Aşırı sağ ve kadın mücadelesi bir arada durabilir mi?

  • 09:04 9 Haziran 2023
  • Siyaset
Melek Avcı
 
ANKARA - Dünyada yükselen sağ popülist siyasette önemli rolleri üstlenen kadın liderlerin artmasıyla birlikte kadın kazanımlarının da artacağı yanılgısını da beraberinde getirmektedir. Tersine aşırı sağ partilerin liderleri olarak ortaya çık(arılmış)an kadın liderler, hemcinslerinin önünde büyük setler kuran pozisyonda oldu.
 
Toplumun her alanında kadın temsiliyetini görmek; siyaseti, kamusal alanı, toplumsal yaşamı eril yapı ve dilden arındırmak için büyük önem teşkil etmektedir. Önemli ve stratejik pozisyonlarda yer alan kadınların, hemcinsleri ve toplumda kadın hareketini güçlendirmek için rol alması beklenirken kapitalist modernitenin tam tersi olarak kadın mücadelesine ket vurmak için yarattığı ve karşımıza koyduğu kadın lider ve siyasetçilerden öteye gidilemeyen bir yapıya doğru evrilen dünya siyaseti ile karşı karşıyayız.
 
Aşırı sağ partilerden yükselerek siyaset sahnesine çıkan, başbakanlık ve parti liderliği pozisyonlarına yükselen kadınların, diğer taraftan yükselen ve her alana kıvılcımını yayan kadın hareketinin alternatifini oluşturmaya çalışan kapitalizm tarafından desteklendiğini ve buna uygun politikalar yürüttüğüne şahitlik ediyoruz. Kadınları eril kalıplardan çıkaran, eril siyasete başkaldıran, bedenleri ve hayatları noktasında her türlü kararı alma özgürlüğünü ve eşitliğini kazanma mücadelesi yürüten kadın hareketi, dünyanın her yerinde eril zihniyete sıkıştırılmış ve faşizmle yoğrulmuş politikaların yapıcısı ve destekleyicisi olan hemcinsleriyle de savaşım veriyor.
 
Kadın özgürlük mücadelesinin derinlikten yoksun siyasete çekilişi
 
Dünya genelinde sağ popülist siyaset denildiğinde seçmen ve siyasetçi profili olarak akla ilk beyaz erkekler gelmektedir. Fakat son süreçteki araştırmalara ve Almanya, Fransa, Polonya, İsveç, İtalya, İsveç gibi ülkelerdeki seçimlerin sonuçlarına baktığımızda kadın seçmenlerin de sağ siyasetten yana yer aldığı hatta bu siyasetin liderliğini üstelendiğini, partilerin yönetim kadrolarında yer aldığını görüyoruz. Fakat baktığımızda aynı temsiliyeti partilerin Meclis aritmetiğinde ve parlamentolarında yani karar alma mekanizmalarında göremiyoruz. Bu bilinçli sistemle ilgili daha önce dünya basınına konuşan “Kadınların Zaferi” adlı araştırmanın yayımcısı Elisa Gutsche, "Kadınlara partiyi cazip bir seçenek haline getirmeleri için kadınlara partinin daha dostane ve modern yüzü olma rolü veriliyor. Tüm partilerde aynı benzerliğe rastlıyoruz, kadınlar konusunda pek derinlik yok. Bu partiler, parti örgütünde kadın-erkek eşitliği konusunda ilerici partiler değil” sözlerini kullanmıştı. Kısacası sağ siyasette yer alan kadın liderler profillerini bir “kadın özgürlük mücadelesine inanıyoruz ve kadınlara da yer veriyoruz” vitrini olarak kullanan kapitalist sistem kadının gerçek özgürlük mücadelesinin karşısına kendinden olanın alternatifini ve ters yüz edilmiş biçimini yerleştirerek mücadele dinamiğini derinliğinden ve sorunun gerçek kökeninden koparma stratejisi izliyor. Böylelikle kadınları gerçek mücadele hattından çekip sağa ve madalyonun görünen yüzüne odaklandıran hemcinsine yakınlaştırıyor.
 
Sağ popülist ve kadın odaklı siyaseti kesişimde ne üretiyor?
 
Kapitalizmin kadın özgürlük mücadelesinin önüne bu yeni yapıyla geçme çabasının yanı sıra siyasetin tabanda din ve “milliyetçilik” ideolojisine de bağlı olduğunu görüyoruz. Bir yandan kadınların her alanda yer almasını savunan sağ popülist kadın liderler, öte yandan mülteci ve göçmen kadınları özgürlük mücadelesinden dışlayarak, erkek göçmen ve mülteciler üzerinden bir şiddet ve “mağduriyet” tanımı üretme yoluna gidiyor. Sağ siyaset ve kadını esas alan siyaset göçmen karşıtlığı, göçmen erkekler tarafından “mağdur” edilme ve şiddet görme, din odaklı yaklaşım ve dışlama, özelikle Batı ile uyuşmayan din algısı üzerinden kesişerek siyasetini üretiyor. Avrupa ve genel olarak ulus devletlerde sıkı sıkı sarılan göçmen karşıtlığı ve milliyetçilik fikri, “ülkeme geldi beni taciz etti, şiddet arttı, iş olanaklarımızı gasp etti” gibi sebep ve söylemlerle şekilleniyor. Kadın özgürlük mücadelesini siyaset alanında küçük bir noktaya sıkıştırmaya çalışan bu siyaset biçiminin ise kadınlar ve onları buna entegre etmeye çalışan kadın liderler üzerinden üretilmesi tesadüfi değil.
 
İtalya’da Giorgia Meoloni: Cinsiyet, vatan ve din argümanı
 
Bu kadın liderlere baktığımızda sıkça “başarıları” yansıtılan bazı liderleri görüyoruz. İncelediğimiz de ise politik ideolojik zeminleri neredeyse aynı. Siyasete neo-faşist gençlik hareketlerinde başlayan ve şuan İtalya Başbakanı olan Giorgia Meloni’nin bugün liderliğini yaptığı İtalya’nın Kardeşleri Partisi (FdI), ulusal muhafazakar ve aşırı sağcı, faşist bir çizgide tanımlanıyor. Giorgia ve partisinin politik ideolojik zemininin Mussolini’den devralınan “Tanrı, Aile, Anavatan” sloganın oluşturduğunu söylemek mümkün. Çünkü kendisini yükselişe geçiren Roma Piazza San Giovanni meydanın da yaptığı mitinge haykırdığı şu sözler post-faşizmin sesiydi: Kadın lider Giorgia “Ben bir kadınım! Bir anneyim! İtalyanım! Hristiyanım” diyordu. Siyasetini faşist çizgiye sıkıştıran, kadınlığını annelik ve aile ile tanımlayan bu ses kadın özgürlüğüne dair ne sunuyor ve kadınlara ne vaat ediyordu?
 
Göçmen kadınlara hayır, beyaz İtalyan kadınlara evet
 
Politik çizgisini net olarak ifade eden Giorgia, “Biz Tanrı, vatan ve aileyi savunacağız” diyerek hem İtalyan kadınları bir bütün olarak din ve aile kurumuna hapseden yapının inşasında yer alacağını açıkça belirtirmiş hem de bir bütün olarak göçmen ve mülteci kadınlara yönelik faşist çizgisini sol muhalefet siyasete saldırarak ve onları göç yanlısı olarak yaftalayarak ortaya koydu.  Göçmenlere yönelik sert sözlerini iktidarı boyunca daha ılımlı hale getirmeye çalışarak tepkileri azaltma yoluna giden Giorgia, İtalya’da düşük doğum oranları ve ulusal kimliğin korunmasına yönelik bir söylemi üzerinden göçmen “riskini” dile getirmeye başladı. Bir yandan beyaz İtalyanların doğum oranını arttırmak için birçok sosyal politika ve kadınlara yönelik sert kürtaj yasağı politikalarını desteklerken diğer yandan aynı politikaları göçmen kadınlar için uygulamaya konulmadı. Göçmen annelerin iş gücüne katılmasını ve açık sektörlerde çalışmasının da önüne set koyulan bir karşıtlık izlemektedir.
 
Söylem ve pratik çelişkisi
 
Yüzümüzü Almanya’ya döndüğümüzde aşırı sağın destekçisi kadın seçmenleri ve liderleri burada da görüyoruz. Irkçı olarak nitelendirilen sağ parti Almanya için Alternatif (AfD) Meclis Grup Başkanı olan 42 yaşındaki Alice Weidel, göçmen karşıtlığından beslenen, İslamafobi ve din üzerinden siyaset yürüten bir çizgiyi temsil ediyor. Kapitalizmin ve ulus devletin önümüze koyduğu çelişkiyi en iyi ifade eden çıkarılmış bir lider olarak karşımızda duruyor Alice. Kadınlara, LGBTI+’lara karşı tavır alan ve buna yönelik politik söylem geliştirmesine rağmen Alice’in kendisi bir LGBTI birey ve partneriyle birlikte yaşıyor. Bununla birlikte “saf” Alman ırkını savunan ve göçmen karşıtlığını körükleyen, yabancıların ve farklı dini benimseyen insanların sınır dışı edilmesini dile getiren Alice’in partnerinin bir Sri Lankalı olması ve evinde çalışan bir kadın emekçinin Müslüman ve Suriyeli olması bir çelişkiyi içinde barındırıyor. Burada kadın kimliğinin dışında sınıfsal olarak da kesişimsel eşitsizliği oluşturan kapitalist sisteme bir örnek diyebiliriz. Tıpkı “namus ve din” üzerinden kadınları sömüren ve baskılayan cemaat liderlerin yaşam pratiklerinde taciz ve tecavüzü işlemesi gibi.
 
Kadının kadın bedenine müdahalesi
 
Son yıllarda kadınlara yönelik baskıcı politikaları ile gündeme gelen bir diğer ülke ise Polanya’ydı. Hukuk ve Adalet (PiS) partisinin 2015 yılında Polonya'da iktidara gelmesinden bu yana, hükümet hukukun üstünlüğüne yönelik daha geniş saldırılar gerçekleştirerek kadınların haklarına saldırıyor. Polonya'nın kürtaj yasası Avrupa'nın en kısıtlayıcı yasalarından biri olmasına rağmen, hükümet Ekim 2020'de yasal kürtaja erişimi kadının sağlık sorunları olmasına ve fetüsün sağlığında sorun olsa da yasakladı. Birçok kadın bunun için yurtdışına gitmek zorunda kaldı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Polonya Anayasa Mahkemesi’nin hükümetin siyasi gündemini haklar pahasına ilerletmek için kötüye kullanmasının kürtaj yasağıyla sona ermediğini söyledi. Hükümet, 2020 ve 2021'de mahkemeden Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin (İstanbul Sözleşmesi) ve Danıştay'da hakları koruyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) geçerli olup olmadığı konusunda karara varmasını istemişti.  Katolik bir ülke olan Polanya’da tüm kadın karşıtı politikaların karşısında konumlanan yine kadın liderlerin olduğunu gözlemliyoruz. Polonya'nın milliyetçi ve sağcı Adalet ve Hukuk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Beata Szydlo, ve 2015-2017 tarihlerini arasında üçüncü kadın başbakan olarak yerini almıştı. Beata’da hem mülteci karşıtlığı hem de kürtaj karşıtlığı üzerinden politik söylemlerini geliştirerek tüm Polonya’ya yaymaya çalışmıştı ki bu söylemler yasal kürtajın tamamen yasaklanmasıyla pratikte karşımıza çıktı.
 
Korucu tecavüzünü görmezden gelen bakandan ‘Meral Momy’e
 
Sağda yer alan kadın liderlerin politik ideolojisine baktığımızda ise AKP’den alışık olduğumuz kadın özgürlük mücadelesinin karşında yer alan ve yine “din,aile ve vatan” ile şekillen bir profil önümüze çıkıyor. Defalarca cemaat yurtlarında gerçekleşen istismar ve tecavüz faillerini aklayan, kadın cinayetlerini meşru bir zemine oturtmaya çalışan bir pratik sergilendi. En son H.K.G olayında bir kadın bakan olan Derya Yanık bize en uç kadın kimliğinden koparılma örneğini sergiledi.  Bununla birlikte AKP’nin siyasetini beğenmeyen ve siyaset sahnesine çıkan yeni bir kadın lider gözlemledik. İYİ Parti’nin başkanlığını yapan Meral Akşener, 14 Mayıs seçimlerine Millet İttifakı ile giderken yine Türk kadın kimliğini öne atmış ve cumhurbaşkanlığı adaylığında da sunni Türk aday talebini dile getirmemesine rağmen masadan kalkışı ve pratikleriyle ortaya koymuştu. Bu süreçte demokrasi ve değişim talebi etrafında birleşilmesinin önemi bir kenara, 1997 yılında İçişleri Bakanıyken katıldığı 32. Gün programında korucuların Kürt kadın ve çocuklara yönelik taciz, tecavüzlerini, “Rahatsız ediyor ama korucuların bir dönem önemli işler yaptığını da unutmamak lazım” söylemiyle görmezden gelmişti. Hala Kurdistan’da bu şiddet sürerken parti liderliğinde yükselen ve seçim sürecinde, bu savunuculuğundan, kadınların- çocukların “annesi” yani “momy” olan bir yere gelmesi sağın kadına bakışın yine “kimlik, din ve aile” üzerinden şekillenmesini ortaya koydu. Diğer yandan kadının sahiplenilmesini ele alan sağ muhafazakar kanat HÜDA-PAR Genel Merkez Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Zehra Çiftçi, kadın erkek eşitliğini temelden reddettiklerini belirtmişti. Zehra, kadının eşitlik ve özgürlük talebini “istismarı körükleyici” olarak ele aldıklarını belirtmiş ve kadını aile içinden çıkaramayan bir yapıyı savunduklarını dile getirmişti.
 
Aşırı Sağ ve kadın mücadelesi bir arada durabilir mi: Hayır
 
Tüm bu sağ popülist kadın liderlerin yükselişine baktığımızda dünya genelinde yükselen bir kadın hareketinin karşısında, böl ve parçala fikriyatı ile bir kadın alternatifi oluşturulmak istendiğini kapitalizmin pratiklerinden görüyoruz. Dünyada önemli siyasi pozisyonlarda kadınları görmek her ne kadar kadın temsiliyeti açısından önemli olsa da bizi temsil eden kadınların bize neler vaat ettiğini, bizim için neler yapacaklarını ve yaptıklarını ciddi anlamda tartışmak gerekiyor. Eril yapının içine entegre olan kadının, temelde kadın özgürlük mücadelesini sığ bir bakışla ele alması ve hemcinsi için bir şeyler yapıyor gibi görünmesi dışardan mücadele olarak algılansa da kadın bedenine müdahale eden, göçmen kadınları ve diğer kimlikleri dışlayan bir yapı kime ne kadar yardımcı olabilir?  Akademisyen Dr. Feyda Sayan Cengiz, kadın liderlerin aşırı sağ popülizmi, kadın dostu yapan bir unsur olmadığını söyle açıklıyor: “Popülist aşırı sağ liderlerin siyasi üslup ve performanslarını cinsiyet boyutundan inceleyecek olursak, ‘koruyucu kollayıcı baba’ performansından, ‘kural yıkıcı cesur asi çocuk’ performansına varıncaya kadar çeşitli maskülinite kalıplarının, ‘halka yakın lider’ imajları kurgulamakta kullanıldığını görüyoruz. Aşırı sağın kadın liderlerinin en yaygın performansı, elbette ‘ulusun annesi’ imajı üzerinden geliştiriliyor.” Baştaki sorumuza döndüğümüzde kadını din, aile, kimlik üçgeninden tartışan ve bu üçgenin içine sıkıştırmaya çalışan sağ siyaset her ne kadar kadın liderlerle kendini göstermeye çalışsa da kadın özgürlük mücadelesinin dostu değil baltalayıcısıdır.