Aso Kamali: 21’inci yüzyılı kadın yüzyılı yapabiliriz
- 09:02 20 Kasım 2022
- Dosya
Melek Avcı
ANKARA - KJAR Birleşik Krallık Sorumlusu Aso Kamali, “'Jin jiyan azadî' sadece ataerkillikten kurtulmakla ilgili değil, aynı zamanda sömürgecilikten kurtulmakla ilgili. Sürekli olarak etnik azınlıklar toplumun kenarına itiliyor. Toplumlar olarak Kürt nüfusuna, yapılan tüm iyi ve kötü şeyleri itiraf etmeliyiz” ifadelerini kullandı.
25 Kasım 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo iktidarının Patria, Minerva ve Maria Mirabal kardeşleri katletmesinden sonra 1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresinde, Mirabal Kardeşlerin anısına 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi. 17 Aralık 1999’da da Birleşmiş Milletler (BM) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü toplumda şiddete karşı farkındalık yaratmak adına kabul etti. Bugün dünya kadınları şiddete ve ataerkil sömürüye karşı mücadele ederek özgürlük ve eşitlik talebini yineliyor. Yükselen kadın hareketleri 3’üncü bir yolun mümkün olduğu gerçekliğini tüm ataerkil ve emperyalist sisteme kanıtlar nitelikte.
Aradan yıllar geçmesine ve kadınların birçok hakkı mücadele ederek elde etmesine rağmen, şiddet silsilesinin hem ataerkil toplum sistemi hem de devlet eliyle arttığı bu dönemde, mücadele de aynı oranda yükselirken dünya kadınlarının sesini ulaştırmaya devam ediyoruz. İran’ın Rojhîlat’ında aktivist ve Doğu Kürdistan Özgür Kadın Örgütü (The East Kurdistan Free Woman Society –KJAR) Birleşik Krallık sorumlusu Aso Kamali ile 25 Kasım haftası bağlamında İran’daki kadınların toplumsal durumuna dair konuştuk.
“İran hükümeti önceliği her alanda, Fars, Müslüman ve erkek birine verir. Eğer erkek değilseniz de Fars, Müslüman, 'itaatkâr' bir kadın olmalısınız. Bu tanımın dışında kalmak her alanda iki kez ayrımcılığa uğramak demektir. Yani bir kadınsanız, Yâresân iseniz, yoksunuz, sizi koruyan bir kanun yok.”
*Ülkenizde toplumun ve iktidarın kadına yönelik tutumu ve politikaları nasıl, bunu anlatabilir misiniz?
İran toplumunda kadınların nasıl konumlandığına bakacaksak önce hukuk sistemine bakmamız gerekiyor. İran'da şeriat hukuku sistemi uygulanıyor. Şimdi bu sistem, İslam'ın aşırı katı versiyonunu ve ataerkilliği, hatta özellikle ataerkilliği uygulamak için bir kanal olarak kullanılıyor. Hukuk sistemine baktığımızda, kadınların toplumdaki kamusal rollerden mahrum bırakıldığını görüyoruz. Diğer yandan, kadın için yasal evlenme yaşı 13 iken, bu erkeklerde 15 ve mollanın 'onay' vermesi ile kadınlar için bu rakam düşürülebiliyor. İkincisi, 1980'den beri kadınlar kanunla başörtüsü takmaya zorlanıyor. Kanuna daha yakından bakarsak, aslında kadınlara karşı ayrımcılığın iki parçalı olduğunu görüyoruz. 1979'da Ayetullah Humeyni'nin Kürt nüfusun tamamen yasa dışı olduğuna dair bir fetva veriyor. Dil, kültür açısından farklı olan herkesi illegal ilan ediyor, sadece Kürtleri değil, daha da ileri giderek, tanınan tek dilin Farsça olduğunu belirtiyor. Bu demektir ki, eğer Beluç (İran'da bir etnik kimlik) iseniz diliniz esasen yasa dışı oluyor. Kim olduğunuzu, kendinizi nasıl tanımladığınızı hükümet önemsemez. Korunmaz ve desteklenmezsiniz. Bu kanunun sonucu şudur, İran hükümeti önceliği her alanda, Fars, Müslüman ve erkek birine verir eğer erkek değilseniz de Fars, Müslüman, 'itaatkâr' bir kadın olmalısınız.
‘Kadınsanız, sizi koruyan bir kanun yok’
Bu tanımın dışında kalmak her alanda iki kez ayrımcılığa uğramak demektir. Yani bir kadınsanız, Yâresân (Kürt Alevileri) iseniz, yoksunuz, sizi koruyan bir kanun yok. Yani tutuklanırsanız ve resmi dili bilmiyorsanız, polisin sizi farklı şekillerde istismar edebileceği de neredeyse yasalar tarafından öneriliyor. Örneğin Jîna Emînî bir Kürt ili olan Seqiz'den ailesini ziyaret etmek için Tahran'a gitti. Başörtüsünü düzgün takmadığı için tutuklandı. Gözaltında ne olduğunu bilmiyoruz ama deneyimlere bakarsak kesinlikle kadın olduğu için 'ahlak polisi' tarafından saldırıya uğradı. Ama Farsça bilmeyen ve devrim muhafızlarının elinde etrafında olup biteni anlamamasına rağmen Shirin Alam Hooli'nin durumuna bakarsak, bunda da bir ırk ayrımcılığı unsuru olduğunu varsayabiliriz. Yani İran'da bir kadınsanız, ikinci sınıfsınız. Hiç kimsesiniz. Sen bir hiçsin, reddedildin. Zorunlu başörtüsü sana günün her saniyesi, yani her gün, seni yöneten ve kurallarını dikte eden erkeklerin olduğunu hatırlatan kalıcı sembolik bir hatırlatma. Ama bunun yanında maruz kaldığımız kesişimselliği ve ayrımcılığı da görecek miyiz? Sadece kadın olduğunuz için değil, aynı zamanda azınlıktasınız.
*Kadınlar olarak ülkenizde en çok karşılaştığınız şiddet biçimi nedir? Ne gibi şiddet biçimleriyle karşılaşıyorsunuz açıklar mısınız?
Fars etnik kökeninin dışında, bölgedeki diğer etnik ve dini azınlıklara karşı ayrımcılık görüyoruz. Bu, eğitimde, işte ve toplumda etkili olacakları birçok pozisyondan dışlandıkları anlamına gelir. Dolayısıyla, yönetim sistemi ataerkil bir yapıya sahipse, bu otomatikman etno-dindar bir kadın olarak işe gidecek olanın erkek olduğu ve evde kalacak olanın kadın olacağı; kadınların yoksulluk, şiddet, manipülasyon ve zorla evlendirilme durumlarını yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğu anlamına gelir. Toplumda bir kadın sadece fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kalmıyor. Çok daha fazlasını yaşıyor. Seslerini duyurmak için bir platform bulamama sorunu yaşıyorlar. Kadınları desteklemenin bir yolu yok. Protestoların şu anki sorunlarından biri de bu. Fars nüfusunun bir platformu olduğunu görüyoruz; çünkü kendi ülkelerinde söz sahibiler, onlara bu pozisyonu vermişler ama etnik azınlıklar değil; Beluçlar, Kürtler, Horasanlılar, Lurlar. Sorunlarını tartışmak için seslerini yükseltme fırsatı verilmiyor.
‘Kadına yönelik şiddet inanılmaz düzeyde’
Jîna Emînî Mahsa'ya seslenme şekilleri bile sorunlu, İran'da Kürtçe bir isme sahip olmak yasa dışı sayılıyor. Yükselen Jîna Emînî eylemlerinde ona Jîna deniyordu. Ailesi onu Jîna olarak tanıdı ama iş kanuna gelince Mahsa olarak tanındı ve görünen o ki İran Fars nüfusu bunu görmezden gelmek istiyor. Onları kaç kez düzeltmeye çalıştığınızın bir önemi olmuyor. Kaç kere anlatsanız da ona sürekli Mahsa demeye devam ediyorlar ve bir uyumsuzluk, zıtlık, mantığa sığmayan bir şey var. Ataerkilliğin baskısına karşı olduğunuzu söylüyorsunuz ama Jîna'nın sadece kadın olduğu için öldürüldüğünü mü iddia ediyorsunuz? 'Jin jiyan azadi' veya 'Zen zendegi azadi' diyorsunuz ama aynı zamanda ona sömürgeci ismiyle hitap ederek ona baskı yapacaksınız, tamamen tutarsız bir tutum. Ya her türlü baskıya karşısınızdır, ya da özgürlük kılığına girmiş bir başka baskı türüsünüzdür. Bu ayırt etmemiz gereken bir şey. Tüm insan hakları grupları kadınları desteklemez ve her kadın hakları grubu tüm kadınları desteklemez. Rojhilat'da kadına yönelik şiddet inanılmaz düzeyde. Ancak her eşitsizlik aynı düzeyde eşitsizlik değildir. Fars halkı şüphesiz zulmü yaşamıştır ama sömürgeleştirilmişlerin zulmünü anlamıyorlar ve bunu anlamadıkları ya da sesimizi elimizden almaya çalıştıkları sürece eylemleri etkisizdir, çünkü sadece kadın olmanın değil, aynı zamanda etnik azınlık ya da dini azınlık olmanın ne demek olduğunu anlayamadıkları için etkisiz.
*Bu şiddet biçimlerinin karşısında nasıl bir eylemsellik sergiliyorsunuz ve kadınlar olarak nasıl örgütleniyorsunuz?
Yani İran'da bu çok daha zor. Kürt vilayetlerine bakacak olursam, nüfusun yüzde 95'i Kürt, İran'ın büyük bölümünde nüfusun sadece yüzde 10'unu ancak cezaevlerinde ise nüfusun yüzde 70'ini oluşturuyorlar. Kürt nüfusunda ölüm oranı diğer insanlardan daha yüksek. Dolayısıyla, İran'da aktif olarak işimizi yürütebilmenin zorluğunun farkındayız. Hakları için savaşması sebebiyle cezaevinde olan Zeinab Jalalian, yine o dönem Kürt olan dört kişiyle birlikte asılan Shirin Alam Hooli gibi insanları görüyoruz ve bu yüzden yapmaya çalıştığımız kadınları dışarıdan desteklemeye çalışmak oluyor. Avrupa'daki KJAR, yalnızca kamusal alanda farkındalığı artırmak için protestolar düzenlemeye değil, aynı zamanda o bölgedeki etnik-dini azınlıklar, özellikle de kadınlar adına lobi yapmak için küçük kadın grupları parlamentoya göndermeye çalışıyor. Çünkü KJAR'ın ana odak noktası budur. Bu nedenle lobicilik, konferanslara katılan diğer yardım kurumlarıyla birlikte ilerletmeye çalıştığımız bir faaliyet. Geçenlerde, bir dünya kadın konferansı örgütünün bir organizasyonu için Tunus'taydım. Orada MENA bölgesinde (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) çalışacak bir grup kurmaya karar verdik. Böylece nerede olursa olsun Parlamento'da lobicilik açısından birbirleriyle sürekli koordinasyon halinde olan Birleşmiş Milletler, bu cephede birleşti.
Bu bizim yaptığımız bir şey, jinelojiye odaklanan eğitim programları orada da yaygın olarak yürüttüğümüz bir faaliyet ve katıldığımız birçok seminer var. Şu anda bizim için mesele uluslararası arenada sesimizi yükseltmek. Çünkü geçmişte yaşanan durumları tekrar yaşamak istemiyoruz. Örneğin, KOVİD pandemisi sırasında, protestolar ve lobicilik faaliyetleri daha zordu ve hükümetin üzerinde sürekli baskı kurmak da zorlaşıyordu. Bu durumu kullandılar ve Birleşmiş Milletler İran'ın kadın hakları konusundaki pozisyonunu oyladı. Uluslararası alanda kadınlara karşı büyük bir adaletsizlik varsa, o da buydu çünkü bir yıl boyunca sesimizi duyuramadık, varlığımız yoktu. Bu nedenle, bölgesel varlığımız İran'daki kadınlara ve özellikle Rojhîlat'taki kadınlara yönelik olsa da, uluslararası bir etkimizin olduğundan emin olmak önemli. Sürekli olarak onlar için lobi yapmaya, durumları hakkında farkındalık yaratmaya, İran'daki şartların herhangi bir baskıcı güç haline gelmesini önlemeye çalışıyoruz.
“Toplumları yönetmenin üçüncü bir yoluna neden sahip olmayalım? Demokratik Konfederalizmin nesi yanlış? Demokratik konfederalizm topluluklar için gerçekten destekleyici olabilir. Ticareti destekleyebilir, uluslararası toplumu ve jinelojiyi de bunun bir parçası olarak destekleyebilir. Kadınlar demokratik konfederalizm sistemi altındaki toplumda temel bir rol oynar.”
*Dünya genelinde kadınının durumuna ilişkin nasıl bir değerlendirmede bulunursunuz? Ortadoğu’da kadının durumuna ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Her bölge, her ulus devlet, kadınlara karşı kendi ataerkillik biçimini uygulamakta ve özellikle onları kamusal alandan silmektedir; siyasette, herhangi bir kamusal karar alma biçiminde söz hakkı vermezler. Bunu kamusal alanda meydana gelen olaylara baktığımızda görebiliriz. Mesela Birleşmiş Milletler Türkiye'yi ziyarete gitti ve ataerkilliğin çarpıcı bir örneği yaşandı, Erdoğan tüm erkekler otursun diye sandalyeleri yerleştirmişken, Ursula von der Leyen ayakta kaldı. Bu sadece fiziksel anlamda değil, aynı zamanda orada bir sözünün olmadığını psikolojik olarak kadına hatırlatıyor. Uzak bir köşede oturuyordu, erkeklerle iletişim kuramıyordu. Bu güçlü bir konuma gelen kadınlar hakkında ne düşündüklerine dair bir örnek, siz güçlü bir konuma gelseniz bile onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Sizi kenara köşeye koyuyorlar, bu sembolik bir tavır.
‘Demokratik konfederalizmin nesi yanlış?
Sonra Suudi Arabistan'a bakıyoruz. Kadınların araba kullanmasına izin verilmiyor, kadınlar örtünmek zorunda, kadınların belirli iş pozisyonlarında çalışmasına izin verilmiyor. Tüm hakları reddedildi ve ülkeler yine de, ticari amaçlar doğrultusunda Suudi Arabistan ile finans ve ekonomik pozisyon alışverişinde bulunmaktan, iş için müzakere etmekten memnuniyet duyuyorlar. Şimdi Katar'a bakıyoruz. İnsan hakları vahşeti yaşanırken dünya kupası hayati bir önem taşıyor. İnsan hakları, kapitalist bir toplumda daha az öncelikli görülüyor. Biz insanlara, toplumlarını, o insanları nasıl yönetmeleri gerektiğini ya da bunun gibi bir şeyi söylemiyoruz. Ancak, toplumları yönetmenin üçüncü bir yoluna neden sahip olmayalım? Demokratik Konfederalizmin nesi yanlış? Demokratik konfederalizm topluluklar için gerçekten destekleyici olabilir. Ticareti destekleyebilir, uluslararası toplumu ve jinelojiyi de bunun bir parçası olarak destekleyebilir. Kadınlar demokratik konfederalizm sistemi altındaki toplumda temel bir rol oynar ve bunu kendi alanınıza, bölgenize, ulus devlet ortamınıza uygulamak istemeseniz bile; özellikle jineloji açısından, özellikle kadınları destekleme ve onları sosyal politik karar almanın ayrılmaz bir parçası haline getirme açısından topluma faydalı olabilecek önemli noktaları var.
“İnsanlar sözün nereden geldiğini uluslararası olarak unutuyor. Bunu her dile getirdiğimizde ‘nereden geldiği önemli değil’ söylemiyle karşılaşıyoruz, hayır önemli çünkü 'Jin jiyan azadî' sadece ataerkillikten kurtulmakla ilgili değil aynı zamanda sömürgecilikten kurtulmakla ilgili. Sürekli olarak etnik azınlıklar toplumun kenarına itiliyor. Bu kadınlar görmezden geliniyor.”
*İran’da kadınların öncülüğünde devrim diyebileceğimiz bir hareketlilik yaşanıyor ve orada öne çıkan bir Kürt kimliği ve eylemsellikte örnek alınan bir Rojava devrimi var. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz ve İran’daki devrim havası Ortadoğu’yu ve dünya kadınlarını nasıl etkiler?
Birçok kadının 'Jin jiyan azadî' demesi muazzam bir gurur duygusu, bu eşsiz bir durum. İnsanlar tarafından her yerde dile getirildiğini duymak eşsiz bir şey ama yine çelişkilerle karşılaşıyoruz, neyi kabul edeceğimiz ve neyi kabul edemeyeceğimiz konusunda garip kavramlar görüyoruz. Bir yandan bu sloganın nereden geldiğini, Rojava halkından geldiğini biliyoruz; teröre karşı savaşan, ataerkillikle savaşan ve o toplumu yeniden inşa etmek için savaşan kadınlardan geldiğini biliyoruz. Sloganın ilk çıkışı uluslararası toplumdan duygusal tepki alamadı ama İran bunu kullanınca ilgi çekti.
Kürt nüfusu neden terörist olarak etiketleniyor ve neden onlara da konuşacak bir platform verilmiyor? Neden Kürtler gibi diğer etnik azınlıklar sürekli bir tarafa itilirken, İranlılar kullanınca alkışlanarak bu bir başarı olarak kabul ediliyor sanki yeni bir şeymiş gibi. İnsanlar sözün nereden geldiğini uluslararası olarak unutuyor. Bunu her dile getirdiğimizde ‘nereden geldiği önemli değil’ söylemiyle karşılaşıyoruz, hayır önemli çünkü 'Jin jiyan azadî' sadece ataerkillikten kurtulmakla ilgili değil aynı zamanda sömürgecilikten kurtulmakla ilgili. Bu ideoloji Abdullah Öcalan tarafından geldiğinde hapsediliyor ve PKK’yi de 'terörist' olarak etiketliyorlar. İran'da kadınlar bunu dillerine alırken neden terör eylemi olarak görülmüyor? Neden Kürtçe, bir terör eylemi de Fars kadınları söylediğinde değil, bunun anlamı ne? Burada yine, etnik meseleye geliyoruz: Fars kadının etnik azınlıklar için konuşmamasıdır, çünkü sadece kadın olmanın değil, Kürt bir kadın, etnik bir kimliğin parçası olan kadın olmanın zorluğunu anlayamamalarından kaynaklanıyor. Yine Kürt kadınları şanslı, Kürt diyorum çünkü bunu şemsiye bir terim olarak görüyorum ve Zazalar, Yarsanlar, Zerdüştler var, yüzlerce kimliği terörist olarak etiketlediğiniz şemsiyenin altında o kadar çok insan var ki. Sürekli olarak etnik azınlıklar toplumun kenarına itiliyor.
‘Hala öteki miyiz?’
Bu kadınlar görmezden geliniyor. Uluslararası arenada anlaşma teklif edecekleri bir yer yok ve bu onlar için oldukça karanlık. İran'daki bu hareketin bir yönünün de estetik olduğunu öne sürüyorum. Kadın haklarını destekliyorlar, evet ama hangi kadınlar, sadece Fars kadınları mı? Bu tanımın dışında kalanların hepsi ilişki kurmanız için size çok mu uzak, ünlüler neden Fars halkını alkışladı da etnik azınlıkları alkışlamadı, hala öteki miyiz? Fars halkı da uluslararası toplumun bize tepki verme biçimindeki yaklaşım farklılıklarının farkında ama yine de bizden bahsetmeyecekler. İran'da olup bitenler hakkında Instagram paylaşımları yapacaklar. Evet, Saqez bir Kürt nüfusu var. Tahoe'da veya Kirmanşe'de olan bir şeye atıfta bulunacaklar ama Kürt nüfusunun bir parçası olarak bahsetmeyecekler.
“Toplumlar olarak Kürt nüfusuna yapılan tüm iyi ve kötü şeyleri itiraf etmeliyiz. İran'ın karşı karşıya olduğu ekonomik yaptırımlar nedeniyle, ırk ayrımcılığı ve ambargo yaptırımlarının altında gerçekten acı çeken insanların çoğunluğunu Kürt nüfusu oluşturuyor.”
*O halde şiddete karşı bu mücadele alanında kimliğinizin ve tarihinizin görmezden gelinerek bunun salt İran’ın mücadelesiymiş gibi gösterildiğini mi düşünüyorsunuz? Her kadın, her kadını desteklemiyor mu?
Tüm kadın hakları grupları tüm kadınları desteklemez ve vurgulamamız gereken de bu. Ya tüm kadınları ataerkilliğe, sömürgeciliğe ve karşılaştıkları diğer tüm baskılara karşı destekliyorsunuzdur ya da hiç desteklemiyor bir 'gösteriş' olarak sözde destek veriyorsunuzdur. Sadece 'güzel' yani kendileri için 'makul' buldukları şeyi destekliyorlar. Toplumlar olarak Kürt nüfusuna, yapılan tüm iyi ve kötü şeyleri itiraf etmeliyiz. İran'ın karşı karşıya olduğu ekonomik yaptırımlar nedeniyle, ırk ayrımcılığı ve ambargolar yaptırımlarının altında gerçekten acı çeken insanların çoğunluğunu Kürt nüfusu oluşturuyor. Fars nüfusunun erkek ve kadınları işe giren ilk kişiler olurken sonrasında bunu takip eden diğer azınlıklar oluyor. Yani Kürt nüfusun çoğu Kolber oldu. Kolber temelde İran-Irak sınırı arasında Fars nüfusu için sırtlarında lüks mallar taşıyan insanlar demek ve 4-5 kilodan bahsetmiyorum, yüzlerce kilogramdan bahsediyorum. Böyle söylediğimde kulağa çok saçma ve aşırı geliyor belki ama videoları görebilirsiniz. Ama şehirlere bakarsanız, Zagros arasındaki dağda sırtlarında büyük kutularla Fars sınırına ulaştıklarında Devrim Muhafızları onlara ateş etmeye başlar. Bu ağır yükleri taşıyanların ve vurulanların arasında kadınlar da var.
‘Susuzluk krizi’
Ortadoğu'nun karşı karşıya olduğu su krizine bakarsak da, bölgede mevcut olan su krizinin etkilerini yaşayan insanların çoğunluğu kırsal kesimlerdeki Kürt nüfusu. Kürdistan'da su yok diye susuzları ayaklandıran isyan eylemleri var. Neden su krizinden bahsediyorum, çünkü herhangi bir durumda ilk acı çeken kişi susuz kalan bir kadındır. Bir kadın regl dönemini susuz nasıl idare edebilir? Doğum yapmış bir kadının enfeksiyona yakalanma oranı artar. Her zaman ilk acı çeken kadınlardır. Sesim çıktıkça konuşacağım bölgedeki dini azınlıkları, tüm etnik azınlıkları bilinçlendirmeye çalışacağım. Fars topluluğuna da aynı sorumluluğu paylaşıp paylaşamayacaklarını sormak isterim. Farsların sorunuymuş gibi bunu ele almayın. Jîna Emînî'yi adıyla 'Jîna Emînî' olarak konuşun. Sadece kadın olduğu için değil, Kürt kadını olduğu için de ezildiği konusunda farkındalık yaratılmalı. İran’ın karşı karşıya olduğu gerçek sorunlar hakkında farkındalığı artırın. Tüm etnik azınlıkların tüm dini azınlıkların zulme maruz kaldığı gerçeğini vurgulayarak bunu yapın. Sadece içinde bulunmaktan memnuniyet duyduğumuz kısımları değil, tüm eşitsizlikler ve adaletsizlikler konusunda farkındalık yaratmak için sesimizi duyurmak görevimiz.
* “21.yüzyıl kadın yüzyılı olacak” deniliyor bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle uluslararası ölçekte muazzam bir sosyo-politik değişim görüyoruz. 21. yüzyılı kadın yüzyılı yapabiliriz ama tüm kadınlar birlikte çalışırsak, birbirimiz içinde örgütlenirsek ve hepimizin bize yapılanlar nedeniyle eyleme katıldığını kabul ederek bunu yapmalıyız. Kendi topluluğuma karşı nerede bir hata yaptım diye sormalıyız. Bunları inkâr edersek toplumu geliştirmek için ilerleyemeyiz. Nerede yanlış yaptığımızı kabul etmemiz gerekiyor ve bu, güçlü konumlardaki kadınlardan kazanç sağlayan ancak kadınları desteklemeyen kadınlar olduğu anlamına geliyor. Bunları kabul etmemeliler. Çünkü etmezseniz, kapılardan girişleri tutarak, 'öteki' dediğiniz kadınların bu pozisyonlara girmesini ve kadınların gerçekten savunuculuk yapmasını engelliyorsunuzdur. Yine görev, tüm gruplara, tüm kadın gruplarına, diğer etnik kökenleri kabul eden, dinleri kabul eden, çoğulculuğu kabul edenlere düşüyor. Gördüğümüz şey, Abdullah Öcalan, Kürdistan'ın diktatörlükten tamamen kurtulmasının ilk adımının Rojava'da, yani Kürdistan'ın batısında olacağını teorileştirdi. Buna şahit olduk, onları Kobani'de, Ramalan'da ve Shangal'da mücadele ederken gördük. Bu bir gecede olmadı, zamana yayılarak gerçekleşti ve bu, tanımamız ve kabul etmemiz gereken bir şey.
‘Kadınlar Rojhilat’ta yüzyıllardır savaşıyor’
Tüm kadınlar için mükemmel olan bir teoriyi bir gecede bulmadık, bu tecrübe gerektirdi, çok zahmet çekildi, yanlış yönetimlere çarptık. Rojhîlat'ta kadınlar yüzyıllardır savaşıyor. Orduları yönettiler, kabilelere önderlik ettiler. 60'ların başında partilere katılan, Komala'ya katılan kadınlara bakabiliriz, kurulan tüm bu küçük siyasi gruplara bakabiliriz. Yavaş yavaş farkına vardığımız şey, aslında ataerkil toplumlardan gelen bu kadınları bilinçlendirmeye odaklanmamız gerektiği, çünkü uzun süredir kendi seslerinden mahrum bırakılıyorlar. Kadınları öylece koşulların içinden çekip çıkaramaz ve onların sonrasında ne yapacaklarını bilmelerini bekleyemezsiniz. Öncelikle kim olduklarını bilmeleri, nereli olduklarını bilmeleri, geçmişlerini bilmeleri gerekiyor. Baskının nasıl göründüğünü temelinden bilmeliler. İşte bu anlamda jineloji, Rojava'daki kadınlara güç verilmesini değil, toplumda söz talep etmek için iktidarı almasını sağlayan temel bir yapı sunmuştur. Bunun uluslararası düzeyde bir etkisi olduğu açık. Çünkü İran'daki kadınlar şimdi 'Zen zendegi azadî' diyorlarsa, bir şekilde etkilenmişlerdir. Büyük küçük etkisi fark etmeksizin gördükleri o ideolojiden belki bir kesit, belki de sadece Sakine Cansız'ın bir resmini görmüş, belki Jin'in çalışmasıyla ilgili kısa bir makale gördüler ama ondan etkilendiler ve onun bir parçası olmak istediler. Öcalan buna üçüncü bir yol diyor. Çünkü bu komünizm değil, bu kapitalizm değil, bu liberalizm değil, bu olaylara bambaşka bir bakış açısı sunuyor ve böylece bu etkiye, uluslararası bir izleyici kitlesine ulaşmak için bu kapasiteye sahip oluyoruz.
“Bu dünyayı çokluğumuzla zenginleştirin, kültürlerimizin, dillerimizin, çoklu kimliklerimizin dünyasını zenginleştirin.”
*Son olarak mesajınız nedir?
Fars bölgesindeki kadınlara tüm kadınları kimlikleriyle tanımalarını çünkü dünyadaki kadınların, kadınları çoğul olarak tanıdığını ve bizimle çalıştığını söylerdim. Bu dünyayı çokluğumuzla zenginleştirin, kültürlerimizin, dillerimizin, çoklu kimliklerimizin dünyasını zenginleştirin. Dünyayı bunlarla zenginleştirmeli ve sosyo-politik yarımküredeki değişimden yararlanmamız gerekiyor. Birlikte çalışabilmemiz ve tüm önyargıların, ayrımcılığın üstesinden gelmemiz gerekiyor. Birlikte çalışarak 21. yüzyılı bir kadın devrimi yüzyılı yapabiliriz.
YARIN: Kadın yüzyılının yolu mücadeleleri birleştirmekten geçecek