Abdullah Öcalan İran ve Rojhilat’a dair ne dedi?

  • 09:01 17 Ocak 2023
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, İran ve Doğu Kurdistan tarihine ilişkin yaptığı değerlendirmeler, 4 ayı geride bırakan isyanın anlamına ve nasıl bir sonuca evrilebileceğine dair ipuçları veriyor.  
 
İran’da Eylül 2022 yılında Kürt kadın Jîna Emînî’nin katledilmesinin ardından kadınlar öncülüğünde başlayan isyan 4 ayı geride bıraktı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadını yaşam ve özgürlük ekseninde ele alan ve “Jin jiyan azadî” diyerek formüle ettiği bağ, İran ve Rojhilat kentlerinde kadınlar öncülüğündeki isyanın merkezini oluşturdu. Kürtler, Farslar, Azeriler, Beluciler, bir bütünen İran’da yaşayan tüm halklar, tüm baskılara rağmen özgürlük talebinden vazgeçmiyor. 
 
Tarihe bakmak…
 
Başlayan isyanın aylardır devam etmesi ve “İran’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz” değerlendirme ve tespitlerinin yapıldığı bu süreçte PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savunmalarında İran ve Rojhilat’ta oluşan Kürt kimliğinin tarihsel bağlamına ilişkin değerlendirmeleri bir kez daha gündeme getirdi. Abdullah Öcalan’ın daha önce yaptığı “Geleceğin Ortadoğu’su belki de İran’da şekillenecek” değerlendirmesi güncelliğini korurken, İran ve Rojhilat’ın tarihsel gelişim ve şekillenmesinin nasıl olduğu ve günümüzde nereye evrilebileceğine dair tespitleri oldukça çarpıcı.  Tarihe bakmak ve günümüze ilişkin değerlendirmeler yapabilmenin önemli ipuçlarını veren Abdullah Öcalan’ın konuya ilişkin tespitlerini derledik. 
 
Dil kültür yakınlığı
 
Öncelikle Kürtler ve Farslar arasındaki dil ve kültür yakınlığına dikkat çeken Abdullah Öcalan, bunun tarihsel kökenine ilişkin, “İran adı Aryen kavramından kaynaklanır ki, kökeni neolitik topluma kadar gider; ‘Aryen topluluklarının ülkesi’ anlamına gelir. Aryen toplulukları ise, neolitik devrimi gerçekleştiren çiftçi ve çoban klan ve kabile topluluklarıdır. Bunlardan Proto Kürtler kültürel olarak tarih sahnesine çıkan ilk öncü gruplardandır. Ari kavramı esasta bu grupları tanımlamak için kullanılır. Bir anlamıyla ard = toprak, diğer anlamıyla ar = ateş demektir ki, her iki anlamda da aynı gerçekliği ifade eder. Ard’ın ve ar’ın kutsallığı İran kavramının temelinde yatar. Zagros eteklerinde kışın ateş, yazın ziraat yaşamın temel unsurlarıdır. Hem Sümer hem de İran uygarlıkları Zagros eteklerindeki ateşli, tarımlı ve hayvanlı toplumsal kültürün ürünleridir. Tarih boyunca Sümer-Gutilerden Med-Perslere, Sasanilerden bugünkü İran’a kadar gelen oluşumlarda bu gerçekliği gözlemlemek mümkündür. İlk kavimsel kimliğe Zerdüşt rahipleri önderliğinde Med Konfederasyonu döneminde önemli bir hamle yaptırılmış, bu kimlikte bir aşama gerçekleştirilmiştir. Kürt kimliği açısından Medler, yazılı tarihte Kürt kavminin bilinen ilk ataları olma unvanına sahiptir. Pers kimliği de varlığını esas olarak Medlere borçludur. Heredot Tarihi’nde Medler dönemin en gelişkin kavmi olarak tanımlanır ki, o dönemin Persleri ve Grekleri Medlerden kültür öğrenen şakirtler konumundadır. Medler merkezî uygarlık sisteminin aşama kaydetmesinde en az Sümerler kadar rol oynamışlardır. Pers, Ege, Helen ve Roma uygarlıklarını mümkün kılan ve temelini atan Med kültürüdür” değerlendirmesi yapıyor. 
 
Demokratik siyasal konfederasyondan merkezi bürokratik devlete….
 
“Aynı tarihsel miras ortaçağın İslâm kültürünün oluşumunda da önemli rol oynar” tespiti yapan Abdullah Öcalan, Kuranın büyük bir kısmının Zerdüşt öğretisinden derlendiğini belirtiyor. “Hem inanış hem de ahlâki kategorilerin önemli bir bölümü kaynağını bu gelenekten alır” diyen Abdullah Öcalan devamla, kaynağını şu şekilde anlatıyor: “Êzîdîlik bu geleneğin halen yaşayan küçük bir bölümüdür. Kürt Alevi, Soran ve Lor geleneklerinde de bu mirasın payı geçerlidir. Şia İran’ı kategorik olarak Türkmen, Fars ve Kürt kavimsel varlıkların iktidarcı Sünni İslâm’a karşı ittifakı temelinde inşa edilmiştir. İlk Şii hanedan olan Safevilerin mezhepsel temelini Şeyh Safiyuddin Erdebili adlı ocak sahibi bir Kürt atmıştır. Süreç içinde Sünni Osmanlı Türk hanedanına karşı olan Şii Türkmen ağırlıklı hanedanlar da iktidar hastalığına kapılmaktan kurtulamamışlardır. Demokratik gelenekleri ağır basan bir siyasal konfederasyondan merkezî bürokratik yanı ağır basan bir devlet sistemine dönüşmüşlerdir. Şialık da resmi iktidar ideolojisinin bir parçası olmuştur. Önemli bir kısmında antiiktidarcı gelenekler her ne kadar bugüne dek yaşasa da, Şia İslâm’ı da Sünni İslâm gibi iktidarcı ve devletçidir. İlginç biçimde İran Kürtlerinin önemli bir kesimi katı olmayan bir Sünni İslâm geleneğiyle Şia iktidarlarına karşı demokratik muhalefeti, dolayısıyla gerçekliği temsil etmektedir.”
 
Şia iktidarlara karşı duruş
 
19’uncu yüzyıldan itibaren çağdaş İran Kürlüğünün Şia iktidarlarına karşı kendisini şekillendirmeye başladığı vurgusunu yapan Abdullah Öcalan, 1920 Simko İsyanı, 1946 Mahabad Cumhuriyeti deneyiminin bu gerçekliği ifade ettiğini belirtir.  Abdullah Öcalan, “Bu direniş geleneği ve gerçekliği, en son Humeyni önderlikli İran İslâm Cumhuriyeti’ne (İran despotik iktidarı) karşı duruşuyla kendini bir kez daha kanıtlamıştır. İster Sünnilik ister Şialık olsun, iktidarcı İslâmî kültürler Kürtler üzerinde kendilerine yakışmayan, zorla giydirilmiş kirli elbiseler gibi durmaktadır” sözleriyle Kürtlerin baskılara karşı duruşunu dile getirerek Kürtlerin özgürlük fırsatı bulmaları durumunda kendilerine giydirilen elbiseleri attıklarını ve kendi hakiki kültürel elbiseleriyle donattıklarını söyler. 
 
Kürtlerin ve Kurdistan’ın bütünlüğünün koparılması
 
 İran Kürtlerinin Kürdistan’ın ve Kürtlerin bütünlüğünden kopartılmalarında Safeviler ve Osmanlılar arasında imzalanan 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın  payının önemli olduğuna dikkat çeken Abdullah Öcalan, şu tarihi tespitleri yapıyor:  “Bu anlaşma Zagros Kürtlerinin Kürt bütünlüğünden koparılması anlamına geliyor. İran Kürtleri Kürt kimliğinin kök hücresi konumundaydılar. Zerdüştî geleneğin özde temsilcileriydiler. Şia iktidarlarına karşı İslâmî konumları daha demokratiktir. Kuzey Kürdistan’daki Alevi Kürtlerin Sünni iktidar geleneğine karşı yürüttüğü demokratik özgürlük mücadelesinin benzerini Şia iktidarına karşı Doğu Kürdistan’da esas olarak Sünni Kürtler yürütmektedir. Bu durum iktidarın ideolojik-kültürel kaynaklarıyla bağlantılıdır. İran Kürt gerçekliğindeki hâkim kültür dinsel ve mezhepsel olmaktan çok etnik ve kavmi niteliktedir. Şia kültürü içinde Farslar ve Azerilerin kavmi nitelikleri daha çok zayıflarken, resmi Şia kültürüne karşıtlıklarından ötürü Kürtler kavmi niteliklerini önemli ölçüde korumuşlardır. Buna karşılık Şia Kürtlerinin ve Lorların (Kürtlerin en eski kültürel kollarından biri) kavmi nitelikleri zayıflatılmış olup Şia kültürü içinde asimile olmaları söz konusudur. Ayrıca önemli bir nüfusa sahip olan Horasan Kürtleri Şia Kurmanc olup, yoğun asimile etme çabalarına ve siyasal açıdan etkisiz bir konuma düşürülmelerine rağmen, kimliklerini ve kültürlerini korumada ısrarlı davranmışlardır.”
 
Toplumsal kültür yok edilemedi
 
Abdullah Öcalan, İran’daki Kürtüğün, buna karşı geliştirilen politikaların ve kendini var etme mücadelesine ilişkin, “Kürt beylik ve aşiret otoritelerinin tasfiyesini amaçlayan merkezî iktidarı güçlendirme hareketleri geleneksel işbirlikçi iktidarları tasfiye etmekle beraber, toplumsal kültür üzerinde pek etkili olamamışlardır” diyerek şu vurguları yapıyor: “Bir nevi iktidar Kürtlüğü tasfiye olmuş, toplumsal Kürtlük ise yeni bir evreye girmiştir. İsyanlar daha çok kaybedilen iktidarı tekrar elde etme amaçlıdır. Tüm Kürtlerin ulusal varlığını koruma ve geliştirme amacından yoksundurlar. Aristokratik otonomilerin bu özelliğini çok iyi kavramak ve ulusal varlığı koruma ve özgürlüğü geliştirme hareketlerinden farkını iyi ayırt etmek gerekir.
 
 Her yenilgi kırıma yol açmış
 
Demokratik olmayan otonomi savaşları ve çatışmaları, öncülerinin sınıfsal yapısı gereği çoğunlukla yenilgiyle sonuçlanmış, bu da bir bütün olarak Kürt ulusal varlığı ve özgürlüğü üzerinde derin tahribatlar yaratmıştır. Her yenilgi bir kırıma yol açmış, her kırım ise kültürel soykırımı bir adım daha ilerletmiştir. Doğu Kürdistan’da 1878’deki Şeyh Ubeydullah Nehri, 1920’lerdeki Simko ve 1945’lerdeki Kadı Muhammed önderliğindeki hareketler benzer sonuçlara yol açmışlardır. Yenilgi ve daha çok ezilme ulusal varlığı ve özgürlüğü daha da zayıflatmış, umutsuz duruma düşülmesine yol açmıştır. Kadı Muhammed’in önderlik ettiği Mahabad Cumhuriyeti deneyimi, modern halkçı niteliğine rağmen, öteki isyanlarla aynı akıbeti paylaşmaktan kurtulamamıştır. Beyaz Türk faşizmiyle Rıza Pehlevi faşizmi arasında 1937’de Sadabad Paktı adıyla varılan anlaşma özünde Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın çağdaş biçimi olup, Kürt bölünmesini derinleştirme ve özgürlük hareketini ortaklaşa tasfiye etme amaçlıdır.
 
Türkiye ve İran’daki iktidar arası antlaşma
 
Günümüzde de Türkiye’deki yeşil faşist iktidarla İran İslâmî faşist iktidarı arasında Kürdistan’ın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesine karşı yapılan ve yürütülen çok sayıda gizli anlaşma söz konusudur.
 
Diasporada  ulusal duyarlılıkların gelişimi
 
Avrupa’da, eski Sovyet Federasyonu ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde diaspora Kürt gerçekliği diyebileceğimiz varlıkların ulusal duyarlılıkları gelişmekte, ulusal kimliğin önemli bir parçası haline gelmektedir. Bu kesimler özellikle kültürün bilinç öğesine daha açıktırlar. Ulusal kimlikte bütünlüğün sağlanmasında katalizör rolünü oynamak durumundadırlar.
 
Kapitalist modernitenin araçları ile ulusal varlık sağlanamaz
 
Ulusal gerçeklik olarak Kürtlüğün kapitalist modernite çağında ölümcül darbeler yediği açıkça ortaya serilmiş bulunmaktadır. Buradan çıkarılması gereken en önemli sonuç, kapitalist modernitenin temel araçlarıyla Kürt ulusal varlığının sağlanamayacağı ve korunamayacağıdır. Gerek hegemonik sistemin baş aktörleri gerekse işbirlikçi unsurları  hesaplarını Kürdistan’ın parçalanması, parça parça kalması, her parçası üzerinde Kürt ulusal varlığını ya tümüyle asimilasyon ve soykırımdan geçirmeye veya tamamlayıcı nitelikte uygulamalar olan yapay Kürtçü oluşumlarla egemenlik altında tutmaya dayandırmaktadır. Bu hesaplar eğer dümdüz bir hatta keyiflerince işlerse, ortada ne Kürdistan ne de Kürt ulusal varlığı kalır. Hegemonik sistemin Kürtlük adına her parçada ortaya çıkardığı yapay, sahte ve saptırılmış bir Kürtlüğü maske olarak takan işbirlikçi unsurların rolü, esas olarak asimilasyon yoluyla uzun sürece yayılmış Kürt kültürel soykırımını meşrulaştırmaktır. Kürt ulusal varlığı üzerinde entelektüel, politik, ahlaki ve estetik çalışma yürütenlerin bir an bile akıllarından çıkarmamaları ve duygu dünyalarında canlı tutmaları gereken temel hususlardan birisi bu maskeli, sahte Kürtlük oluşumlarının birer tuzak olduğudur. Niyetleri ne olursa olsun, bunların rolü soykırımı meşru kılmaktır. Bunlar görünüşte Kürt ulusal varlığının bir unsuru olduklarını idea eder ve realizasyonuna girişirler; özünde ise Kürt ulusal varlığının potansiyel unsurlarını içten kemiren, ağacın kökünü yiyen kurtçuklardır. Ne acıdır ki, çoğu da bu ağacın kurdu olma rollerini bilinçsizce, günlük çıkarlar uğruna ve en vahimi de iyi niyetlice yerine getirmektedir. 
 
 İki eğilim
 
Kürt ulusal gerçekliği zıt yönlü iki eğilim içinde kendini var kılmaya ve özgürleştirmeye çalışmaktadır. Bu eğilimlerden birincisi, sömürge ötesi bir statü altında kapitalist modernite kaynaklı istila, işgal, imha, tenkil, tedip, asimilasyon ve soykırımlara kadar varan yöntemlerden oluşan tasfiye etme, ulus olmaktan çıkarma, özgür ulusal toplum haline gelmekten alıkoyma ve sonuçta yok etme eğilimidir. Bu eğilimde dikkat edilmesi gereken temel husus Yahudi, Kızılderili ve Ermeni soykırımları gibi fiziksel yanı ağır basan soykırımlardan ziyade, görünüşte Kürtlük yaşıyormuş ve kendisine dokunulmuyormuş izlenimi veren sahte Kürtçü ve bol hainli gruplarla meşrulaştırılmış bir kültürel soykırım yönteminin uygulandığıdır. İkinci eğilim, birinci eğilime karşı kendiliğinden veya onunla birlikte bilinçli, örgütlü ve eylemli olarak yürütülen Kürt ulusu olarak var olma, varlığını sürdürme ve bu varlıkla birlikte onun bütün parçalarının bütünleştirilmesi ve özgürleştirilmesi, böylelikle özgür Kürt ulusal toplumunun inşa edilmesi eğilimidir.
 
Hangi eğilim etkili olacak
 
Çağdaş Kürt kimliğinde bu iki eğilim zıtlık halinde bulunmaktadır. Öldüren, yaşamı her geçen gün ortadan kaldıran ve anlamsızlaştıran eğilimin mi, yoksa yaşamı var kılan, bütünleştiren anlamlı ve özgür yaşam eğiliminin mi üstünlük sağlayacağı aralarındaki mücadeleyle belirlenecektir. Ulusal varlığını koruma ve özgür kılma mücadelesi diyebileceğimiz son iki yüz yıldır devam eden bu çağdaş süreci, Kürt kültürel varlığının ideolojik, askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve diplomatik alanlarda verdiği, vermekte olduğu ve vereceği, ölümüne bir direnişi esas alan özgürlük ve demokrasi güçlerinin kapsamlı strateji ve taktiklerle yürüteceği mücadele belirleyecektir.”