Abdullah Öcalan emek sömürüsüne ilişkin ne dedi?

  • 09:01 25 Nisan 2023
  • Emek/Ekonomi
 
 
HABER MERKEZİ - 1 Mayıs’a doğru emekçiler, kapitalist modernite sisteminin emek sömürüsüne karşı alanlara çıkmaya hazırlanırken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın değerlendirmeleri sömürünün kaynağına işaret ediyor.
 
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne sayılı günler kala emekçiler her yerde alanlara çıkmaya hazırlanıyor. Bu yıl 14 Mayıs seçim atmosferi ile karşılanan 1 Mayıs’ta işçi-emekçiler, “Emek Bizim Gelecek Bizim” şiarı ile alanlarda olacak. İşçi-emekçiler kapitalist modernite sisteminin emek sömürüsüne karşı haklarını savunmak için seslerini ve mücadelelerini yükseltirken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın  konuya ilişkin savunmalarında yaptığı tespit ve değerlendirmeler günümüze de ışık tutuyor.
 
Kapitalizm ekonomi karşıtlığı
 
Kapitalist sistemin ekonomik krizlerle ayakta kaldığını, bir ekonomi karşıtlığı olduğunu belirten PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Ekonomik krizlerin tek bir izahı vardır, o da kapitalizmin ekonominin can düşmanı, karşıtı kimliğinde yatmaktadır. Bazen fazla üretimden kaynaklanan krizler diye bir tanım geliştirilmektedir. Bir yandan dünyanın büyük kısmı açlıktan kırılacak, diğer yandan üretim fazlası bulunacak! Kapitalizmin ekonomi karşıtlığı en çok da bu tür bilinçli olarak yaratılmış bunalımlarda kanıtlanmaktadır. Nedeni de gayet açıktır: Tekel kârı. Yok pahasına, üreten emekçi güçlere bırakılan paylar alım güçlerine yetmeyince sözde bunalımlar ortaya çıkıyor. Daha doğrusu çıkarılmış oluyor. Bu durumda hangi sahte rahip, daha doğrusu sözde ekonomist imdada yetişiyor? John Maynard Keynes! Ne diyor? Devlet harcamaları arttırsın. Nasıl? Emekçilerin alım gücünü yükselterek! Oyun bütün iğrençliğiyle nasıl ortaya çıkıyor? Bir yandan bir cebini boşaltacak, diğer yandan diğer cebini dolduracaksın! Bu, bal gibi ölümü gösterip emekçileri ve tüm uygarlık dışı toplumu sıtmaya razı etme politikasıdır. Çok açık ki, burada politik bir ilişkiyle karşı karşıyayız. Uygarlığa karşı demokratik güçlerin eylemi bastırılmak istendiğinde bu güçler önce aç bırakılır. Sonra yalvartılarak karınları doyurulur. En eski savaş taktikleriyle karşı karşıyayız: Bir halkı, bir şehri teslim almak istiyorsan, önce ablukaya alacak, aç bırakacaksın! Sonra teslim olması karşılığında karnını doyuracaksın” diyor. Abdullah Öcalan, kapitalist sistemin sahte bunalım teorisinin gerçek özünün de bu olduğunu belirtiyor. 
 
Sömürüde kullanılan yöntemler
 
Kıtlığa dayalı krizlerin de aynı kategoride değerlendirilebileceğinin altını çizen Abdullah Öcalan, kapitalist sistemin bunu nasıl kullandığına ilişkin de şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bilinçli mal üretiminden vazgeçilmesi veya hastalık ve afetler karşısında insanların çaresizliğinden medet umulması. Mevcut teknik ve donanımlar harekete geçirilirse ciddi bir açlık ve kitlevi hastalıklar düşünülemez. Amaç hegemonik sistemin varlığını korumak olduğunda bu yapay bunalım türüne başvurulmakta, hastalık ve afetler koz olarak kullanılmaktadır. Bir kez daha ‘kapitalist ekonomi ve toplumu’ denilen aygıtın resmi hegemonik uygar güçle bağlantısını netçe görüp yorumlayabiliyoruz. Metot aynıdır: Aç bırak, hastalığını ve felaket halini kullan! Üstüne üstlük kurtarıcı melek ve hatta tanrısı olduğunu kanıtlamış olursun. Kulların sana bol bol şükretsin!”
 
İşsizler ordusu
 
Kapitalist sistemin sömürüyü derinleştirmek için işsizliği kullandığını vurgulayan Abdullah Öcalan, “Kapitalizm, sistem olarak artık-değerden kâr oranını yüksek tutmak için daima bir yedek işsizler ordusunu devrede tutmak, hatta yoksa yaratmak zorundadır. İşsizlik bilinçli yaratılan bir süreçtir. En sıradan canlı hayvan ve bitkiler işe yararken, insan gibi bir varlık nasıl işsiz bırakılarak yararsız kılınsın? Örneğin işsiz karınca olabilir mi? Karınca bile işsiz olmuyorsa, insan gibi gelişmiş bir varlık nasıl işsiz olsun? Evrende işsizlik kavramına yer yoktur. Ancak analitik zekânın sapık bir ürünü olarak, toplumsal yaşamın en vahşi eylemi olarak işsizlik yapay olarak yaratılmakta ve canlı tutulmaktadır. Hiçbir olay ‘işsizlik’ kadar kapitalist sistemin ekonomik yaşama karşı en amansız düşmanlığını açığa çıkaramaz. En ağır biçimde eleştirdiğimiz firavun rejiminde bile ‘işsiz köle’ kavramına yer yoktur. Nasıl ki işsiz firavun olmaz ise, işsiz köle de kavram olarak bile düşünülemez. Bir kölenin her zaman değeri ve işi olmuştur. Sadece kapitalizmde işsizlik, yani amansız ekonomi düşmanlığı vardır” diye belirtiyor.
 
Kadın düşmanlığı
 
Abdullah Öcalan, kapitalist sistemin ekonominin ana gücü ve yaratıcısı olan kadınlara düşman olduğunu kaydederken, kadın emeğini yok saydığına değiniyor. Abdullah Öcalan bu konuda şu tespitlere yer veriyor: “Tüm uygarlık tarihinde yaşamdan dışlanan ve en acımasız dönemini kapitalist uygarlık aşamasında yaşamaya başlayan ‘ekonomisiz kılınmış kadın’ gerçeği, en çarpıcı ve derinlikli toplum çelişkisi haline gelmiştir. Kadın nüfusu ezici olarak işsiz bırakılmıştır. Ev işleri en zor işler olduğu halde, beş metelik değer etmemektedir. Çocuk doğurma ve yetiştirme hayatın en zor işi olduğu halde sadece değer ifade etmemekle kalmamakta, giderek başa bela olarak düşünülmektedir. Kadın hem ucuz işçi, işsiz, çocuk doğurma ve bin bir zahmetle büyütme makinesi, hem de ücretsiz ve hatta suçludur! Kadın uygarlık tarihi boyunca toplumun zemin katına yerleştirilmiştir. Ama hiçbir toplum sistemi kadın üzerinde kapitalizmin yürüttüğü ve çok sistemli hale getirdiği istismarı geliştirme gücünde olamamıştır. Bu sefer kadın sadece zemin katta değil, tüm katlarda eşitsizliğin, özgürlüksüzlüğün, demokrasisizliğin nesnesidir! Daha da vahimi, kapitalist sistem tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak şiddette ve yoğunlukta bir cinsiyetçi toplum iktidarını geliştirerek, bu iktidarı insanın en mahrem organlarına kadar genişletip çoğaltarak, kadını bir seks endüstrisine dönüştürerek, işkenceyi toplumun tüm katmanlarına yayarak, uygarlığın bu döneminde ‘erkek egemen toplumu’ azamiye çıkartarak, ‘ekonomos’tan, ekonominin yaratıcısı özneden intikam alırcasına kadın ve ekonomi düşmanlığını her yerde ve her zamanında kanıtlamaktadır!”
 
Borsa, kur, faiz nasıl kullanılıyor?
 
Halkları ve emekçileri sömürmede kapitalist sistemin küresel aşamada borsa, kur ve faiz piyasasını nasıl kullandığını değerlendiren Abdullah Öcalan, konuya ilişkin şu vurguları yapıyor: “Kapitalizm ekonomiyi en son küresel aşamasında zirveye çıkarttığı ‘borsa, kur ve faiz’ piyasası denilen para-kâğıt oyununa çevirerek düşmanlığını, gerçek ekonomiyle ilgisizliğini fazlasıyla ve tüm toplumun gözüne sokarcasına kanıtlamaktadır. Tarihin yine hiçbir döneminde ekonomi bu tür kâğıt oyunlarına, sanal bir sisteme dönüştürülmemiştir. Ekonomi toplumların en hassas dokusu olarak değerlendirilmiş, hep kutsallık atfedilecek düzeyde değerlendirilmiştir. Beslenme en öncelikli sorun olarak görülüp çözümlenmeye çalışılmıştır. Bütün dinlerde ekonomik güvenceye dayalı izah edici bir yan vardır. Bayramlar ekonomik bolluk veya en azından krizden çıkış dönemlerinin anısına düzenlenmektedir."
 
İnsanlığın yarısı açlık sınırında
 
Günümüzde kapitalist sistemin, hiçbir emek harcamadan kur, faiz ve senet fiyatlarıyla oynayarak, küresel çapta saatlik süreler içinde milyarlarca doların (küresel para) el değiştirdiğine dikkat çeken Abdullah Öcalan, "İnsanlığın yarısı açlık ve yoksulluk sınırlarında gezinirken, bu tür değer transferleri kadar ekonomiye zıtlığı yansıtacak bir sistemi tasavvur etmek zordur. Kapitalizm, finans çağı da denilen son evresinde, sadece bu yüzüyle bile ne kadar gereksiz, ekonomi dışı ve düşmanca bir sistem olduğunu gayet iyi kanıtlamaktadır" diyor.  
 
Krizler
 
“Kapitalizm ekonominin en temel iki alanı olan üretim ve tüketime el atıp kontrol altına alarak, toplumların gerçek besin, giyim, barınma ve dolaşım ihtiyaçlarıyla ilgisi bulunmayan, sadece kârını maksimize etmeyi hedefleyen politikalara ağırlık vererek üretim ve tüketim krizleri yaratarak yapılarını kökten bozmaktadır” tespitinde bulunan Abdullah Öcalan, “İnsanlık emeğinin gerçek üretim ve tüketim yapılarıyla ilişkisi bulunmayan veya önceliği olmayan, bilakis büyük sakıncalar içeren nükleer silahlar başta olmak üzere korkunç boyutlarda silahlanma, çok kâr getirdiği için çevreyi felakete götüren karbon kökenli enerji kaynaklarına yatırım, genetiği değiştirilmiş tarım, uzay teknolojisi, kara, deniz ve hava ulaşım hatlarına çok pahalı olmak kadar yol açtığı kirlilik bilindiği halde yapılan büyük yatırımlar, moda çılgınlığının sonucu olan aynı tür malın yüzlerce versiyonu için yapılan hesapsız yatırımlar bu konuda sunulabilecek örneklerden sadece birkaçıdır. Bir yandan çılgınca ve gereksiz alanlarda dağ gibi yığılan eşyaların pazar bulamamaktan tüketim niteliğini yitirip çürümeye terk edilmesi, diğer yandan tüketim gücü olamamaktan kaynaklanan açlık ve hastalıktan kırılmalar, işsizlik orduları! Tarihte hiçbir savaşın, doğal felaketin insan toplumuna yapamadığı kötülüğü ve düşmanlığı kapitalizm denilen ekonomik biçim hem de ekonominin can damarlarına basarak, sıkıştırarak, kopartarak, suni damarlar takarak gerçekleştirmektedir” ifadelerini kullanıyor.
 
Tarih ve toplumdan kopuk değer tarifi
 
“Ekonomik bazda kâr-ücret, sosyal bazda burjuva-proleter gibi kavramlaştırmalar, kapitalizm tarafından paramparça edilen insanlığın tüm tarihsel birikimini en acımasız ve ince yöntemlerle asimile eden ve sonunda soykırım ve nükleer dehşetle gezegene salan bir sistemi pozitivist tarz bilimselleştirmenin ilk adımlarıdır” tespiti yapan Abdullah Öcalan,  “Proleter denen unsurun tek başına emeğiyle değer yarattığını, daha sonra bu proleterin bir nevi sahibi olan sermayedarın para ve diğer araçlarının karşılığını bu değerden kâr olarak kopardığını bilimsel bir tespitmiş gibi ileri sürmek ekonomizm yaklaşımının temelidir. Ekonomik indirgemecilik denen anlayış bu olsa gerek. Tarih, toplum ve siyasal erkten bu denli kopuk bir değer tarifinin düşüncesi bile çok problemlidir. Bireyi sermayedar veya işçi olarak tanrılaştırsak dahi, değeri bu anlayışla oluşturamazlar. Ekonomik değerlerin tarihsel-toplumsal niteliği çok açıktır. Zaten değişimin ilk başlarda ayıplamayla karşılaşması ve fazlalıkların armağan edilmesi değere verilen kutsal anlam nedeniyledir. Halen hiçbir çiftçi ‘Ben ürettim’ demez, ‘Atalarımın malını işleyip nasipleniyorum’ der. Hatta ‘Tanrının nimetine hamdolsun’ diyerek, kaynaktan ne anladığını basitçe ama sözde bilimcilerden daha anlamlı biçimde ortaya koymaktadır” tespitinde bulunuyor. 
 
Proleteri karnında taşıyan ananın emeğinin karşılığı nasıl tanımlanır?
 
Emeğin karşılığının bir maddiyatla ölçülemeyeceğine vurgu yapan Abdullah Öcalan, şu çarpıcı değerlendirmeyi yapıyor: “Proleteri dokuz ay karnında taşıyan bir ananın bin bir zahmetle işgücü haline getirinceye kadar kendisine verdiği emeğin karşılığını nasıl tanımlayacağız? Sermayedarın çalıp çırptığı binlerce yıldan kalma birikimlerle hazırlanan üretim araçlarının sahipliklerini ve paylarını nasıl belirleyeceğiz? Hiçbir üretim aracının değerinin pazarda satıldığı gibi olmadığını unutmayalım. Bir fabrikanın sadece teknik donanımının icadı bile binlerce keşifçi insanın birikimli yaratıcılığının ürünüdür. Bunların emeklerinin değerini nasıl belirleyip kime ödeyeceğiz? Ahlâkı tamamen yadsımadan bunların toplumsal paylarını düşünmemek mümkün müdür? Bu tarihsel-toplumsal değerleri sadece iki kişi arasında paylaştırmak adaletle uyuşur mu? Kaldı ki, bu iki kişinin aileleri, toplumsal çevreleri vardır. Aileleri ve toplumsal çevreleriyle korunup kollanan bu iki kişi üzerinde bunların hiç mi hakkı yoktur? Soruları daha da yakıcı kılıp arttırabiliriz. Fakat bu kadarı bile kâr-ücret ikileminin ne kadar problemli olduğunu göstermeye yeterdir.”
 

Etiketler:

Okumadan geçme!