İstanbul Protokolü nedir, neden önemli?
- 09:01 3 Ekim 2022
- Güncel
Derya Ren
DİYARBAKIR - “İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi” için hazırlanan İstanbul Protokolü’ne son süreçlerde uyulmadığını belirten Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Elif Turan, “Hekimler olarak acilde, kişi tutuklu ya da hükümlü ise bir uzmana getirildiğinde bu protokolü uygulamak zorundayız” dedi.
Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde tutulan tutsaklara yönelik hak ihlalleri her geçen gün derinleşirken, hasta tutsakların tedavilerinin yapılmaması tutsakların yaşamını yitirmesine neden oluyor. Cezaevlerinde tek başına yaşamını idame ettiremeyecek hasta tutsaklara Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından "cezaevinde kalabilir” raporu verilmesi Hipokrat yemininin tarafsızlık ilkesini akıllara getiriyor. Öte yandan hastanelere götürülen tutsakların elleri kelepçeli bir şekilde muayeneye zorlanması, elleri kelepçe ile sedyeye bağlanması, muayene esnasında askerin “güvenlik” bahanesi ile tutsağın yanında beklemesi gibi hak ihlalleri her geçen gün artmaya devam ediyor.
Bilindiği gibi işkence ve kötü muamele, insanlığın var oluşumundan bu yana bir savaş aracı olarak kullanılırken, buna karşı mücadelenin tarihçesi de bir o kadar eski. Uluslararası insan hakları örgütleri, savunucuları işkencenin ortadan kaldırılması için çok büyük mücadeleler etse de, devletli yapılar işkenceyi her zaman toplum üzerinde bir tehdit olarak kullandı. İşkence ve kötü muamelenin engellenmesi ve kayıt altına alınması için uluslararası çapta birçok sözleşme, yasa, bildirge, kılavuz hazırlandı. Bu kılavuzlardan biri olan İstanbul Protokolü, 1996-1999 yılları arasında 5 farklı ülkeden 40 örgütü temsil eden 75’ten fazla sağlık, hukuk ve insan hakları uzmanının üç yıllık araştırma ve analizlerinin toplamı sonucunda “İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi” için hazırlandı.
İşkencenin tanımını yapan ve belgelendirilmesi için BM tarafından onaylanan ilk uluslararası kılavuz olan İstanbul Protokolü’nün önemine ve uygulanma alanlarına dair Diyarbakır Tabipler Odası Başkanı Elif Turan değerlendirmelerde bulundu.
‘Hekimlerin işkenceyi belgeleme sorumluluğu var’
İstanbul Protokolü’nün, işkencenin etkili bir şekilde belgelenmesi ve raporlanması için bir rehber niteliğinde olduğunu söyleyen Elif, kişi özgürlüğünden alıkonulduğu esnada polislerin uyguladığı her türlü psikolojik, fiziksel kötü muamelenin işkence olarak değerlendirildiğini ifade etti. Elif, “İşkence ile ilk karşılaşan meslek gruplarından biri gözaltı birimlerinde avukatlar olurken, hastanelerde ise hekimler oluyor. Çünkü gözaltı giriş-çıkış muayeneleri ya da cezaevinde bulunan kişiler muayeneye getiriliyor. Ve o kişiler ile ilk temasa geçenler hekimler oluyor. Hekimin tedavi etme yükümlülüğü var bununla beraber işkenceyi belgeleme sorumluluğu da var” dedi.
‘Hekimlerin esas aldığı İstanbul Protokolü var’
Protokolün içeriğinden söz eden Elif, şunları söyledi: “Tokyo bildirgesinde, ‘hekim işkenceye dâhil olamaz, herhangi bir işkence yöntemi kullanamaz, işkence yapılmasına yardımcı olamaz’ ibaresi yer alıyor. Biliyorsunuz işkence ulusal ve uluslararası mevzuatta da mutlak yasaktır. Hiç kimseye işkence yapılamaz. Bundan kaynaklı işkenceyi önlemek ve belgelemek için hekimlerin esas aldığı İstanbul Protokolü vardır. İstanbul Protokolü gözaltı giriş-çıkışlarda, cezaevlerinden getirilen hükümlü-tutuklu muayenelerinde ya da kişinin kendisinin yaptığı bireysel başvurularda esas alınır. Hekimler olarak acilde, kişi tutuklu ya da hükümlü ise bir uzmana getirildiğinde bu protokolü uygulamak zorundayız.”
‘Muayene sürecinde üçüncü kişi bulunmamalı’
Hekimlerin bir yemini olduğunu hatırlatan Elif devamında, “Bizler mesleğe başlarken ettiğimiz yeminde hastamla arama hiçbir özelliğin girmeyeceğine deriz, ne olursa olsun hastanın ne tür suç işlediği bizi ilgilendirmez. Bizim yapmamız gereken onun tedavisini yapmaktır. Bununla beraber muayene sürecinde üçüncü bir kişinin bulunmaması gerekiyor, hastanın mahremiyetini gözetmek gerekir. Muayeneyi tepeden tırnağa yapmamız gerekiyor. Hastanın öyküsünü dinleyip, bulduğumuz ayrıntıları belgelendirmemiz ve bulduğumuz bulguları fotoğraflamamız gerekiyor. Yaptığımız konsültasyonları ve tetkikleri de tuttuğumuz rapora yazmalıyız. Tabi tüm bunların yanı sıra sadece fiziksel değil, ruhsal olarak etkilenmişse gerekli konsültasyonları yapmamız gerekiyor” diye ekledi.
‘Sağlığa erişim hakkı engelleniyor’
Bir tutsağın ya da gözaltında olan bir kişinin kelepçeli olduğu zaman tedavisinin doğru yapılamayacağını ifade eden Elif, “Eğer hastanın yanında kolluk kuvveti ya da gardiyan varsa onun çıkarılması gerekiyor. Kimi zaman güvenlik kaygısı gerekçe gösterilerek kolluk kuvveti hastanın yanında durmak istiyor. Eğer hekim kendisi de güvenlik kaygısı taşıyorsa o zaman yanında kişinin de rızası alınarak bir sağlık personeli bulundurulabilir. Muayene sürecinde yapacağımız her şeyi kişiye anlatmalı ve onamını almalıyız. Şu an cezaevlerinde sağlığa erişim hakkı da engelleniyor. Buna yönelik bize başvurular da geliyor. Ne yazık ki sağlığa erişim hakkı, bir işkence ve kötü muamele olarak kullanılıyor. Hasta mahpuslara Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin ya da heyetlerin ‘cezaevinde kalamaz’ raporlarına rağmen ATK’nin ‘cezaevinde kalabilir’ diye rapor verdiği kamuoyuna yansıyor” sözlerine yer verdi.
‘Tek yetkili merci ATK olmamalıdır’
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin ve heyetlerin görüşlerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulayan Elif son olarak şöyle konuştu: “Tek yetkili merci ATK olmaması gerekiyor. Çelişkileri ele aldığımız zaman ATK’nin evrensel hekimlik değerleri ile bağdaşmayan bir karar verdiğini görebiliyoruz. İşkence ve kötü muamele vakalarına acilde daha çok rastlandığı için oda olarak öncelikle acil hekimlerine İstanbul Protokolü’nü dağıttık. Mesleki etik değerlere göre hastalarının muayenelerini yapmak istediklerinde eğer bir sorun ile karşı karşıya kalırlarsa meslek örgütlerinin yanlarında olduğunu unutmasınlar. Her zaman gerekli desteği sunmaya hazırız.”