Berrin Sönmez: Başörtüsü düzenlemesi, sözleşmeden çekilmenin devamı

  • 09:08 12 Ocak 2023
  • Güncel
 
ANKARA - İstanbul Sözleşmesi’nin hala iç hukukun parçası olduğunu söyleyen Berrin Sönmez, iktidarın başörtüsü teklifini değerlendirerek, “Hakları ve özgürlükleri kısıtlayan, kadınları şekillendiren bir teklif. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini isteyen isimlerin murat ettiği düzenlemeyi bu anayasa teklifi yapıyor” dedi.
 
AKP-MHP’nin İstanbul Sözleşmesi AKP, MHP ve Büyük Birlik Partisi (BBP), "başörtüsüne anayasal güvence" getirilen ve ailenin yeniden tanımlandığı Anayasa değişikliği teklifini 9 Aralık 2022 tarihinde 336 milletvekili imzasıyla TBMM Başkanlığı'na sundu. Anayasa’nın “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlıklı 24’üncü maddesi ile “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” başlıklı 41’inci maddesine ilişkin değişiklik önerisine tepkiler sürüyor. Geçtiğimiz günlerde, AKP ikinci görüşme için Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) randevu talep etti, ancak HDP talebi geri çevirdi. Ardından CHP ve İYİ Parti de AKP’nin randevu talebini reddetti.
 
Diğer yandan AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı çok sayıda kurum, kuruluş ve kişinin yaptığı Danıştay başvurularının duruşmaları da 2022 yılında görüldü. Ve duruşmaları karara bağlayan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini “hukuka uygun” buldu. 
 
Feminist aktivist ve Yazar Berrin Sönmez, Danıştay kararına ve iktidarın hazırladığı Başörtüsü Anayasal Güvence Değişikliği Teklifine dair değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Danıştay’da hukuk dersi verildi’
 
Danıştay’a gidilirken, kadınların iç hukukun tüketilmesi için bu yola başvurduklarını kaydeden Berrin, “En başta Danıştay 10’uncu Daire’de 8 hukukçu var, bunlardan 5’i İstanbul Sözleşmesi hakkında Cumhurbaşkanı kararını hukuka aykırı bulmuştu. Bu hukukçulardan sadece 3’ü Cumhurbaşkanı kararını hukuka uygun bulmuştu. Fakat Danıştay sıralarında EŞİK platformu öncülüğünde tüm kadınlar ve kurumlarla, erkek ve kadınlarla birlikte verilen mücadele ile bir tarih yazıldı. Bir hukuk dersi verildi, tüm dava açan tarafların davalarındaki iddiaları ortaya koyuş hali, her biri hukuk dersi niteliğindeydi. Oradaki mücadele tarihe geçecek bir mücadeleydi. Danıştay tarihinde önemli bir yere sahip” dedi.
 
‘Davalı hakimlerle görüştü’
 
İstanbul Sözleşmesi’ne dair yapılan savunmalar ve eylemlerin çok haklı olduğunu dile getiren Berrin, Cumhurbaşkanı kararının hukuka aykırı olduğunu yineledi. Berrin, “Hukuki görüş olarak baktığımızda;  5’e 3 biz kazanmalıydık ama mahkeme heyetindeki 5 hakimin karar merceği olduğu bu tabloda, savcıların bizim görüşümüzü destekleyen değerlendirmeleri, tetkik hakiminin bizim görüşlerimizi doğrulaması bir işe yaramıyordu. Danıştay’da görülen duruşmalardan 3 hakimden birisinin görüşünü değiştirebilme umuduna sahiptik ama olmadığını gördük. Fakat bir sene önceki yürütmeyi durdurma kararı reddi meselesinde, temyize taşındığında o zaman bizim görüşlerimiz 10’a 5 çoğunluklu olarak reddedilmişti. İdari dava dairelerinden umudumuz yoktu. Sadece yürütmeyi durdurma kararı umudumuzu kıran ilk şey değil, İstanbul Sözleşmesi duruşmalarında davalı olan kişi Danıştay’a gitti, Danıştay’da mahkeme başkanları ile bir görüşme yaptı. Çoğunlukla Saray’a çağırılır ama davalı kendisi hakimin yanına gitti. Bu da yetmezmiş gibi 2026’ya kadar Danıştay üyeliklerini uzattı. Bu durum İstanbul Sözleşmesi davalarının başladığı sırada oldu. O da yetmedi Adalet Bakanlığı yardımcısını Danıştay’da görevlendirdiler” şeklinde konuştu.
 
‘Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası’
 
Berrin, Danıştay üyeliklerine dair düzenlemenin hukukun olmadığını en iyi gösteren durumlardan biri olduğuna vurgu yaparken, sözlerini şöyle sürdürdü: “Böyle bir tabloda İdari Dava Daireleri’nden olumlu bir sonuç beklemiyorduk. İç hukuk yollarını tüketmek gerekiyor. AYM başvuruları üzerine 130’a yakın anayasa hukukçusu var, uzmanlar çalışıyorlar. AYM’nin idari işlemlere dair bireysel başvuru almayacağına dair bir görüş var. Ama farklı yollar olabilir ve hukuken denenecek. AYM kabul etmediği takdirde AİHM’e kadar gidilecek. Bu ülkede karar ne olursa olsun biz İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz. 6251 sayılı kanun yürürlükte ve bu kanun yürürlükte olduğu sürece Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası. Sözleşmenin yükümlülüklerini uygulamayan kamu görevlileri, şiddetle mücadele ile çalışan kolluk gücü, yargıya kadar burada suç işliyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nden sadece taraf ülkeler listesinden çıktık. Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası ve uygulanmak zorunda.”
 
‘Sosyal mühendislik var’
 
AKP’nin başörtü Anayasa Değişikliği Teklifine de değinen Berrin, başörtüsü teklifinin başörtülü kadınların hayatlarına güvence sağlayacak bir teklif olmadığına işaret etti. Berrin, “Hakları ve özgürlükleri kısıtlayan, kadınları şekillendiren bir teklif. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini isteyen isimlerin murat ettiği düzenlemeyi bu anayasa teklifi yapıyor. Anayasa teklifindeki 2 madde, 24 ve 41’nci madde birbirini tamamlıyor. Burada bir toplum inşa ediliyor, sosyal mühendislik var. Basında ve iktidar mensuplarının dilinde olan ‘başörtüsü’ söylemine itiraz ediyorum. Bu manipülatif bir isimdir, toplum algısını buraya doğru yöneltiyor. Muhalefet partileri de manüpilatif isimlendirmede etkilenmiş hareket ediyorlar” sözlerini kullandı.
 
24’ncü madde
 
Anayasa teklifinin 24’üncü maddesine değinen Berrin, “Kıyafete özgürlük ve kadınların inançlarına dayalı kıyafetlerine kamu idaresinin düzenleme yetkisi getiriliyor. Partiler ve bürokratlar, iktidarda olan siyasi partiler için yeni yasa ya da yeni yönetmelik çıkararak, inanca dayalı kıyafet kısmını kendilerine göre biçimlendirme yetkisi tanıyor. ‘Başörtülü kadınların, başörtülü olarak her alanda çalışmasının yolunu açıyorum’ derken, gerçekte başörtülü kadınlara inancına dayalı giyinme yükümlülüğü getiriyor. İnanca dayalı bir kıyafet nasıl olabilir? Kadınlar arasında ayrımcılık yaptığı gibi, başörtülü kadınların da kıyafetlerine müdahale etme yetkisi kamu idarelerine tanınıyor ama başörtülü olmayan kadınların hakları dediğimizde; bu ayrımcılık o kadar keskin ki başörtülü olmayan kadınların haklarına dair güvence gibi bir durum yok ortada. Tersine o kamu idaresine verilen yetkiyle haklarının da, kıyafetlerinin de rahatlıkla kamu idaresi tarafından belirlenmesine yol açılıyor” şeklinde konuştu. 
 
‘LGBT+’lara şiddet hukuk zeminde meşrulaştırılacak’
 
Teklifin hem başörtülü hem de başörtüsüz kadınlar için sorun olduğunu kaydeden Berrin, “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilelim diyenlerin tam istediği bir kadın modeli yaratılmış oluyor” sözlerini kullandı. Berrin, LGBTİ+ haklarının yok sayılmasına da dikkat çekerek, 41’inci madde için “LGBT+’ları insan saymayan, insan haklarından soyutlayan bir madde. Ailede erkek egemenliğin tesis edilmesi isteniyor. Medeni yasa kadın ve erkeğin evlendiğini söyler, nüfus kağıdını verir. Zaten yasalarda verilmeyen bir izne tümüyle ortadan kaldırılması için anayasa yapılır gibi bir taşla iki kuş vurma hali var. İktidar tüm topluma tuzak kuruyor. LGBT+ bireylerin içerisinde gördükleri şiddeti tamamen yok sayma durumu çıkıyor. Anayasa da aile içinde LGBT+’lara dönük şiddeti görmezden geldiği andan itibaren, sokakta zaten var olan LGBT+’lara dönük şiddet anayasal zeminde meşru görülmüş olacak. Korkunç bir toplum düzeni yaratılıyor” değerlendirmelerinde bulundu.
 
‘Yusuf Ziya Gümüşel aile modelleri normalleştirilecek’
 
Anayasa değişikliği içerisinde kadın ve çocuklara dönükte bir tuzağın olduğuna vurgu yapan Berrin, bir “evlilik birliği” kavramı kullanılmadığı noktada imam nikahlı evliliklere anayasal zeminin oluşturulduğunu söyledi. Medeni yasa ve tek eşlilik ilkelerinin devre dışı bırakılacağına işaret eden Berrin, “İmam nikahını meselesi ailede erkeğin çok eşliliği anayasada meşrulaştırılacak bir şey oluyor. İtiraz edecek bir durumda olmadığı için bu da ailede erkek egemenliğin tesisi anlamına geliyor. Yusuf Ziya Gümüşel’in ailesi gibi aile modellerinin normal görülmesi herhangi bir şekilde cezai işlem yapılmayacağı anlamına gelir. Anayasa bütün kanunlarda üstte ya bunun anayasaya konulmasıyla birlikte İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin bütün kadın kazanımları ve insan hakları kazanımları tahrip edilecek. İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken, yıllardır bunu dile getirdik. Danıştay İdari Davalar Dairesi son sözü söylediğinde, bu işlemin tam da Anayasada değişiklik teklifinin tartışıldığı günlere denk gelmesi boşuna değil. İktidar o çıkışı yaptığı için o metni getirdi. Burada yeni bir toplum inşa ediliyor, yeni toplum inşası ve sosyal mühendislik çabası birbirini tamamlıyor” ifadelerini kullandı.
 
‘23 milletvekilli oy vermezse o teklif meclisin çöplüğüne gidecek’
 
Yeni bir demokrasinin inşa edilmesi için güçlü bir muhalefete ihtiyaç duyulduğuna dikkat çeken Berrin, tüm muhalefet partilerinin kadınların anayasa değişikliği teklifine kulak vermesi hem de HDP’nin siyaset yapma hakkını koruyacak bir yerden savunma yapması gerektiğini belirtti. Berrin, şöyle konuştu: “İktidar kadınların görüşünü almadan bir anayasa değişiklik teklifi hazırladı. İktidara muhalefet eden partiler bizim görüşlerimize değer vermeden politika yapıyorlar. Bu tablodan çıkmak için bu seçimler kritik. Muhalefetin aklını başına toplaması, tüm toplumsal kesimleri kucaklayan politikalar üretmesi gerekiyor. Komisyona gelecek olursa komisyona katılmamaları, Genel Kurul’a katılmamaları, ihtiyaç duyulan 23 vekil oyunun verilmesini önlemek için ortak çalışmaları gerekiyor. Bu ülkede 23 milletvekilli oy vermezse o teklif Meclis’in çöplüğüne gidecek. Erdoğan son seçime yakın Meclis’e getirdiği teklifi kabul ettirememiş ve güçten düşmüş bir siyasetçi olarak seçime girecek. Bunun toplumda yarattığı enerjiyi bütün siyasi partilerin düşünmesi gerekiyor.”