İmralı’da başlayan tecrit cezaevlerinde işkenceye dönüştü

  • 09:01 26 Haziran 2023
  • Güncel
 
 
Dilan Babat 
 
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük ağır tecrit ve mutlak iletişimsizlik halinin Türkiye’de bulunan tüm cezaevlerine sirayet ettiğini söyleyen İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi  Nuray Çevirmen, cezaevlerinde tecridi katılaştıran uygulamaların devrede olduğunu kaydetti. Nuray, toplumun genelinin cezaevlerindeki ihlallere ve tecrit durumuna sessiz kaldığı eleştirisinde bulundu.
 
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 2 yıla aşkın bir süredir haber alınamıyor. Aile ve avukatların yaptığı görüşme başvuruları “disiplin” gerekçeleri ile reddedilirken, İmralı’da yaşanan mutlak iletişimsizlik hali ve tecrit durumu ise Türkiye’de bulunan tüm cezaevlerine sirayet etmiş durumda.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Nuray Çevirmen tecridi ve cezaevlerine yansımasını değerlendirdi.
 
‘Türkiye kendi hukuksal normlarına karşı bir süreç geliştiriyor’
 
İmralı Cezaevi’nde uzun yıllara varan bir mutlak iletişimsizlik hali olduğunu söyleyen Nuray,  bir insan hakkı ihlalinin yaşatıldığını söyledi. İmralı Cezaevi’nde aile, avukat, telefon, haberleşme haklarının yok sayıldığını kaydeden Nuray, “Tüm bu haklar Türkiye’nin anayasasında garanti altına alınmış, Türkiye’nin imza atmış olduğu uluslararası sözleşmeler kapsamında da cezaevinde tutulan kim olursa olsun haklar bağlamında tüm bahsettiğimiz görüşme, iletişim ve avukat görüşmelerinin sağlanması gerekiyor. Böyle bir uygulamanın yapılmaması gerekiyor, ne yazık ki Türkiye devleti kendi hukuksal normlarına karşı da bir süreç geliştiriyor. Yapılan tüm itirazlar reddediliyor. Uzun bir süredir katı tecrit durumu devam ediyor. İnsan hakları savunucuları olarak katı tecrit uygulamasının karşısındayız. Türkiye’nin kendi anayasası ve hukuksal normlarına uygun olarak bu tecrit sistemini kaldırması gerekiyor” dedi. 
 
‘Yüksek güvenlikli ve S tipi hapishaneler F tiplerini de geçti’
 
Cezaevlerinde demokratik bir işleyişin söz konusu olmadığını dile getiren Nuray, toplumsal alanda yapılan baskıların cezaevlerinde de devam ettirildiğini söyledi. Nuray, “Katı tecrit mekanizmalarının yaklaşık 3 yıldır daha fazla arttığını gözlemliyoruz. Özellikle yüksek güvenlikli hapishaneler ve S Tipi hapishanelerde çok yoğun tecrit uygulaması var. 2000’li yıllarda F Tipi cezaevleriyle ilgili bir insanlık ayıbı olarak nitelendirilen ve bununla ilgili mücadele verilen hapishaneler, şu anda yüksek güvenlikli ve S Tipi Kapalı hapishanelerin yanında daha iyi konumda kaldı. Ama yüksek güvenlikli hapishaneler, F Tipi hapishanelerin önüne geçerek, hak ihlallerinin odağı olmuş durumda. Mahpuslar, günde bir saat havalandırmaya çıkarılıyor, diğer tüm saatleri tek bir odada geçirmek zorunda kalıyor. Bu hapishanelerde güneş ve havanın girmesi için pencereler de tor denilen ağlarla kapatılmış durumda. Herhangi bir iletişim hakları yok” dedi. 
 
İhlaller artıyor
 
Tutsakların ailelerinden çok uzak cezaevlerinde tutulduğuna dikkat çeken Nuray, bunun da bir tecrit olduğuna işaret etti. Nuray, cezaevlerinde yaşanan ihlalleri şöyle özetledi: “İnsan sosyal bir varlıktır, değişime ihtiyacı vardır, sosyalleşmeye ihtiyacı vardır. Hapishanelerde bir oda değişimi talepleri kabul edilmiyor. Ailelere yakın cezaevlerine gitme talepleri kabul edilmiyor. Kitap yasağı var, kimi hapishanelerde üç kitap, kimi hapishanelerde beş kitap bulundurulabiliyor. Kürtçe mektuplar, kitaplar verilmiyor. Muhalif basın yayınları kesinlikle alınmıyor. İktidara yakın gazeteler veriliyor, yayın yasağı olmayan, Türkiye’de erişime açık olan gazeteler ve dergiler, hapishane söz konusu olunca verilmiyor. Hapishane dediğimiz yerler, sadece kişinin özgürlüklerinden mahrum bırakılan yerlerdir, diğer insanlarla eşit haklara sahiptir
 
Ancak hapiste tutulmanın da ötesinde çeşitli ihlallerle, hakların yok sayılmasıyla hapishane içerisinde tecrit sistemleri de uygulanarak çeşitli haklardan yoksun bırakılıyorlar. Tecrit dediğimiz sistem, yeni yasa çerçevesinde dayanışma amacıyla gönderilen paralar, ‘örgüt finansmanı’ olarak değerlendirilerek soruşturma açılıyor. Oysa mahpuslar, yoksul insanlar, hapishane dediğimiz yerler, ticarethaneye dönmüş durumda. Kantin fiyatları çok yüksek, kullandıkları elektrik bedelini ödemek zorundalar. Yedikleri yemeğin bedelini aileleri ya da vasileri tarafından karşılanması için fatura gönderiliyor. İhtiyacı olan kıyafet, iç çamaşırı, bere gibi birçok şey kantinden almak zorunda bırakılıyorlar, aileler gönderdiğinde ise kabul edilmiyor. Bugün bir kart atmak istediğinizde 10 TL’ye mal oluyor, iç içe mektup atıldığında bu bile kabul edilmiyor. Posta fiyatları ya da ileti gönderme fiyatları yüksek olmasına rağmen mahpuslar buna zorlanıyor. Ancak çoğu mahpusun ekonomik durumu iyi değil. Ailelerin durumu iyi olmadığı için görüşe gelemiyorlar. Tüm bunları iç içe koyduğumuz zaman tecridin ayaklarını teşkil ediyor. Pek çok hak ihlali bir araya gelince tecridi oldukça katılaştıran ve dayanılmaz hale getiren bir sistem inşa ediliyor.” 
 
‘Deprem bölgesinden sevk edilen tutsaklara işkence’
 
Mereş merkezli 6 Şubat günü meydana gelen depremden sonra Kırıkkale Cezaevi’ne sevk edilen tutsakların açlık grevine başladığını hatırlatan Nuray, bunun nedeninin ise maruz kaldıkları hak ihlalleri olduğunu ifade etti. Nuray, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kötü muamele ve işkenceye maruz kaldılar. İskenderun’dan gönderilen mahpuslar, işkenceye uğradı, Hatay T Tipi Cezaevi’nden gönderilen mahpuslar, özellikle Afrinli mahpusların da içerisinde olduğu 22 kişi, Samsun’a gönderilen mahpuslar, çok yoğun işkenceye maruz kalmış. Yine Türkoğlu’ndan Samsuna gönderilen mahpuslar ile ilgili de aynı durum söz konusu. 3 mahpus darp edilmişti. Ağız içi aramalardan kaynaklı bu hapishanelerde mahpuslar, ne yazık ki tedaviye erişemiyor. Türkoğlu’ndan Samsun’a gönderilen çok ağır bir mahpus var. Ameliyattan sonra sevk edilmişti. Durumu ağır olmasından dolayı ağız içi aramadan sonra hastaneye sevkleri gerçekleşmedi. Bu çerçevede Türkoğlu’ndan sevk edilen mahpuslar, kıyafetlerin verilmemesi, kitapların verilmemesi, yan yana gelmeleri gibi birçok sorunla karşı karşıyalar ve çözüm üretilmiyor. Aileler tarafından kurumumuza başvuru yapılmıştı, açlık grevine başladılar diye. Mahpusların kendileri de başvuru yapmış ve ihlallerin giderilmesini talep etmişti. Yaklaşık 9 gün oldu. Şu anda açlık grevi süresiz ve dönüşümsüz devam ediyor.”
 
‘Toplumun geneli hapishanedeki sorunlara sessiz’
 
Türkiye’de çok fazla cezaevinin inşa edildiğini kaydeden Nuray, bu cezaevlerine tutsakların konulduğunu söyledi. 400’ün üzerinde açık ve kapalı olmak üzere bir cezaevi sistemi olduğunu dile getiren Nuray, “Bu kadar çok hapishanenin ve mahpusun olduğu yerde cezasızlığın olduğu noktada ihlaller kaçınılmaz olur. Hasta mahpusların durumu oldukça kötü. Hapishanelerden sürekli olarak ölüm haberleri alıyoruz. Hasta mahpusların ölümlerinin yanında pek çok şüpheli ölüm var. İntihara sürüklenmeler, işkenceler var. Bunlarla ilgili şeffaf, açık bir soruşturma süreci yürütülmüyor. İşkence ve kötü muamele yasağını ihlal edenlerle ilgili herhangi bir yaptırım duyamıyoruz. İşkence ve kötü muamele uygulayan görevliler de, mahpuslar a, ‘istediğiniz yere şikayet edin, burada biz ne dersek o olur’ şeklinde pek çok ifade kullanıyor. Ne yazık ki bu durum toplumda normalleştiriliyor. Hapishanelere giren, çıkan, denetimli serbestlik, tüm bunları iç içe koyduğumuz zaman kontrol altında tutma mekanizması ve güvenlikçi politikalar toplumun her kesimini içine alıyor. Ama toplumun geneli bu sorunlara karşı sessiz” dedi. 
 
‘Türkiye sözleşmelere ve hukuksal normlarına uymak zorunda’
 
Hapsetme rejiminden vazgeçilmesi çağrısında bulunan Nuray son olarak şöyle konuştu: “Hapsetme rejiminden vazgeçilmediği sürece lokal iyileştirmelerle bir sonuç alınamaz. Bunun yanı sıra hasta mahpusları tedavi imkanlarının sağlanması, ağır hasta mahpusların mutlaka tahliye edilmesini talep ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı af yetkisini düzenleyen belirli amaçlar doğrultusunda genelge çıkardı. Pandemi sürecinde de bunu yaşadık. 65 yaş üstü ağır hasta mahpuslar tahliye edilecek denildi, ama TMK kapsamında tutulan tüm mahpuslar hapishanede kaldı. O yıl 4’ü 80 yaş üzeri olan mahpus yaşamını yitirdi. Bu hapsetme rejiminin yanı sıra toplumun normalleşmeye, güvenlikçi politikaların terk edilmesi gerektiğine ihtiyaç var. Mahpusların insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri için mutlaka bu cezasızlık politikasından vazgeçilmeli. Hapishaneler, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin denetimine açılmalı. Türkiye hem imza atmış olduğu sözleşmelere ve hukuksal normlara uymak durumunda. Böyle bir mecburiyeti var. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam, herkesin hakkıdır, mahpusların da hakkıdır.”