uygulamıyorum, yargıyı bir sopa halinde kullanıyorum ama bunu da ifade etmeyin” deniliyor. Ya da bunu ifade eden bir kesim olmalıdır; muhalefet, aydınlar, yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler ve her kesimin bunu dillendirmesinin baskısı yürütülüyor. Buna karşı tutum ortak olmalıdır. Örgütlü olmalı ve sonuç alıcı olmalıdır.
* Tecritle mücadelede son mesajınız ne olur?
Bugün tecridi konuşmak herkesin üstlendiği bir sorumluluk olmalıdır. Çünkü tecrit sadece Sayın Abdullah Öcalan şahsında Kürtlere uygulanmıyor. Sadece Sayın Abdullah Öcalan şahsında Kürtlerin kazanımları ayakaltına alınmıyor. Sadece Sayın Abdullah Öcalan üzerinde Kürtlerin tasfiyesi öncelense de onun üzerinden toplumsallık tasfiye edilmek istenmektedir. Dolayısıyla tecride karşı mücadelenin büyütülerek devam edilmesi gerekmektedir. Buradan herkese çağrımız tecridin sonlandırılması ve Sayın Abdullah Öcalan’ın bahsettiğimiz bütün krizlere karşı açığa çıkarmış olduğu çözüm önerilerini halklarla, inançlarla, bütün kesimlerle direkt tartışabileceği zemin oluşturulması gerekiyor. Tecride karşı mücadele sürekli ve sonuç alıcı bir şekilde yapılmalıdır.
Son olarak da bugün Kurban Bayramı ve bu vesileyle bütün İslam aleminin ve Kürt halkının Kurban Bayramı’nı kutluyorum. Bu bayramın demokrasiye, özgürlüğe, birlikte yaşam modelinin inşa edilmesine vesile olmasını diliyorum.