Savaşın maliyeti: Kadın ve çocuk katliamları, doğa talanı ve göçler…

  • 09:03 25 Ağustos 2022
  • Siyaset
 
Öznur Değer
 
ANKARA - İktidarın yürüttüğü savaş siyasetinin en çok kadın ve çocukları etkilediğini ifade eden HDP Kadın Meclisi üyesi Nilgün Salmaner, “Savaşın kadınlar üzerindeki en büyük etkisi kadına yönelik şiddet ve katliamların artması. Kadına yönelik şiddet ve katliamda normalin dışında yöntemlerin de olduğunu görüyoruz. Bu da özel harp politikalarının her yerde kadınlara yönelik uygulandığının göstergesidir” diyerek “savaşa hayır” denilmesi gerektiğinin altını çizdi. 
 
AKP-MHP iktidarı, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını son süreçlerde giderek arttırdı. 18 Ağustos’ta Til Temir ve Hesekê yolu üzerinde yer alan Şemokê köyünde bulunan bir okula yönelik gerçekleşen saldırıda 4 çocuk katledilirken, 11 çocuk yaralandı. Bir ay içerisinde yapılan saldırılarda 9’u çocuk ve 8’i kadın olmak üzere 39 kişi katledildi, 73 kişi ise yaralandı. Yanı sıra Kobanê başta olmak üzere 45’ten fazla köy tank ve obüslerle bombalandı. Mevcut tablo, savaşın en ağır sonucunun kadın ve çocuklara yönelik olduğunu gözler önüne sererken, kadınların savaşa karşı mücadelesi ise aralıksız sürüyor. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi üyesi Nilgün Salmaner, savaşın kadınlar üzerindeki etkilerini değerlendirdi. 
 
‘Efrin’de kadınlar sistematik olarak kaçırılıyor, tecavüze uğruyor’
 
Dünyanın her yerinde vesayet savaşlarının sürdüğüne dikkat çeken Nilgün, en yoğun ve uzun soluklu savaşın Ortadoğu’da ve “dört parça Kürdistan” üzerindeki savaşlar olduğunun altını çizdi. Bu savaşların iki taraflı maliyeti olduğunu vurgulayan Nilgün, “Bunlardan birincisi savaşın olduğu yerdeki yakıcı sonuçlar. Orada sivillere yönelik saldırılarda ağırlıklı olarak kadın ve çocukların yaşamlarını yitirdiğini biliyoruz. Diğer taraftan da Türkiye içerisinde savaşın kadınlara olan etkisini değerlendirmek gerekir. Sürekli olan bir savaşa Türkiye cephesinden bakıldığında savaşın son derece normalleştirildiğini, oradaki kayıpların, işgal edilen alanlarda kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve işkencenin görünmez kılındığını biliyoruz. Efrin’de kadınlar sistematik olarak ya kaçırılıyor ya da tecavüze uğruyor ve bunlar sonucunda kadınların intihara sürüklendiğini biliyoruz. İşkenceye dönüşen bir politika görüyoruz” şeklinde konuştu.  
 
‘Savaş kadınlara nasıl yansıyor?’
 
Okullara, hastanelere ve insanların bir araya geldiği mesire alanlarına atılan bombalar sonucunda da daha fazla çocukların hayatını kaybettiğini, yaralandığını ifade eden Nilgün, çocukların bundan sonraki yaşamlarını engelli olarak sürdürmek zorunda olduklarını dile getirdi. “Bütün bunlar olurken bu savaş Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına, kadınlara nasıl yansıyor?” diye soran Nilgün, “Her şeyden önce yoksulluk olarak yansıyor. Bugün itibariyle Türkiye’nin savunma sanayinin bütçesi bir trilyonun üzerinde. Bu, kayıt altındaki bütçe ama biz bu bütçenin örtülü ödenek ve farklı fon kaynaklarıyla çok daha yüksek olduğunu biliyoruz. Savaşa harcanan bu bütçenin bu coğrafyada yaşayan halklar ve özellikle kadınlar üzerindeki yoğun, yıkıcı etkisini de yoksulluk olarak görüyoruz” diye belirtti. 
 
‘Kadınların yoksullaşmasının en temel nedeni bütçenin savaşa ayrılması’
 
Kadınların yoksullaşmasının en temel nedenlerinden birinin bütçenin savaşa ayrılması olduğunun altını çizen Nilgün, 2022 yılı içerisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın iki konuk evi açtığını kaydetti. Kadına yönelik artan şiddet ve katliama dikkat çeken Nilgün, “Ama Türkiye’de kadınlara yönelik saldırıların ve cinayetlerinin de bir cins kırımı halini aldığını biliyoruz. Politikaların yetersizliğinin şiddet ortamını besleyen, buna karşı var olan yasayı bile hayata geçirmeyen ve İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldıran bir yapıdan söz ediyoruz. Bu kadar kadın korunmaya muhtaçken, son derece yetersiz sayıdaki sığınma evlerine sadece iki tane ekliyorlar. Bu da aslında bütçenin nereye gittiğinin ve esas ihtiyaç alanında bunun karşılanmadığının çok iyi bir göstergesi” dedi.
 
‘Seçim propagandasının alt zeminini oluşturmaya çalışıyorlar’ 
 
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yaptığı bir esnaf ziyareti sırasında “Şu anda Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurmaya çalışıyorlar. Biz de kurdurmamaya çalışıyoruz. Bir taraftan Türk Silahlı Kuvvetleri, bir taraftan da Özgür Suriye Ordusu, orada bir Kürt devleti kurdurmamak için ayrı ayrı mücadele ediyorlar” şeklindeki konuşmasını hatırlatan Nilgün, “Belli ki bir seçim propagandasının alt zeminini oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun altını özellikle çizerek kendi alanı dışında konuşma yetkisi alıp bunu deklare etmesi ve bu durumu çok net tanımlıyor. İktidarın nereden baktığını net olarak ifade ediyor. ‘Biz demokrasiyi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak için oradayız’ diyerek kendince hem uluslararası siyasete de hem de içeride kendine oy veren Kürtlere mesaj vermek istiyor. Ama gerçek olan, yıkıcı bir şekilde kendi kendini yönetebilecek bir paradigmayı hayata geçirme mücadelesi veren, tüm baskılara, savaşa, SİHA saldırılarına rağmen bir yandan da yeni yaşamı inşa mücadelesi veren insanlardan söz ediyoruz. Bunun öncülüğünü de kadınlar veriyor. Bu bize umut veriyor ama bir yandan da savaşın yıkıcılığını ve ne kadar anlamsız olduğunu ifade ediyor. Önce savaşa karşı çıkmamız gerektiğini, ‘militarizme hayır’ dememiz gerektiğini bize gösteriyor. Türkiye’deki tüm halkların ortak iradesiyle diliyle de ‘savaşa hayır’ diyebileceğimiz platformların olması ve bu sesi daha güçlendirmemiz gerekir. Yeni yaşamın orada filizlenmesi açısından da bizim öncelikle ‘savaşa hayır’ dememiz gerekiyor” sözlerine yer verdi.  
 
‘Savaşın kadınlar üzerindeki etkisi kadına yönelik şiddet ve katliamların artması’
 
Savaşın kadınlar üzerindeki bir diğer etkisinin ise kadına yönelik şiddet ve katliamların artması olduğunu vurgulayan Nilgün, “Savaşın aracı olan askerlerin geri döndüklerinde uyum sağlayamamaları, artan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin altında yatan bu travmaların yansımasının doğduğunu görüyoruz. Son dönemlerde baktığımız zaman kadına yönelik şiddet ve katliamda normalin dışında yöntemlerin de olduğunu görüyoruz. Elektrik telleriyle elektrik vermek ya da imha etmek, bedenini yok etmek gibi… Sadece öldürmekle kalmıyor, öldürdükten sonra da bedene şiddet uyguluyor. Biz bunların savaş alanlarında kullanıldığını biliyoruz. Bu da özel harp politikalarının her yerde kadınlara yönelik uygulandığının göstergesidir” ifadelerini kullandı. 
 
‘Savaşın bir diğer boyutu göçmenler’
 
Savaşın bir diğer boyutunun göçmenler olduğunu dile getiren Nilgün, siyasi arenada göçmenlerin bütün devletler açısından bir araç olarak kullanıldığına işaret etti. Nilgün, “Devletlerin birbirini ikna etme, parmak sallama ve üzerinde alışveriş yapma noktasında da ne yazık ki göçmenler kullanılıyor. Göçmenlerin büyük çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğunu biliyoruz. Tüm bunlar savaşın ne kadar tahrip edici olduğunu gösteriyor” dedi.
 
‘Doğanın tahribatı da savaşın sonuçlarından’
 
Doğanın tahribatının da savaşın sonuçlarından olduğunu ifade eden Nilgün, doğa tahribatından da ilk olarak kadın ve çocukların etkilendiğini vurguladı. Kadınların günlük hayatlarını idame ettirebilmek için ektikleri meyve ve sebze ortamlarının yok edildiğini kaydeden Nilgün, “Suları, havaları kirleniyor. Çok bilinçli bir şekilde ormanlar yakılıyor ve kökünden kaldırılıyor. Ormanın içinde ekini toplayan, ormandan geçimini sağlayan kadınların da geçim kaynağının ve üretiminin önü kesiliyor. Savaşın tahribatlarını dört bir yanından net bir şekilde görüyoruz. Sadece kırsal alanlarda değil, şehirlerde de hem göç eden insanların, iç göç de dahil olmak üzere, nefes alabilecekleri alanların dahi olmadığını görüyoruz. Savaşın normalleştirilmesi, işgal alanlarının çok ciddi anlamda Türkiye’nin yeni ilçe ve beldeleri gibi tanımlanması, oralarda demografinin değiştirilmesi, orada yaşayan insanların oradan çıkarılıp belli hatlara sıkıştırılması… Onların yerine gelenler de geride kalanların üzerinden tüm devlet kurumlarının birer izdüşümünün orada kullanılması, para biriminin kullanılması, sanki Türkiye’nin bir kasabası gibi oraların yönetilmesi, anadil haklarından mahrum kalması ve ne yazık ki bunların görünmemesi savaşın ne kadar gerçek olduğunun göstergelerinden. Tüm bunlar, bu coğrafya içinden tam olarak algılanmıyor” diye belirtti. 
 
‘Kadınlar savaşa karşı net bir duruş sergiliyor’
 
Kadınların savaşa karşı net bir duruş sergilediğini dile getiren Nilgün, kadınların yürüttüğü mücadeleye, kadınların önlerine savaşa karşı mücadeleyi ve ona dair yol haritası koymasına dikkat çekti. Dış siyasette de savaşın maliyetinin çok iyi anlatılması gerektiğinin altını çizen Nilgün, “Ortadoğu’da bir koalisyon var. O koalisyon hava sahasının kapatılması noktasında bir yaptırım uygulamıyor. En büyük sıkıntılardan biri de SİHA’ların her yerde uçması. Buralardan baktığımız zaman çok daha büyük uluslararası bir kamuoyuna ihtiyacımız var. Bu sancıyı yaşayan ülkelerle dünya kamuoyuna bir çağrıda bulunmak lazım. ABD ve AB’nin ne yapacağı belli olmaz. Mevcut iktidar dış politikada kaypak bir zeminde davranıyor. Farklı kutuplara farklı mesajlar vererek, kendinden ödünler vererek kendini dış politikada yaratmaya çalışıyor. Verdiği ödünlerin de kapalı kapılar ardından yürütüldüğü için ne olduğunu bilemiyoruz” şeklinde konuştu. 
 
‘Savaşın ne demek olduğunun tartışılması lazım’
 
Tezkereye “evet” diyenlere savaşın maliyetinin anlatılması gerektiğine işaret eden Nilgün, bunu anlatabilecek, ortaklaşabilecek alanları da açarak çağrı yapılması gerektiğini ifade etti. Nilgün sözlerini şöyle sonlandırdı: “İdlib ve Efrin’in bugüne kadar çok seslendirilmediğini ama orada ciddi anlamda savaş mağduriyetlerinin yaşandığını ve her seferinde de muhalefetin bunu görmezden geldiğini, her tezkereye onay vererek olanları yok saydıklarını görüyoruz. Sınırların genişlemiş olmasının eski devlet aklının sürdürülebilirliği noktasındaki kabullenmişlikle de tezkerelere evet dendiğini düşünüyorum. Özellikle parlamento içerisinde üst üste askeri ve insani yardımlar adı altında yasalar geçiyor. Bu yasaların ne olduğuna iyi bakılması lazım. Çünkü biz biliyoruz ki, insani yardım adı altında girilen yerlerde hem o ülkenin ekolojisine zarar verildiğini hem de SİHA satışları olduğunu biliyoruz. SİHA satışları, zayıf olan yapılar içerisinde devletlerdeki hassas noktalarda çok rahat kullanılabiliyor. Savaşı başlatan, var olan savaşı daha da ilerleten araçlar haline dönüşüyor. Bu nedenle de ilk önce parlamento içerisinde savaşın ne demek olduğunun tartışılması lazım. ‘Savaşa hayır’ denilebilecek ortak bir hat izlenmesi lazım.”