Unite the Union Uluslararası Direktörü: Öcalan özgür olmalı
- 09:01 11 Şubat 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komployu değerlendiren Unite the Union’un Uluslararası Direktörü Clare Baker, “Öcalan üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve en nihayetinde Öcalan'ın özgür olması için çağrıda bulunuyoruz” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 3’üncü Dünya savaşının başlangıcı olarak değerlendirdiği Uluslararası Komplo 25’inci yılına giriyor. 20 yıl Suriye’de kalan PKK Lideri Abdullah Öcalan devletlerin Suriye’ye olan baskısının olduğu ve Türkiye’nin saldırı ihtimallerinin geliştiği bir süreçte, "19 yıldır beni ağırlayan Suriye'nin benim yüzümden baskı altında kalmasını istemiyorum. Bu onursuzca bir tutum olur" dedi ve 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıktı. Uluslararası Komplo’nun başlatıldığı 9 Ekim 1998’den 4 ay sonra Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği’nden kaçırılarak Türkiye’ye getirildi. Komploda, ABD'nin öncülüğünde 1949'da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) içerisinde olan birçok devlet yer aldı.
Aradan geçen 24 yılda Ortadoğu’daki kriz derinleşti. Türkiye’nin Kürt halkına yönelik saldırıları, DAİŞ’in bölgede gelişip büyüyerek katliamlarla halkları katletmesi ve emperyalist savaş sorunsalı hala canlı. Tüm bu kriz ve savaşın yanında dünya, bölgeye umut olan bir Rojava kadın devrimin de şahitliğini yaptı. Uluslararası komplonun yıldönümünde değişen uluslararası dengeleri ve Abdullah Öcalan’ın felsefesi, tecridi ve Türkiye’nin süren saldırılarını İngiltere’nin en büyük işçi sendikası Unite the Union’un Uluslararası Direktörü ve “Öcalan’a Özgürlük Kampanyası” Koordinatörü Clare Baker ile konuştuk.
“Sayın Öcalan'ın kaçırılıp hapsedilmesinden bu yana ABD ve Avrupa açısından ve bölgede çok büyük gelişmeler yaşandı. ABD ve Avrupa'nın Irak'ı işgali, bu işgalden sonra meydana gelen her şey ve ardından bölgede IŞİD terörünün yükselişi.”
*15 Şubat 1999’dan bugüne, komploya katılan ülkelerin tutumu ve Türkiye ile ilişkileri açısından neler değişti?
Sayın Öcalan'ın kaçırılıp hapsedilmesinden bu yana ABD ve Avrupa açısından ve bölgede çok büyük gelişmeler yaşandı. ABD ve Avrupa'nın Irak'ı işgali, bu işgalden sonra meydana gelen her şey ve ardından bölgede IŞİD'in yükselişi. O zamandan sonra gördük ki ABD, halen varlığını sürdüren IŞİD'i yenmek için özellikle Kuzeydoğu Suriye'deki Kürt halkıyla birlikte çalışıyor. ABD ve Kuzeydoğu Suriye'deki Kürt halkıyla olan bu ilişki ortada ve hala devam ediyor. Bu çok riskli ve şüpheli bence. Askerlerini bölgeden çok hızlı bir şekilde geri çektiği ve Türkiye'nin Kuzeydoğu Suriye'yi işgal etmesine izin verdiklerini Trump döneminde gördük. Her şey hala ABD ile dengede içerisinde yürüyor ama şu anda Türkiye'yi geri planda tutuyorlar, değil mi? Son birkaç aydır bölgeye saldırı tehditleri savuran Türkiye'nin işgalinin önüne geçmeye çalışıyorlar. Avrupa açısından baktığımızda ise, Avrupa çok zayıftı. Türkiye ile ilişkilerinde her zaman mülteci krizi kendilerine dikte ediliyor. Türkiye gerçekten cezasızlık politikalarından cesaret alarak hareket ettiği için Avrupa'ya açıkça şantaj yapabiliyor ve Avrupa ile ilgili konularda hemen hemen her şeyden paçayı sıyırabiliyorlar. Türkiye hala bu uluslararası oyuncular için kilit bir ülke ve bu muhtemelen değişmeyecek. Yani, koşullar her zaman bu uluslararası ittifaklarla ilgili ve Abdullah Öcalan kaçırıldığından beri bu durum değişmedi. Ancak Kürtlerle çalışmanın daha iyi olduğunu gördük ve gelecekte de desteğinin devam etmesini umuyoruz.
* Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit 24 yıldır sürdürülüyor. Binlerce başvuruya rağmen Adalet Bakanlığı sessiz. Bu sessizliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Öcalan'a yönelik sessizlik, Kürt halkına yönelik daha kapsamlı bir susturma siyasetinin parçasıdır. Kadın hakları, sosyal adalet siyaseti Türkiye'de eşitlik gibi bunların hepsinin arkasında Sayın Öcalan duruyor. Ve bütün bu talepler Türk devletinin şu anda uyguladığı siyasete tamamen aykırıdır. Sayın Öcalan'ın tecridi sadece kendisine uygulanmıyor, yani elbette fiziksel olarak ona uygulanıyor, fakat aynı zamanda Kürt halkından, kadınlara, kadınlardan LGBTİ aktivistlerine, onlardan bağımsız sendikal faaliyetlere kadar Türkiye nüfusunun büyük bir kesimine bu tecrit uygulanmakta. Türkiye'de hepsi iktidar tarafından baskı altında tutuluyor ve Sayın Öcalan'ın tecrit edilmesi bunun en uç örneği olarak karşımıza çıkıyor.
“Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, tüm uluslararası hukuk ve insan hakları standartlarında işkence olarak kabul edilmesine rağmen, bu konuda hiçbir şey yapılmıyor.”
*15 Şubat uluslararası komplo gerçekleştiğinde sorumlu ülkeler ve diğer ülkeler Kürt halkına bir söz vermişti. Sayın Öcalan'ın tutsaklık halini ve koşullarını takip edeceklerdi. Geride kalan 24 yıla baktığımızda bu söz tutuldu mu?
Hayır, tabi ki, verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı. Sayın Öcalan'ın fiziki tecridi elbette İmralı Adası'nda devam ediyor ama kendisi uluslararası toplumdan da tecrit edilmiş durumda, tıpkı Kürt halkının uluslararası alandan tecrit edilmesi gibi. Sayın Öcalan, ABD’de ve Avrupa basınında geniş yer bulamıyor. Topluluklar, örneğin Birleşik Krallık'ta, insanların Sayın Öcalan'ın kim olduğunu veya neyi temsil ettiğine dair bir şey bilmediklerini söylüyor. Hükümetler, onun içinde bulunduğu koşullarla ise neredeyse hiç ilgilenmiyor. Görünüşe göre bu sessizlik, uluslararası toplumun üzerinde anlaşarak karar verdiği bir şey. Örneğin CPT, Sayın Öcalan'ın durumu hakkında verilen herhangi bir gözlemi veya kararı takip etmeyi bırakmış durumda. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, tüm uluslararası hukuk ve insan hakları standartlarında işkence olarak kabul edilmesine rağmen, bu konuda hiçbir şey yapılmıyor ve Türkiye Sayın Öcalan'ın içinde bulunduğu koşulları iyileştirmiyor. Daha önce de söylediğim gibi Sayın Öcalan tecridi uç bir örnektir. Ama tutsaklara yönelik insanlık dışı muameleler, Türkiye'de barış ve eşitlikten yana olan STK'lerin abartılı müebbet hapis cezalarının karşısında nasıl durduğu da çok iyi biliniyor ve bu hukuksuzlukların değişmesi için Türkiye üzerinde uluslararası baskı çok az var. Türkiye tutsaklara tüm uluslararası normların dışına çıkarak davranabiliyor ve bunu yaparken ise uluslararası cezasızlık politikalarından beslenerek yapıyor.
* Örneğin CPT bir ziyaret gerçekleştirdi fakat Abdullah Öcalan ile görüşüp görüşmediğini dahi açıklamadı. Bu kurum, uluslararası siyasetten bağımsız hareket ederek görevini yerine getirdi mi?
Kesinlikle görevini yerine getirmemiştir. Uluslararası siyasetin, CPT ve tutsaklara yönelik muameleleri izleyen diğer uluslararası kuruluşlar üzerinde büyük bir etkisi olduğu gerçekten çok açık ve nettir. Tartışmasız, Sayın Öcalan’a yönelik tecrit ve onun koşulları hakkında alınan kararların bir tanesi dahi uygulanmaya konmadı veya Türkiye'ye bir baskı yapılmadı, sadece Sayın Öcalan için değil, Türkiye'deki diğer siyasi tutsaklar için de uygulamaya konulmadı. Her şey, daha önce de söylediğim gibi, uluslararası toplumun Türkiye'yi jeopolitik olarak bir kilit ülke olarak görme noktasına geri dönüyor ve bence uluslararası toplum Türkiye'yi bir devlet ve ihtiyaç olarak yanında tutmayı insan haklarından, işçi haklarından ve birçok şeyden çok daha fazla önemsiyor. Dolayısıyla bu kurumlar, uluslararası siyasetten ve Türkiye'nin o dönemde uluslararası toplum içindeki konumundan çok etkilenmiş gibi görünüyor.
“Türk devleti Öcalan'ın elinden umut etme hakkını almayı deneyebilir fakat şunu söylemeliyim bütün bu karanlığı, bu insanlar için kendi kaleminden ele alması orada gerçek bir umudun var olduğunu bize gösteriyor ve hiçbir yasanın, baskının, şiddetin bu insanların umudunu söndüremeyeceği açıktır.”
* Türkiye bir temel hak olan “umut hakkını” dahi Abdullah Öcalan'ın elinden aldığını açıkladı böyle bir karar alması mümkün müdür?
Bir duyguyu besleyen umut hakkının korunması kanunla ortadan kaldırılamaz. Fakat görüyoruz ki Türkiye, Sayın Öcalan'ın hapsedilmesiyle hem uluslararası hukuku hem de iç hukuku ısrarlı bir şekilde çiğnemeyi sürdürüyor ve bunun hiçbir yaptırımı ve sonucu olmuyor. Tek sonuç, Sayın Öcalan’ın ruh sağlığı ve dolayısıyla tutsaklığı üzerindeki baskının devam etmesi oluyor. Her zaman umut hakkı vardır. O insanların desteklediği siyasi bir hareketin lideri, inanılmaz kitaplar kaleme aldı, barış için bir yol haritası çizdi ve Kuzeydoğu Suriye halkına kadın hakları eşitliğine dayalı, kadıların özgürlüğünü esas alan bir toplum kurmaları için ilham verdi. Ayrıca gerçekleştirdiği işleri Türkiye toplumunun kendi içinde uygulaması için Türkiye topluluklarına ilham kaynağı da oldu. Sadece bu alanlarda değil, tüm dünyada. Dünyanın dört bir yanındaki insanlara, özellikle de kadınların özgürlüğü konusunda bir perspektif sunarak ilham verdi. Türk devleti Öcalan'ın elinden umut etme hakkını almayı deneyebilir fakat şunu söylemeliyim bütün bu karanlığı, bu insanlar için kendi kaleminden ele alması orada gerçek bir umudun var olduğunu bize gösteriyor ve hiçbir yasanın, baskının, şiddetin bu insanların umudunu söndüremeyeceği açıktır. Bütün bu karanlığı bu insanların kaleminden yazmış olması, orada umut veriyor ve hiçbir yasanın, baskının, şiddetin hiçbir kesimin umudunu söndüremeyeceğini söyleyebilirim. Türkiye'de yaklaşan bir seçim var ve bu kendi içinde bir umut aşılıyor. Elbette sonuçların ne olacağını bilmiyoruz. Fakat biliyoruz ki seçime giderken ki yolda muhtemelen her şey daha da çetrefilli hale gelecek ve karşı hamle yapan insanlar, özellikle de Kürt halkı için bu yolda daha fazla baskı ve güçlük söz konusu olacaktır. Fakat, Kürt halkı, Öcalan'ın bizzat kendisi için ve tüm Türkiye halklarının yaşamı için yapılacak bu seçimden sonra bir iyileşme için umut var.
“Erdoğan'la yan yana gelmek için savundukları ve inandıkları tarih de dâhil olmak üzere her şeyi camdan dışarı attılar ve her iki ülke de bir diktatöre karşı olan korkularını başka bir diktatörün yanında yer alarak yatıştırdı”
*Tayyip Erdoğan'ın şu an uluslararası siyasette elinin güçlü olduğuna işaret ediliyor. Gerek mülteciler, gerek Ukrayna-Rusya krizi gerekse NATO konusunda. Bu gücü Kurdistan'da Kürt halkına ve liderine karşı kullanmasına izin verilmesini nasıl ele alıyorsunuz?
Uluslararası toplumun, Rusya-Ukrayna çatışmasında Erdoğan'ın barışçıl rolü üstlenmesine izin vermesi ve Erdoğan'ın Kuzeydoğu Suriye'de tam olarak Rusya gibi aynı şeyi yaparken uluslararası toplum tarafından bu rol için el üstünde tutulması ve tebrik edilmesi gerçekten çok şaşırtıcı. NATO açısından baktığımızda ise Finlandiya ve İsveç hükümetlerinin, Rusya-Ukrayna çatışmasından sonra Erdoğan'ın NATO'ya katılmalarına 'olumlu' bakması için şart koştuğu taleplerine bu kadar çabuk teslim olmaları hayal kırıklığı yaratacak kadar olağanüstüydü. Özellikle İsveç'in insan hakları ve dayanışma konusunda iyi bir tarihi olduğunu biliyoruz. Şimdi Erdoğan'la yan yana gelmek için bütün bu bakışı, savundukları ve inandıkları tarih de dâhil olmak üzere her şeyi camdan dışarı attılar ve her iki ülke de bir diktatöre karşı olan korkularını başka bir diktatörün yanında yer alarak yatıştırdı. Yaşanan her şey olağanüstü derecede şaşırtıcıydı ve biliyorum ki şu anda İsveç'te bu insan hakları ve Kürt halkının haklarının NATO uğruna camdan atılmasına karşı tepkisel bir hareket söz konusu. Fakat her iki ülkenin de, sırf NATO'nun bir parçası olmak için Türkiye'ye Kürtleri iade etmekten memnun olmalarına ilişkin tavır ve söylemleri çok endişe verici. Mülteci krizinin de Erdoğan tarafından Avrupa'ya şantaj yapmak için kullanılması gerçek bir trajedi. Avrupa temelde Erdoğan'ın istediği ve söylediği her şeye boyun eğiyor. Çünkü Erdoğan'ın sınırları açıp mültecileri Avrupa'ya sürmesinden çok korkuyorlar ki bu da Avrupa'daki aşırı sağın ekmeğine yağ sürüyor. Dolayısıyla, sınırlarını mültecilere karşı korumak için daha iyi bir yöntem bulamadıkları için Türkiye'nin kendilerini koruması karşılığında Erdoğan'ın neredeyse istediği her şeyi yapmasına izin veriyorlar. Türk devleti daha fazla mülteci krizi yaratan etnik temizlikten, askeri harekâtlardan ve bölgede barışın olmamasından sorumluyken, uluslararası toplumun Erdoğan'ın mültecilerle ilgili barış konusunda oynamasına izin verdiği rol şok edici.
“Kürt halkı, uluslararası retoriğe uygun olması gereken demokrasi ve barış değerlerine sahiptir. Türk devletinin ve IŞİD'in tehdit ettiği aşırılıkçılığa ve baskıya karşı desteklememiz gereken asıl kişiler onlardır.”
* Son olarak şunu sormak istiyorum, kurumlar ve uluslararası güçler Tayyip Erdoğan'ın politikaları ile uyumlu hareket etmeye devam edecek mi?
Bence uluslararası toplumun Türkiye'nin kendi halkına ve sınırları dışındaki insanlara karşı yaptıklarını görmezden gelmesi artık gittikçe zorlaşıyor. Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik tehditlerinden uluslararası toplumda şimdiden artan bir rahatsızlık var. ABD kendi içinde Türkiye'ye savaş uçağı satma konusunda giderek artan bir tedirginlik yaşıyor. Türkiye'nin Rusya ile sahip olduğu güçlü bağlardan endişe duyuyorlar. Ancak Türkiye'yi Rusya'nın yanında yer almaya doğru itme veya Türkiye'yi Çin'e doğru itme korkusu da her zaman bir hissedilecektir. Dolayısıyla uluslararası toplum her zaman Türkiye'yi desteklerken, Türkiye'nin Rusya ya da Çin'e yönelmemesi için bu çok ince çizgi üzerinde destekleyecek. Ancak bu desteğin amacı, ABD'nin de yaptığı gibi, yapabilecekleri en kötü vahşetleri engellemek için olacak. Tabii ki şunu da unutmamak lazım uluslararası siyasette işler hızla değişiyor ve ittifaklar da değişiyor. Gerçekten, uluslararası toplumun IŞİD barbarlığına karşı mücadele eden ve kendilerine destek verenlerin yanında olmasını umuyoruz. Bu insanları ve Kürt halkını IŞİD'e ve çok yakından bağlantılı oldukları Türkiye'ye karşı güvende tutma konusunda başarılı olmalarını umut ediyoruz. Kürt halkı, uluslararası retoriğe uygun olması gereken demokrasi ve barış değerlerine sahiptir. Türk devletinin ve IŞİD'in tehdit ettiği aşırılıkçılığa ve baskıya karşı desteklememiz gereken asıl kişiler onlardır. Bu nedenle, Türk hükümetine barış görüşmelerini yeniden başlatması, Öcalan üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve en nihayetinde Öcalan'ın özgür olması için çağrıda bulunuyoruz.