Hêlîn mucizesi: Her bir günce bir aşk-ı hayat
- 09:09 9 Kasım 2022
- Kültür Sanat
HABER MERKEZİ - Hêlîn Murat’ın dağlardaki 20 yıllık yaşam ve mücadelesini anlatan günlükleri Newaya Jin gazetesi tarafından “Her bir günce bir aşk-ı hayat” adıyla kitaplaştırıldı. Kitabın önsüzünü kaleme alan arkadaşı onu bir “mucize” olarak tanımlıyor.
Nisan 2017’de Türkiye'nin gerçekleştirdiği hava saldırısında yaşamını yitiren YJA STAR Askeri Konsey ve PAJK Yürütme Konseyi Üyesi Hêlîn Murat’ın (Nurten Kılıçarslan) güncesi Newaya Jin gazetesi tarafından derlenerek yayına hazırlandı. “Her bir günce BİR AŞK-I HAYAT” adıyla Meyman Yayınevi tarafından basılan kitap, Hêlîn’in 1998-2016 yılları arasında yazdığı 5 günlüğün toplamından oluşuyor. 366 sayfadan oluşan kitapta iki de öykü bulunuyor.
Hêlîn, 1998 yılında Şam’a PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yanına gidişiyle başlamış günlük yazmaya. Hêlîn için 20 yıl Kürdistan devrimine tüm hücreleriyle ödünsüz katılan bir devrimci demek abartılı olmaz. Bir sevme biçimi ancak bu kadar yaşamının her saniyesine sinebilir. Dağların özgürleştirici gücünden öyle bir beslenmiş ki aradan geçen yıllar onu bir ermişe-aşığa dönüştürmüş.
Bir nefes…
O hissedişlerini bizim fakir cümlelerimiz karşılamaz belki, o yüzden yoldaşı Pelşin Koçgiri’nin Önsöz’deki güçlü kalemiyle başlayalım:
“Her şeyin terazi kefesinde tartıldığı, toplumsal tüm değerlerin kan göllerinde boğulduğu günümüz dünyasında iyiyi, güzeli, doğruyu arayan ve bunu tüm yaşamlarında temsil etmeye çalışan Hêlîn gibi yoldaşlar gerçek anlamda mucizedir. Elinize aldığınız günlük, onun rengarenk kişiliğinden taşanlardan bir parça sadece. Bir izdüşüm... Ancak gönül gözünden bakmasını bilenler için kocaman bir dünya. Kendini sorgulamak, duygularını, düşüncelerini tartarak doğruya ulaşmak için bir mihenk. Bu günlükler Hêlîn arkadaşın aşığı olduğu dağ dorukları ve orada milyonlarca yıldır bir şekilde devam eden yaşam özünden insanların bulunduğu her yere yönelen bir nefes.”
Yoğun hissediş…
Kitabı okumaya başlayınca yoldaşı Pelşin’in ‘Hêlîn mucizesi’ dediği mucizenin gerçekleşmesine adım adım tanıklık ediyorsunuz.
Toprağı-kokusunu, yaprağı-envai renklerini, karıncayı-karıncanın bilincini, rüzgarı, bulutları, karın kokusunu, mor kayaları, kuşları, böcekleri, dereleri, tepeleri, çeşmeleri… Yoldaşlığı, bilimi, tarihi ve en önemlisi de özgürlüğü öyle bir hissetmiş ki; böyle bir hissediş daha önce keşfedilmemiş sanırsınız. ‘Ne mutlu ki bunu dillendirecek anlatım gücü varmış’ düşüncesi yokluyor aklınızı ve şükrediyorsunuz.
Hêlîn; gecelerce tarih, ekoloji, bilim ve felsefe kitapları okumuş. Şilili büyük şair Pablo Neruda’dan Shakespeare’e, Nietzsche’den Yaşar Kemal’e, Mehmet Uzun’dan Murray Bookchin’e, Nazım Hikmet’ten Sokrates’e…
Kuantum fiziğine kafa yormuş. Anlatabilmek için iyi anlamak gerektiğine inananlardan. Titiz, kılı kırk yaran… Zira yıllarca dağlarda eğitmenlik yapmak, önce kendini eğitmek demekti.
'Hepimiz yıldızlardan geldik'
Evren ve çeşitlilik üzerine okumalar yaptığı 2005 yılının Eylül ayında Qendîl Dağı’nın bir yamacında şöyle yazmış defterine:
“Şu evrendeki her şey aynı kökene sahip; hamuru aynı. Başka bir deyişle, her birimiz aynı evrenin malzemelerinin ürünüyüz. Ve tüm zamanların ruhunu taşıyoruz. Nasıl ki evren anlaşıldıkça insan anlaşılıyorsa; aynı şekilde bir atomun anlaşılması da evrenin ya da insanın anlaşılması anlamına geliyor… Tüm evrenin malzemesinin küçük bir nokta patlamasından çıktığını düşünmek akıl sınırlarını zorluyor olabilir. Ama şimdilik bilimin bu teorisinin en çok kabul gören izah olduğunu da inkâr edemeyiz. Bir bilim insanının dediği gibi; ‘Hepimiz yıldızlardan geldik.’ Bence bu söz öz itibari ile yanlış bir söz değildir.”
‘Yağmurların sesinde gizli gerçekliği ne kadar hissediyoruz?’
Uzun uzun evren ve doğanın sınırsızlığının insanın özüne katkısını sorgulamış. Yaşam ve doğanın ayrımına varmayan insanın mekanikleşerek kendi felaketine yürüyeceğini taa o günlerden öngörmüş:
“Merak edilen soru, evren neden kendini düşünme ihtiyacı duymuştur? Her bir insan, gerçekliğe ulaşmaya çabalarken acaba özünde evrenin gizi mi çözülüyor? İnsanda gerçekleşen, evrenin dile getirmek istedikleri midir? Tüm bunlar tartışılıyor. Doğanın sınırsız çeşitliliğini görebilmek, her bir insanın değerini bilmeye, dolayısıyla düşünce farklılıklarını hoş görmeye ve demokratik bir bakış açısına yol açacaktır.
…İlk insan topluluklarının doğa ile olan bağı çok güçlü. Kendilerini yaşatan her şeye büyük bir saygı duyuyorlar. Ama ne yazık ki günümüzde kendi bindiği dalı kesen bir anlayış söz konusu. Birçok insan akan suyun sesini bile duymaz. Ya da serin esen bir rüzgârı hissetmeden geçip gider. Bir taşın renklerine, çatlaklarına dikkat etmediği de olur. Yağmurların sesinde gizli gerçekliği acaba ne kadar hissediyoruz? Tüm bunların ayrımına varmadan yaşayıp gitmek korkunç bir durum. Doğayla her gün bağını geliştirmemek insanlığı bencilliğe ve kötülüğe daha da yakınlaştırıyor diye düşünüyorum.”
Adım adım Kürdistan…
Doğaya-kadına yaklaşımı iyilikle eş değer görmüş ve adalet terazisinin şaşmasına asla izin vermemiş. Yolunu ve dağları öyle çok sevmiş ki; Güney Kürdistan dağlarının bazılarını adeta adım adım gezdirmiş satırlarında. Bradostları, Qaşura’daki Qela Qumri’yi, Kêşan’ı, Garê’nin Qela Babil’ini, Metîna’nın Asuri köylerini, Haftanîn’in Keldanî köylerini, Xabûr’u, Zap’ı, Lolan’ı, Zendura’nın heybetini, Xinêrê’yi, Xakurkê’yi, Zagrosların Asuri ve Ermeni köylerini, Perîxanê Kalesi’ni, Cilo’yu ve diğer onlarca tarihi yer ve mekanı öyle güzel dile getirmiş ki o adımları o değil siz atmışsınız, o terleri o değil siz dökmüşsünüz hissine kapılıyorsunuz. Êzidîlerin kutsal mekanı Laleş’e yaptıkları gerilla yürüyüşünü anlattığı uzun yazıda çöl sıcaklığını hissediyor, gayri ihtiyari etrafta oluşan tozları savuşturmaya çalışıyorsunuz.
Yaşayan, şehit düşen yoldaşlarını hiç ihmal etmemiş Hêlîn. Kim gönlüne girmişse, onun adalet terazisi eşitliği bozmayan herkese yer vermiş o yüce yüreğinde.
Kendini gerçekleştirme
Dağlarda yaşarken dağları yaşamak gerek. Hêlîn, dağı önce kalbinde yeşertti. Sonra yeşerttiği dağı, dağın kalbine ekti. Kalplerdeki dağ ile dağın kalbi birleşti. Özgürlük ezgisi işte tam da orada başladı. Buna ‘kendini gerçekleştirme’ dedi Hêlîn. Zor’un güzelliğine tanıklık etti yüzlerce kez! Ama yine de zor’u sevdi. Çünkü zor’a çok bedel vermişlerdi. O duyguları, 2007 yılının Mart ayında şöyle dile gelmiş:
“Yaşam eğer onurlu ve özgürlük anlayışı içerisinde kendini gerçekleştirmiyorsa, ne anlamı var ki? Dağlarda olmanın değerini her zaman derin hissetmişimdir. Ama son dönemlerde bunu daha derin yaşıyorum. Bu dağlarda hiçbir şey kolay kazanılmadı. Binlerce şahadet… Kahramanlık… Milyonların yüreğine özgürlük tohumlarını ekmek kolay mı?”
İyi, güzel, adil…
Son söz yerine tekrardan Önsöz’e sığınıyoruz: “Özcesi, okuyacağınız günlüklerde çağımızın tüm hastalıklarına deva olacak bir mucizeye dokunacaksınız. Hêlînler şahsında açığa çıkan öze dokunmak tüm insanlık sorunlarının çözümü olmaktadır. Bunun için yapılması gereken tek şey gönül gözünden bakmasını bilmek. Ki bunun için de sol göğsün altındakinin iyiden, güzelden, haktan ve adaletten yana olması yeterli…”