İHD ve TİHV: CPT raporlarının tümü açıklanmalı!

  • 14:52 26 Haziran 2023
  • Güncel
 
 
İSTANBUL- İHD ve TİHV’in  “İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” dolayısı ile yaptığı açıklamada tüm cezaevlerinin işkence mekanına dönüştüğü belirtilerek, İmralı’da kabul edilemez izolasyonun, toplumda ciddi kaygılara yol açtığı, cezaevlerinin insan hakları ve hukuk örgütlerinin denetimine açılması ve CPT raporlarının tümünün açıklanarak tavsiyelerin uygulanması gerektiğinin altı çizildi. 
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” dolayısıyla Beyoğlu’nda bulunan dernek binaları önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü, İşkencesiz Bir Dünya Mümkün!” pankartının açıldığı açıklamada,  “Susma, suça ortak olma”, “insanlık onuru işkenceyi yenecek”, “İnsan haklarıyla insandır” dövizleri taşındı. Açıklamaya, çok sayıda insan hakları savunucularının yanı sıra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Amed Milletvekili Ceylan Akça da katıldı.
 
BM Sözleşmesi ve önemi
 
Basın metnini, TİHV İstanbul Temsilcisi Ümit Efe okudu. Ümit, 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nün tüm insan hakları savunucuları açısından özel ve önemli bir gün olduğunu belirterek konuşmasına başladı. Ümit, “Birleşmiş Milletler (BM) ‘İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’, 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM 1997 yılında bu günü ‘İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’ olarak ilan etmiştir” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin de işkenceye karşı imza attığı bu sözleşmenin insan onurunu ve değerini korumak adına büyük bir önem taşıdığını vurgulayan Ümit, sözleşmede yer alan işkence yasağı kuralının modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından biri olduğunu sözlerine ekledi.
 
‘Tüm ülkeler işkence mekanına dönüştü!’
 
İşkence yasağının hiyerarşik açıdan “üstün kural” ve “buyruk kural” niteliğinde olduğunu dile getiren Ümit, “Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olamaz. Sözleşmenin ikinci maddesinin ikinci paragrafında bu durum şöyle ifade edilir, hiçbir istisnai durum ne harp hali ne de bir harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez” ifadelerini kullandı. Ümit, işkencenin sözleşmelerde çok açık bir şekilde işkence olarak belirtilmesine rağmen dünyadaki birçok ülkede toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma politikası olarak kullanıldığının da altını çizdi. Türkiye’nin “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul ettiğini anımsatan Ümit, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda da işkencenin yasak olduğunun belirtildiğini kaydetti. Ümit, “Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil, tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak, ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın, her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu, günümüzde tüm ülke adeta işkence mekanı haline gelmiştir” dedi.
 
İşkence devam ediyor!
 
Türkiye'nin insan hakları sorunlarından başta yasak ve işkenceye dikkat çeken Ümit, araştırılan verilerde ‘İşkenceye sıfır tolerans’ sözünün sadece bir propagandadan öteye gidemediğini aktardı. Ümit, “Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde, devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmaları işlevsiz kılınıyor. Ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan yapılan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık politikaları ve benzeri sonucunda, resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm vahameti ile devam etmektedir” şeklinde konuştu.
 
İktidar tarafından ‘korunan’ polisler
 
Sokaktaki polis şiddeti ve işkencenin had safhaya ulaştığının altını çizen Ümit, iktidar tarafından polislerin cezalandırılmadığını, denetlenmediğini ve “görmezden” gelindiğine dikkat çekti. Ümit, “Keza yıl boyunca demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanmak isteyen başta Cumartesi Anneleri / İnsanları olmak üzere, kadınlar ve LGBTI+’lar, işçiler, yaşam savunucuları, siyasi partiler ile meslek örgütlerinin üye ve yöneticileri, insan hakları savunucuları bu zalimane kolluk şiddetine maruz kalmışlardır” ifadelerini kullandı.
 
OHAL sonrası artan ihlaller
 
Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilan edildiği 2016 yılından bu yana kaybedilen insanların daha da artmasının endişe verici olduğunu paylaşan Ümit, cezaevlerinin de işkencenin bir mekanı haline geldiğini vurguladı. Ümit, özellikle 2015 yılının Temmuz ayından bu yana, Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesi ve daha sonra askeri darbe girişiminin bastırılması ve ardından OHAL’in ilan edilmesiyle devam eden bir hak ihlalinin olduğunu belirtti.  
 
 ‘İmralı’daki izolasyon toplumda ciddi kaygılar yaratıyor!’
 
Ümit, ayrıca cezaevlerindeki tutsaklar ile hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında ileri düzeyde artışların yaşandığını dile getirdi. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 28 aydır hiçbir haber alınamadığını hatırlatan Ümit, “Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) raporlarında da yer verildiği üzere İmralı Hapishanesi’nde uygulanan kabul edilemez izolasyon, toplumda ciddi kaygılara yol açmaktadır” vurgusunu yaptı.
 
‘Cezasızlığı güvence altına almaya çalışıyorlar’
 
AKP iktidarının uyguladığı hak ihlallerinin uluslararası insan hakları kurumlarının raporlarına da yansıdığını söyleyen Ümit, “Anayasa başta olmak üzere hiçbir kural ve normla kendini sınırlandırmak istemeyen siyasal iktidar, uluslararası mekanizmaları, onların yaptığı eleştiri ve uyarıları dikkate almamakta, işkenceyi önlemeye yönelik iyileştirmeleri yapmamaktadır. Aksine, mevzuatta işkence yasağının mutlak niteliğine aykırı düzenleme ve değişiklikler yaparak cezasızlığı ‘güvence’ altına almaya çalışıyorlar. İhlalleri görünür kılmaya çalışan insan hakları savunucularına yönelttiği tehdit ve tacizlerle işkenceye karşı mücadeleyi engelleyebileceğini düşünmektedir” dedi. İşkencenin insan eliyle yapıldığını ve ancak insanların bunu durdurabileceğine dikkat çeken Ümit, işkencenin en öncelikli muhatabının devlet olduğunu ifade etti. Ümit, “İnsan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz” dedi.
 
Ümit, insan hakları savunucuları olarak taleplerini şu şekilde sıraladı:
 
“* İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
 
* Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
 
* Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
 
* Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
 
* Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol (OPCAT) ve BM Paris Prensiplerine uygun tümüyle bağımsız yeni bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
 
* Kolluk Gözetim Komisyonu tarafsız ve bağımsız hale getirilmelidir.
 
* İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
 
* İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
 
* Hapishaneler insan hakları ve hukuk örgütlerinin denetimine açılmalıdır.
 
* CPT raporlarının tümü açıklanmalı ve tüm tavsiyelere uyulmalıdır.”
 
Dayanışmayı büyütme çağrısı
 
İşkenceyi önlemenin toplumun sorumluluğu olduğunu ifade eden Ümit, “İnsan ve yurttaş olmak, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız” çağrısı yaptı.
 
İşkenceye karşı destek sürecek
 
Ümit, İHD ve TİHV olarak “örtbas” etmelere, susturmalara ve korkulara karşı işkence görenlerin sesinin duyulması için her zaman yanlarında olduklarının mesajını verdi. Maruz kalınan işkenceyi belgeleyip raporlamaya, fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye devam edeceklerinin altını çizen Ümit, “Adalete erişimlerine yardımcı olmaya, yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz” diye vurguladı.