Avukat Ceren Uysal: İmralı tecridi salt hukukla tartışılamaz!

  • 09:01 12 Haziran 2023
  • Güncel
Dilan Babat
 
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük mutlak iletişimsizlik halini değerlendiren Avukat Ceren Uysal, İmralı’daki durumun artık salt hukukla tartışılamayacağını ve işkence haline döndüğünü kaydederek, uluslararası kurumların Abdullah Öcalan’a dönük tecridi kınamak yerine artık yaptırımların devreye girmesi gerektiğini belirtti.
 
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutuluyor. Abdullah Öcalan ile İmralı’da bulunan diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’a dönük haber alınamama hali ise 27’nci ayında devam ediyor. Ortadoğu, Avrupa ve Türkiye’den yüzlerce avukat İmralı adasını ziyaret etme başvurusu yapmasına rağmen hala bir yanıt alabilmiş değil. Başvurular yanıtsız bırakılırken, aile ve avukat başvuruları ise sürekli “disiplin cezaları” gerekçesi ile engelleniyor.
 
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi Avukat Ceren Uysal, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük mutlak iletişimsizlik halini değerlendirdi.
 
‘İmralı’daki hukuki değerlendirme işkencedir’
 
Abdullah Öcalan’a dönük mutlak iletişimsizlik hali ve tecridin hukuki olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonucun işkence olduğunu söyleyen Ceren, tecridin her durumda işkenceye döndüğünü kaydetti. Ceren, “Bu yıllardır üzerini çize çize vurguladığımız bir konu. Bir tek biz vurgulamıyoruz, uluslararası belgelerde de bu vurgulanıyor. Ancak şuan Sayın Öcalan’a uygulandığı biçimde artık tekrar tekrar bizim dile getirmemizi dahi gereksizleştirecek bir boyuta ulaştı. Yıllara ulaşan bir tecritten söz ediyoruz. Avukatlarıyla, ailesiyle görüştürülmeyen bir tablodan söz ediyoruz. Artık olağan şartlarda infaz rejimine tabi tutulduğunu düşünmemiz gereken birinin sağlık durumuyla ilgili dahi bilgi alamayan bir durumla karşı karşıyayız. Bunun da hukuki değerlendirmesi işkencedir. Türkiye devleti açık bir şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası düzenlemelerde belirtilen ve Türkiye’nin de altına imza attığı işkence yasağına aykırı davranmakta” dedi.
 
‘Salt hukukla bu durumu tartışabilecek durumda değiliz’
 
Abdullah Öcalan’a dönük disiplin cezalarının Türkiye’de uzun süredir keyfi pratiğe dönüştüğüne dikkat çeken Ceren, birçok politik tutsağın cezaevlerinde keyfi bir şekilde alıkonulduğuna şahit olduklarını kaydetti. Ceren, “Sayın Öcalan açısında bu iletişim yasağının sözde meşrulaştırılmasının aracı olarak dile getiriliyor. Birçok başka Kürt siyasetçi, Türkiye solunun aktif unsurları, avukatlar zaman zaman sıradan başka suçlarla tutuklanan kişilerde dahi biz bu keyfi disiplin cezalarının infazı yakan bir biçimde uygulandığını, insanların keyfi olarak hapishanede tutulduğunu görüyoruz. Yine AİHS’de tanımlanmış, ‘kişi özgürlüğünün keyfi şekilde engellenmesi’ kapsamına giriyor ve açık bir ihlaldir. İmralı ve Sayın Öcalan’dan söz ettiğimizde salt hukukla bunu tartışabilecek durumda değiliz. Böyle olmaması gerekiyor. Burada keyfiliğin ilk adımı şuradan başlıyor; bir kişi var bir hapishane içerisinde tutuluyor. Bir adada tutuluyor ve avukatlarının bu kişi hakkında yürüyen, süregelen hukuki süreçlerden ve disiplin süreçlerinden hiçbir şekilde haberi yok. Burada açıkça savunma hakkı kısıtlanıyor, avukatların önüne, yapılan başvurularda bunlar ileri sürülüyor. Ancak aslı ve astarına dair hiçbir şekilde kapsamlı bir haber alınamıyor” diye belirtti.
 
‘AİHM onlarca defa ihlal kararı verdi’
 
Ceren sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye bir kişiye özel bir infaz rejimi uyguluyor. Bunu uygulamakla kalmıyor ve bunu tüm Türkiye toplumuna yaymaya çalışıyor. Bunun politikasını izliyor. Çok açık bir siyasal düşmanlıktan geliyor. Bir temsiliyetin kabul edilmemesinden ileri geliyor, bunun ceza hukuku ile uluslararası hukuk standartlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bununla ilgili verilecek hukuki yanıtlar eksik ve yetersiz olacak, AİHM onlarca defa ihlal kararı verdi. Bunlar üzerine onlarca defa hukukçular açıklamalarda bulundu. Bu keyfiyetin bu nedenler tek başına hukuki değil, siyasi olarak okunması ve buradan tartışılması gerektiği açık.”
 
‘Türkiye’nin yasayı dolanmasının önüne geçilmesi gerekiyor’
 
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı’ya dönük yaklaşımlarını da değerlendiren Ceren, CPT’nin de yasal bir düzenleme kapsamında çalıştığını ifade etti. Dünyada Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupalı Hukukçular Birliği (ELDH) olarak eleştirdikleri noktanın raporların yayınlama usulü olmadığını belirtti. Ceren, “Bunu eleştirecek olsak CPT’yi değil yasal düzenlemeyi eleştirmemiz gerekiyor. CPT’nin kendi yasal düzenlemesi kapsamında yapabileceği çok temel bir mesele var, oda kaygıları gidermek. Bir kişi hakkında koşulsuz, kesintisiz bir tecrit uygulanıyorsa bu kişi Kürt halkı açısından bir siyasal temsiliyet ifade edip bu ölçüde bir maddi ve manevi değere sahipse toplumsal anlamda çok ciddi kaygılar bir uygulamadan doğru tetikleniyorsa CPT’nin yapabileceği şey en azından görüşmenin kendi kapsamına ilişkin rapor bulgularından söz etmiyorum, orada hukuk neyse onun uygulanması gerekiyor. ELDH olarak; bu konuda kendi düzenlemeleri dışına çıkmasını tartışmıyoruz ama en azından bu kaygıları giderecek şekilde şeffaf kamuoyuna bilgilendirme yapması gerektiği çok açık. CPT’den bekleriz ki böyle bir görüşme gerçekleştiyse, bu görüşmeye katılmadıysa, bunu duyursun. Ya da bir görüşme olduysa, sağlık durumu ile ilgili bir gözlem söz konusu ise bunu duyursun. Eğer o raporu kamuoyu ile paylaşması gereken faktörler geciktiriliyorsa ve bu durum Türkiye devleti ile ilgili ise buna ilişkin müdahalelerde bulunsun ve aktif pozisyon alsın. Bunların her biri esasında belirli bir yasal düzenleme kapsamında yapabilecekleri içerisinde. Aynı zamanda Türkiye devleti verili yasal düzenlemelerin açıklarını kullanıyor. Bu bilgilere erişememenin Türkiye devleti tarafından yapılan geciktirmelerse ki bizim AİHM süreçlerinde çok daha önemsiz dosyalarda gözlemledik, eğer buysa bu durumda Türkiye devletinin yasaya dolanmasının önüne geçilmesi gerekiyor. CPT’ni daha aktif bir tutum içerisine girmesi gerekiyor” sözlerini kullandı.
 
‘CPT’nin ELHD’yi bir danışman örgütü olarak kabul etmesi gerekiyor’
 
CPT’nin ülke ziyaretleri içerisinde çalışmalar yürüten, görüşme başlıklarına dair bilgi sahibi olan demokratik kitle örgütleriyle ve sivil toplum örgütleriyle de belirli bir iletişim halinde olduğunu ifade eden Ceren, ELDH’nin üyeleri arasında Özgürlük için Hukukçular Derneği ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de yer aldığına vurgu yaptı. Ceren, “Aktif olarak hapishanelerde işkence durumu, tecrit, infaz rejimindeki keyfilik gibi bir dizi başlıkla günlük olarak çalışan hukukçuların üyesi olduğu bir kurum. Bu nedenle CPT’nin bizi de çok hızlı bir biçimde bir danışman örgütü olarak kabulü gerekiyor. Şuana kadar yaptığımız başvurularda bir yanıt almadık. Biliyoruz ki yanıt verme yükümlülükleri yasal düzenlemeleri gereğince yok. Ama en azından muhatap olma çerçevesinde bir yanıt bir görüşme talebi konusunda bekliyoruz. Önümüzdeki yıl daha aktif girişimlerde de bulunacağız” şeklinde konuştu. 
 
Avrupa'da tecrit ve Kürt sorunu başlıklı konferans düzenlenecek
 
13 Haziran’da ELHD olarak, Almanya merkezli bir insan hakları ve hukuk örgütü ve Avrupa Parlamentosu desteğiyle bir konferans düzenleyeceklerini söyleyen Ceren, konferansın başlığının tecrit, hapishaneler ve Kürt sorunu olduğunu dile getirdi. Ceren, “Konferans kapsamında ara başlıklarımızdan bir tanesi tamamen tecrit ve hapishaneler olacak. Bu konferansta uluslararası alanda tanınmış avukatlar ve akademisyenler yer alacak. Yine Asrın Hukuk Bürosu’ndan meslektaşlarımız olacak. Umut hakkını tartışabileceğimiz, tecridi tartışabileceğimiz, diğer yandan AİHM kararlarının uygulanmamasını da gündeme getireceğimiz kapsamlı bir konferanstan söz ediyoruz. Bu çok küçük bir adım olabilir ama Avrupa Parlamentosu ve hukukçuların yan yana gelerek, hele de Türkiye’de yaşadığımız bu seçim sürecinin akabinde ortaya çıkan sonuçları masaya yatırmaları, demokratik perspektifler üzerine söz söyleyecek olmalarını tartışacağız. Ajandamızdaki en önemli konferanslardan bir tanesi. Eylül ile birlikte bir takım inisiyatifleri artırmamız gerekiyor. Bu yılın başında İmralı delegasyonu organize edilmişti ve tarihi bir katılım söz konusuydu. Oranın rapor bulguları da bir basın toplantısıyla paylaşıldı. İmza kampanyaları paylaşıldı. Bunun takibi gerekiyor ve ELHD olarak CPT ile bir toplantı organize etmek istiyoruz. Bununla ilgili yazılı bir başvuru süreci yürüteceğiz” ifadelerine yer verdi.
 
‘Kınamakla olacak iş değil ortada bir ihlal suçu var’
 
Abdullah Öcalan’a dönük tecridin toplumsal muhalefete taşırılarak artık sokaklarda dile getirilmesi gerektiğini belirten Ceren, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Tecrit için sadece avukatların harcayacağı çabaya ve yapacakları yasal başvuruya bağlı değil. Hiçbir şekilde tek başına muhalif veya aynı politik düzlemden gelen siyasetçilerin harcayacağı çabaya bağlı değil. Toplumsal muhalefeti İmralı’da uygulanan tecridin, hapishanelerde uygulanan tecridin, keyfileşmiş infaz rejiminin kendisine yönelik bir saldırı olduğunu kavrayabilmesiyle gerçekleşecek. Bunun artık hepimizin gündemi olması gerekiyor. Bu talebin artık sokaklarda dile getirilmesi gerekiyor. Zira bunun yasal çerçeve içinde söylenmesi gerekiyor. Hiçbir yasa siyasetçilerin mecliste oluşturdukları komisyonlar üzerinden şekillenmez. Hukuk denen şey bir güç ilişkisidir. Öncelikle ihtiyacın toplumsal olarak dile getirilmesi, uluslararası kurumların bu konuda daha net daha güçlü bir tutum almaları gerekiyor. Zira bu sadece kınamakla, eleştirmekle olacak bir süreç değil. Ortada bir ihlal ve suç var. Bunun uluslararası kurumlarda adının net konulup yaptırımların devreye sokulacağı bir süreç gerekiyor. Bunun adımları yavaş yavaş görülüyor. Türkiye aleyhine ihlal süreci başladı ama arkadan dosyalar geliyor. Avrupa Konseyi bu ihlal prosedürünü nereye kadar götürebilecek. Ancak bu bütünlüklü bir arada götürülmesi gereken bir durum. Bizler onlarca teşhir yaparız ama iş teşhiri çoktan geçti ve biz şimdi mutlak bir tecritten söz ediyoruz. Hepimizin daha aktif olması gerekiyor.”