Women Defend Rojava Üyesi: Öfkemizi mücadeleye dönüştürmeliyiz

  • 09:02 1 Ocak 2023
  • Güncel
 
ANKARA -  Paris’te gerçekleştirilen katliamı değerlendiren Women Defend Rojava’dan Stera, saldırının ırkçı bir saldırı olmadığını Türkiye’nin Kurdistan ve diasporadaki Kürt Kadın Özgürlük Hareketi temsilcilerine yönelik siyasi cinayet kampanyası başlattığını belirterek, buna karşı “Kederimizi ve öfkemizi kuru bir duygu olarak bırakmayarak örgütlemeli, mücadelemizi hep birlikte güçlendirmeliyiz” dedi.
 
Fransa’nın başkenti Paris’in Strasbourg Saint Denis Mahallesi’nde bulunan Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne 23 Aralık'ta silahlı saldırıda düzenlendi. Saldırıda KCK Yürütme Konseyi Üyesi Emine Kara (Evin Goyî), Kültür Hareketi’nden Mîr Perwer (Mehmet Şirin Aydın) ve Abdurrahman Kızıl katledildi.
 
Katliama dair protesto ve kınama etkinlikleri gerçekleşirken, Fransa hükümetin saldırıya göz yummasına tepkiler sürerken, sürekli devlet gözetimi altında olan bölgede saldırganın büyük bir silahla içeri girmesi ve insanları katletmesi Fransa hükümetinin “ihmalkarlığını” ortaya koydu. Yetkililer tarafından ırkçı bir saldırı gibi gösterilen katliamın ardından gözaltına alınan  kişinin hasta denilerek hastaneye kaldırılması dikkat çekti. 
 
9 Ocak 2013’tarihinde Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmelerinin gerçek faillerinin ortaya çıkarılmamış olmasının, katliamın yıl dönümü yaklaşırken yeni katliama yol açtığı değerlendiriliyor. 
 
3 yıldır Women Defend Rojava’dan (Kadınlar Rojava’yı Savunuyor) kampanyasında yer alan ve şu an kadın hareketi ile Rojava’da iletişim alanına bakan Stera ile Kürt halkına ve Kürt kadınlarına yönelik bu siyasi saldırıları konuştuk.
 
“Kürt özgürlük hareketini biraz da olsa ciddi bir şekilde inceleyen herkes, mücadelelerinin merkezinde kadın özgürlüğünün olduğunu bilir. Türk devleti, Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'ni sistematik olarak hedef alan bir siyasi kadın cinayeti kampanyası başlatmıştır.”
 
* 9 Ocak’ta 3 Kürt kadının katledilmesinin yıldönümü yaklaşırken Paris’te yeni bir katliam yaşandı. Bu saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Paris'te Kürt Kültür Merkezi ve diğer Kürt kurumlarına yönelik terör saldırıları çok sarsıcı. Bu çok büyük bir acı ve bizi kızdırıyor. Biz Kürt kadın hareketi ve tüm Kürt halkı olarak bu öfkemizi direnişe dönüştüreceğiz. Bu kederin ve öfkenin direnişe dönüştüğünün bir kısmı son günlerde Paris'teki protestolarda görüldü. Bence bu saldırı, yaklaşık 10 yıl önce Kürt özgürlük hareketinin üç aktivistine yönelik yapılan katliamın devamı niteliğindedir. 9 Ocak 2013'te üç Kürt kadın, kadın özgürlük hareketinin liderleri Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan Türk istihbaratı tarafından öldürüldü. Sakine Cansız, PKK’nin kurucu üyesi ve Kürt Kadın Özgürlük Hareketi tarihinin yaşayan bir temsilcisiydi. Kürt özgürlük hareketini biraz da olsa ciddi bir şekilde inceleyen herkes, mücadelelerinin merkezinde kadın özgürlüğünün olduğunu bilir ve Paris'teki son saldırı da tam olarak buna yöneliktir. Bu silahlı saldırının, Paris'teki Kürtlerin 10 yıl önce aynı şehirde katledilen üç Kürt kadını anmaya hazırlanırken gerçekleşmesi ise tesadüf olamaz. Bu son saldırıyı ve yaklaşık 10 yıl önceki saldırıyı da siyasi kadın cinayeti olarak görüyoruz. 10 yıl önceki saldırıyla birlikte net olarak anlaşılacağı üzere Türk devleti, Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'ni sistematik olarak hedef alan bir siyasi kadın cinayeti kampanyası başlatmıştır.
 
“Kürt toplumu da Fransa'da ağır devlet baskısı altında ve polis sürekli olarak Kürt toplumunu gözlemliyor, attıkları her adımdan haberdarlar ama koruyamıyorlar mı?”
 
* Görgü tanıkları, olayın yaşandığı bölgede sürekli polis denetimi olduğunu ve “ırkçı saldırı” olarak adlandırılan bu saldırının önlenebileceğini söyledi. Gözetim altındaki bölgede saldırı nasıl gerçekleşebilir?
 
Uluslararası medya, Fransa polisi veya siyasetçiler bunu her ne kadar ırkçı bir saldırı olarak nitelendirmeye çalışsa da sadece ırkçı bir saldırı olmadığını olaya daha yakından bakarak net ve açıkça görebiliriz. Yaklaşık 10 yıl önceki saldırıyla paralellikleri söz konusu. Örneğin Sakine Cansız, Fransız polisi tarafından 7/24 gözetim altındaydı ve son saldırının gerçekleştiği bölgede de sürekli polis kontrolü vardı. Kürt toplumu da Fransa'da ağır devlet baskısı altında ve polis sürekli olarak Kürt toplumunu gözlemliyor, attıkları her adımdan haberdarlar ama koruyamıyorlar mı? Bence her iki durumda da Fransız yetkililerine ve polise böyle bir saldırının nasıl mümkün olduğunu sormak zorundayız. Onlardan neden bu saldırıyı engelleyemediklerinin, daha doğrusu bu saldırının olmasına neden göz yumduklarının cevabını almalıyız. Bu soruların dışında daha birçok cevaplanmamış soru var. Gerçekten katilin nasıl bir geçmişi var? Sadece aklını kaybetmiş bir ırkçı mı? Hangi çevrelerde örgütlü ve önceki tutukluluğunda MİT'le gerçekten bir görüşmesi oldu mu? Katliamdan bu kadar kısa bir süre önce neden serbest bırakıldı, nasıl oldu da eline silahı alıp böyle bir katliamı elini kolunu sallaya sallaya yapabildi? Neden bu kadar özgürce hareket ediyordu? Bildiğimiz şey, saldırganın özellikle tam da 60'tan fazla kişinin katılacağı bir toplantının planlandığı günde Kürt kültür merkezine ve sahipleri ve müşterileri Kürt derneğiyle bağlantılı iki yere daha saldırmış olduğu. Fransız güvenlik yetkililerinin prosedürlerinin çok sorgulanabilir olduğunu biliyoruz. Katil, tutuklandıktan bir gün sonra psikiyatri kliniğine kaldırılıyor ve ertesi gün tekrar gözaltına alındı. Fransız güvenlik yetkililerinin bu acelesi neydi, bir şey mi saklamaya çalışıyorlardı bunu soruyoruz?
 
“Saldırının hemen öncesinde ve sonrasında verilen iki mesaj çok açık ve nettir. Paris'te Kürt Kültür Merkezi'ne yönelik saldırı ırkçı bir saldırı değil, özellikle Evin Goyî’'yi ve dolayısıyla Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’ni hedef alan Kürt karşıtı bir saldırıydı.”
 
* Öte yandan katilin cezaevindeyken Türk istihbaratıyla görüştüğüne dair iddialar var. Ancak Fransız polisi bunu açıklığa kavuşturmadı ve Kürtler hedef alındı. Diyelim ki "ırkçı" bir saldırı, sizce bu saldırıya zemin hazırlayan nedir?
 
Tayyip Erdoğan'ın İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Paris katliamından üç gün önce Türk-Fransız ilişkilerine ilişkin yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı, "Maalesef PKK'lıların Fransa'da kendini gösterebildiğini görüyoruz. Türkiye, Fransa'nın PKK ve ona bağlı örgütlerin yurt içindeki tüm faaliyetlerine son vermesini beklemektedir." Altun, "Türkiye, Fransa'dan hak ettiği desteği görmüyor. Bu nedenle, ulusal güvenliğimizin gereğini kendimiz yerine getirme ve terörle mücadeleyi tüm imkânlarımızla sürdürme kararlılığımızı sürdüreceğiz" dedi.  AKP'nin tehdit ve şantaj üzerine kurulu siyaset tarzını bilen herkes, konuşmasının bu kısmını bir tehdit olarak anlayabilir. Süleyman Soylu'nun Paris saldırısından bir gün sonra yaptığı açıklama da saldırının arkasında Türk hükümetinin olduğunu gösteriyor. "Erdoğan sadece Türkiye'deki teröristleri değil, dünyadaki teröristleri de ortadan kaldıracaktır" diyor. Saldırının hemen öncesinde ve sonrasında verilen iki mesaj çok açık ve nettir. Paris'te Kürt Kültür Merkezi'ne yönelik saldırı ırkçı bir saldırı değil, özellikle Evin Goyî'yi ve dolayısıyla Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’ni hedef alan Kürt karşıtı bir saldırıydı. Paris'te bir önceki saldırıda Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in öldürüldüğü gerçeği ise hala aydınlatılmadı. Arkasında Türk istihbaratının olduğu yönündeki kanıtlara rağmen davayı rafa kaldırdılar. Niye? Çünkü terör saldırısını gerçekleştiren kişi bir Fransız hapishanesinde 'öldü'. Son saldırı, bu dava çözülmediği için ikinci bir Paris katliamı olarak gerçekleşti. Gerçek, suikastçının ölümüyle ortaya çıktı ve Fransa devleti tarafından hesap sorulmadığı için bugün tekrar aynı katliamlar yaşanmaya devam ediyor.
 
* Fransa hükümetinin tutumu ve önceki katliamı aydınlatmamış olması mı Kürtlere dönük yeni bir katliama zemin hazırladı?
 
Evet. Elbette başka bir zaman bunun neden mümkün olduğunu sorgulamalı ve hesap sormalıyız. Fransız hükümeti 9 Ocak'taki saldırıya açıklık getirmedi ve bunu aydınlatmakla neredeyse hiç ilgilenmiyor. Bu olayın aydınlatılmamış olması, Kürtlere yönelik yeni bir saldırının gerçekleşmesini mümkün kıldı. Bu nedenle son saldırının anlaşılabilmesi ve aydınlatılabilmesi için 9 Ocak 2013 saldırısının aydınlatılması gerekmektedir. Her iki durumun da aydınlatılmasını talep ediyor ve Fransız hükümetinin bunun için elinden gelen her şeyi yapma sorumluluğunu taşıması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak Kürt halkı artık Fransız güvenlik yetkililerine hiç güven duymuyor.
 
“Türkiye, savaş suçlarını ve uluslararası hukuk ihlali olan bu saldırıları bir NATO devleti olarak, NATO silahlarıyla ve NATO onayıyla gerçekleştirmektedir.”
 
* Kürtlere yönelik saldırılar Rojava'da da devam ediyor, hava sahasının Türkiye'ye kapatılması yönünde taleplerde bulunulmasına karşın henüz bir gelişme yok. Uluslararası güçlerin savaştan yana tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Daha önce de belirtildiği gibi Türk devleti, Kurdistan'ın tüm parçalarında ve diasporada Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'ni sistematik olarak hedef alan bir siyasi kadın cinayeti kampanyası başlatmış durumdadır.  Bunu da burada, kadın devriminin mekânı olan Rojava'da çok net bir şekilde görebiliyoruz. Bu saldırılar bölgede son 2 yıldır yapılan drone saldırıları ile oldukça yoğunlaştı. Türkiye, savaş suçlarını ve uluslararası hukuk ihlali olan bu saldırıları bir NATO devleti olarak, NATO silahlarıyla ve NATO onayıyla gerçekleştirmektedir. Sık sık Türkiye'nin bu saldırılarıyla NATO'nun hiçbir ilgisi ve bağlantısı yokmuş gibi sunuluyor ama Türkiye tam olarak NATO'nun çizgisine göre hareket etmekte ve hiç bu çizgiden çıkmamıştır. Rojava'daki devrim ve onun demokratik sistemi ulus-devlete bir alternatiftir ve dolayısıyla ulus-devletler için bir diken olarak görülüyor. Dolayısıyla, tabii ki NATO ve Rusya Türkiye'ye hava saldırıları düzenlemesi için yeşil ışık yaktı ve bu izin olmadan Türkiye bunu yapamazdı. Dolayısıyla, bunun önünü açan devletlerin bunu durdurmasını bekleyemezsiniz, çünkü bunu durdurmakla hiç ilgilenmiyorlar.
 
“Kürtler dünyanın her yerinde zulüm görüyor ve devletlerin bu tutumundan dolayı kendilerini güvensiz hissediyorlar. Kürt toplumu ve dünya çapındaki tüm ilerici güçler, değişim, demokrasi ve özgürlük için toplumun, gençlerin ve kadınların devrimci gücüne her zaman güvenmelidir.”
 
* Özellikle NATO'nun himayesi ve emperyalist güçlerin savaşı, Kürt halkına nasıl yansıyor, ne söylemek istersiniz? 
 
Kürtlerin, işgalci devletler veya uluslararası güçler tarafından savaşların ve güç mücadelelerinin kurbanı olmalarının ilk seferi değil bu. Bugün de, örneğin Rojava'da, uluslararası güçlerin ve işgalci devletlerin nasıl iktidar mücadelesi verdiğini görüyoruz; Kürt topraklarında bir savaş veriyorlar. Türkiye neo-Osmanlı planını empoze etmek istiyor ve bu planı Kürt düşmanı ve karşıtı bir politikayla sürdürüyor. Türkiye, Rojava ve Başûr'daki saldırıları terör saldırısı ve dışa dönük tehdit olarak uluslararası alanda “meşru” bir zemine oturtmaya çalışırken, gerçekte hedeflerine ulaşmak için Kürtlere karşı soykırım yapmaya çalıştığını net bir şekilde görüyoruz. PKK'nin yasağı kaldırılmalı ve PKK terör listesinden çıkarılmalıdır. PKK'yi yasaklama ve terör örgütü olarak sınıflandırma yönündeki bu siyasi karar, bizzat Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve tüm Kürt halkını kriminalize etmekte ve karalamaktadır. Sonuç olarak, Kürtler dünyanın her yerinde zulüm görüyor ve devletlerin bu tutumundan dolayı kendilerini güvensiz hissediyorlar.
 
* Kürt toplumu ve uluslararası güçlere mesajınız nedir?
 
Kürt toplumu ve dünya çapındaki tüm ilerici güçler, değişim, demokrasi ve özgürlük için toplumun, gençlerin ve kadınların devrimci gücüne her zaman güvenmelidir. Hiçbir ulus devletten ciddi ve dürüst bir destek bekleyemeyiz. Uluslararası güçler bizi susturmak, olayları açıklamayarak unutturmak, failin kafası karışık bir akıl hastası olduğunu öne sürerek gerçeklerin üzerini örtmek istiyor. Ama unutmamalıyız, sesimizi yükseltmeliyiz ve hakkımız olanı, mücadelemizi, doğruları savunmalıyız. Tüm insanlar ve cinsiyetler özgür ve kendi kaderini tayin edemediği sürece, Paris'te katledilenlerin anısına savaşmaya devam etmeliyiz! Kederimizi ve öfkemizi kuru bir duygu olarak bırakmayarak örgütlemeli, mücadelemizi hep birlikte güçlendirmeliyiz.