Duvarları aşan nameler (4)
- 09:04 17 Kasım 2022
- Dosya
Yalnız değiliz, yalnız değilsiniz
Dilan Babat
ANKARA - Tutsak TJA aktivisti Ayla Akat Ata, 25 Kasım için kadınlara şu satırlar ile sesleniyor: “Yalnız değiliz, sesimiz olduğunuzu biliyoruz. Yalnız değilsiniz. Dört duvar arasında da olsak ‘Jin Jiyan Azadi’ demeye, ‘Demokratik çözüm ve toplumsal barış’ demeye devam ediyoruz.”
“Jin jiyan azadi” felsefesinden aldıkları güç ile 25 Kasım’a yürüyen kadınlar, adım adım dünya kadın devrimine yaklaşıyor. Bu dosyamız ile kadın devrimi için mücadele yürüten ve bu yüzden de erkek-devlet tarafından tutsak edilen kadınları dinliyoruz. Siyasetleri, haberleri ve kadın çalışmaları ile erkek-devlet şiddetinin hedefi olan tutsak kadınlardan Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Ayla Akat Ata, kadınlara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden kaleme aldığı yazı ile sesleniyor.
Tutsaklık nedeni kadın çalışması yapmak
Şimdilerde yüzlerce yıllık hapis cezası istemi ile yargılanan Ayla Akat Ata, avukat kimliğinin yanı sıra siyasetçi ve kadın hakları aktivisti kimliği ile de tanınıyor. Bugüne kadar Kürt kadın hareketi ve insan hakları alanındaki birçok çalışmada yer alan Ayla, 20 Şubat 2018’den bu yana tutsak bulunuyor. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Kongreya Jinên Azad (KJA) Sözcülüğü yapan Ayla’nın tutukluluk nedeni ise eylem ve etkinliklerde yaptığı konuşmalar ve kadın çalışmaları olarak gösteriliyor.
Şimdi sözü Ayla Akat Ata’ya bırakıyoruz.
“Merhaba Sevgili Kadınlar!
Diktatörlük zulmüne karşı mücadele ederken, tecavüz edilip vahşice öldürüldükten sonra cesetleri bir uçuruma atılan üç kız kardeşin, Mirabal Kardeşlerin anısına saygı ve yaşadıkları dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir daha yaşanmasın diye ‘kadına yönelik her tülü şiddetle’ mücadele ve dayanışma iradesiyle; duygu, düşünce, söylem ve eylemde 25 Kasım’da dünya coğrafyasında alanlarda ya da salonlarda olacak, bedel ödemeyi göze alarak, ‘şiddete hayır!’, ‘uygulayanlara dur’ diyecek kız kardeşlerimi sevgi ve özlemle kucaklıyorum.
Fizikken aranızda olmasak da, düşünen, farkında olan, itiraz eden, üreten, örgütleyen ve bu nedenle devlet kaynaklı şiddetin öznesi olmuş kadınlar olarak haksız ve hukuksuzca tutulduğumuz cezaevlerinde ve yargılandığımız mahkeme salonlarında sesimizi sesinize katacağız.
Savaş ve çatışmaların yaşandığı hatta nükleer savaş ihtimalinin sorumsuzca yüksek sesle ifade edildiği, Doğu-Batı bloğunun keskinleştiği, popülist liderlerin yönetimleri ile diktatörlüklere kapı aralanan ve var olan diktatörlerin güçlerinin tahkim ettiği, ‘Demokrasi, İnsan Hakları ve Eşitlik’ kavramlarının, bu değerlere inanmayan, yok sayan ve böylelikle zarar verenlerin dilinde ve eyleminde anlamını yitirdiği dünya gerçeği; bizler için bira arada olmayı, şartlar ne kadar zorlayıcı olursa olsun bir arada durmayı ve savaşsız, sömürüsüz, özgürlük ve eşitliğin hakim olduğu bir dünya ve ülke için, birlikte üretmeyi zorunlu kılıyor.
Geçmişte neler yaşandığını, bugün ne ile karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Egemenler, karar vericiler kabul etmekte zorlansa ve zulümle etkisizleştirmeye çalışsa da, bu dünyada susmayan, korkmayan ve itaat etmeyen kadınların dünyası aynı zamanda.
Özel alanlarımızda yaşadığımız şiddetin kaynağında, toplumda makro düzeyde yaşanan şiddetin, çatışma ve savaşların olduğunun farkındayız. Eril sistem ve düzen, aramıza harcı milliyetçilik ve militarizmle konulan duvarlar örtmeye çalışsa da birbirimize, elimizi uzatacak sevgiyi, çektiğimiz acılara yaşadığımız yıkıma rağmen, içimizde taşıyoruz. Kadına yönelik şiddet politiktir diyoruz. Sınırı yok kadına yönelik şiddetin. Evde, okulda, iş yerinde, sokakta, gözaltında, cezaevlerinde karşılaşıyoruz. Her kültür ve etnisite içerisinde görüyor, her sınıf ve statü içerisinde yaşıyoruz. Yasa koyucuların, caydırıcı düzenleme yapma konusundaki gönülsüzlüklerine, uygulayıcıların cezasızlık sonucu doğuran kararlarındaki rahatlık ve sorumsuzluklarına tanıklık ediyoruz.
Kutsal olanın ve korunması gerekenin kadın ya da erkek insanın, insan olmaktan kaynaklı temel hak ve özgürlükleri olduğunu; bizi insan olarak değil ‘kadın’ olarak gören; yaptığımız işi, sahip olduğumuz düşünceyi, giyimimizi, yaşantımızı, şiddetin gerekçesi sayıyor. Hak edip etmediğimize karar verme yetkisini kendisinde görerek, gücünü kadın ve kız çocuklarını aile içerisindeki geleneksel rollere hapsetmek isteyen siyasi anlayıştan alan kişi zihniyet ve sistemle sorunumuz var. Kabul etmiyor, kaderimiz değil diyoruz.
‘Belki bize en yakın şey ölüm ama beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğim’ diyen Maria Mirabal’ın cesaretine.
‘Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı, kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü’ diyen Minevra Mirabal’ın kararlılığına,
‘Çocuklarımızın bu yolsuzluk ve zorbalık rejiminde büyümesine izin veremeyiz. Buna karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyi vermeye hazırım. Gerekirse hayatımı da’ diyen Patria Mirabal’ın azmine sahip kadınlar, dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı gerçeklikler içerisinde verdikleri mücadele ile umudun kendisi oluyorlar.
İran’da Jîna Emînî’nin ‘ahlak polisi’ tarafından katledilmesinin ardından başörtülerini yakarak, ‘Saç yoksa günah da yok’ deyip saçlarını keserek rejimin yasaklarına en anlamlı cevabı veren ve arkasında milyonların itirazı ile sokaklarda dans eden kadınlarla büyüyor bugün ‘Jin jiyan azadî’, ‘Kadın yaşam, özgürlük’ iddiası.
Ve bizler ‘Kobanê Kumpas Davası’nın kadın tutukluları, fikrimizin firarda olduğunu mahpusa sığmadığını ifade ediyoruz her fırsata. Düşünmeye ve üretmeye devam ediyoruz.
Düşünmek diyorum...
İnsan olmanın farkını ortaya koyan temel ve belirleyici eylem.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın iktidarların korkulu rüyası; tehlikeli.
Bilinen, bilinmeyen; insanlığa mal olan olmayan anlatılanların konusu.
Beraberinde getirdikleri ile taşınması ağır bir yük.
Hafifleten ise kendini bilmek ve insan kalmaktaki ısrar.
Değil mi…?
Goethe’nin ‘Geçer gider yeryüzünde/En güzel nimetler bile. Zamanı aşan düşüncelerimizle/Yaptığımız etki düşüncelere/Bir tek o vardır, o kadar sonsuzluğa’ dizeleri anlatmaz mı bize, bedel ödemeyi gerektirse de düşünmeye devam etmek gerektiğini.
Yalnız değiliz, sesimiz olduğunuzu biliyoruz. Yalnız değilsiniz. Dört duvar arasında da olsak ‘Jin jiyan azadî’ demeye, ‘Demokratik çözüm ve toplumsal barış’ demeye devam ediyoruz.”
YARIN: Mezopotamya Ajansı Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden yazdı.