HDP’li Dilşat Canbaz: Karanlık ve tecritten çıkış kadın mücadelesidir

  • 09:02 5 Kasım 2021
  • Siyaset
 
Marta Sömek
 
İSTANBUL - Kadınlar üzerindeki tecridin İmralı’dan bağımsız olmadığına dikkat çeken HDP İstanbul Milletvekili Dilşat Canbaz, “İmralı’daki tecrit kırılırsa Türkiye’nin de bir nefes alabileceğini o zaman göreceğiz. Bugün eğer biz konuşmazsak, üretmezsek, hele bir de Kürt kadınlar olarak içerisinde yer almazsak, Türkiye daha büyük bir karanlığa gidecek, karanlığın çıkış noktası kadın mücadelesi” dedi.
 
Bölgedeki özel savaş politikaları arasında çocuk ve kadınların asker ile polisler tarafından tacize, tecavüze uğraması yer alırken, son zamanlarda fuhuş ve uyuşturucuya sürüklenen gençler ile kadınlara ilişkin haberler de artmış durumda. Batman’ın Beşiri ilçesinde yaşayan ve geçtiğimiz yıl intihar girişiminde bulunduktan sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren 18 yaşındaki İpek Er’in uzman çavuş Musa Orhan tarafından Siirt'te tecavüze uğradığı ortaya çıkmıştı. Yine geçtiğimiz hafta Van’da görev yapan uzman çavuş Talip K.’nin lise öğrencisi iki çocuğa tecavüz ettiği öğrenilmişti.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Dilşat Canbaz ajansımıza, bölgedeki özel savaş politikaları, başta İmralı tecridi olmak üzere kadınlar üzerinde uygulanan tecrit ve asimilasyon politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Savaş politikaları, erkek devlet şiddeti ile yaşanıyor’
 
“Kürdistan’da yaşanılan sorun yeni değil” diyen Dilşat, özel savaş ve işgal politikalarının 1990’lı yıllardan beridir var olduğuna belirtti. O dönemlerde Dersim’de, Batman’da ve çok fazla kentte birçok genç kadının intihar ettiğini hatırlatan Dilşat, “Munzur Üniversitesi kurulmadan önce özel harekatın, polisin, uzman çavuşun eliyle kadınlara yaklaşımda, taciz meseleleri, köy boşaltmalarıyla, göçe zorlanmalarla ve bir sürü politikayla Kürdistan’a yerleştirilmiş ve o imha, asimilasyon meselesi tam da devletin kendi eliyle erkek devlet şiddeti dediğimiz meseleyle yaşanıyordu” dedi. Dilşat polisin, askerin, muhtarlar ile beraber korucuların ve memurların da bir bütün olarak savaş ve işgal politikasından bağımsız olmadığına işaret etti. Her bölgede farklı bir politika uygulandığını belirten Dilşat, “Batman’da İpek Er, Dersim’de Gülistan Doku meselesi bunların en büyük örnekleri ve bu iktidarın, devletin, yönetimin, erk aklın anlayışı batıda daha farklı bir politikayken Kürdistan’daki politika ise tam da buna yönelik” ifadelerini kullandı.
 
Kürt ve kadın kimliği…
 
Uyuşturucu, fuhuş ve çocuk istismarlarının genç kadınlar ve öğrenciler üzerinden uygulandığını aktaran Dilşat, Gülistan Doku’ya, İpek Er’e, Van ve Diyarbakır’da yaşanan cinsel istismara işaret etti. Dilşat devamında ise, “Biz kadın olarak Kürdistan’da hem Kürt kimliğimizden hem de kadın kimliğimizden doğru savaş politikasının ‘mağduriyetini’ iki kez yaşıyoruz. Çünkü bedenimize dair Cizre’de, Sur’da evler basıldığında devletin temsili askerleri, özel harekatın cinsiyetçi küfürleri ya da evin içerisindeki kadın kıyafetlerine yönelik yaptıkları Kürdistan’daki Kürt kimliğimizden bağımsız bir şey değildi. Öfkelerini ve nefretlerini üzerine cinsiyetçilik de ekleyerek, kadına yönelik özel savaş politikalarını gençlerin, kadınların ve çocukların üzerinde uygulamaları kaçınılmaz oluyor” vurgusunu yaptı.
 
‘Tecridin yansımasını kadınlar derin hissediyor’
 
Dilşat, kadınlar üzerindeki tecridin 22 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağır tecritten bağımsız olmadığını belirterek, şunları ifade etti: “Bütün cezaevleri İmralı’dan bağımsız değil, artık açık cezaevinde yaşıyoruz. Tecridin kendisi bizi bir bütün sarmalamış durumda, cezaevlerinde kadınlara yaşatılan, gözaltından cezaevine girişe ve arama noktalarında, içeriye giriş aramalarında ya da kadınların özel malzemelerinin alınmasında bile ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin ve tecridin yansımasını kadınlar derin hissediyor.”
 
‘İmralı’daki tecridi kırılırsa bir nefes alabileceğiz!’
 
Dilşat, tecride ilişkin şu aktarımlarda bulundu: “Sahada etrafınız bir bütün polis ablukasıyla sarılıyor, konuşmanıza izin verilmiyor, polisin kalkanı, basını kapatıyor. Tecrit tam da buradan başlıyor, sizin sesinizi kitleyle kesmeye çalışıyorlar, İmralı tecridiyle Türkiye’deki tecridi birleştirebilmek, anlamak da tam olarak buradan başlıyor. Cumartesi Anneleri aslında tecridin kendisi, bugün Galatasaray Meydanı polis barikatıyla kapalı ve alana giriş yapılamamasının nedeni de tecridin kendisidir. İşçi sokağa çıktığında etrafını patron, polis ve özel güvenlik sarıyor, işte tecridin kendisi. Tüm bunlar birbirinden bağımsız değil, İmralı’daki tecrit kırılırsa Türkiye’nin de bir nefes alabileceğini o zaman göreceğiz. Bugün gazetelerin cezaevine gönderilmemesinin, avukat ve aile görüşünün kısıtlı olmasının, her tarafta kongreler, mitingler yapıp sokakta cami açılışları yapılırken cezaevlerinde hala kapalı görüş yapılıyor ve bunun adı pandemi oluyor. Her gün yan yana kalabalık bir güruhla cumhurbaşkanı, bakanlar her yerde açılışlar yapıyorlar ama cezaevlerinde tecrit ve asimilasyon politikası en derinden hissedilen yerlerden. Bunların hepsini kırabilmek ve iyi anlayabilmek için önce sahadaki, sokaktaki tecridi iyi görebilmemiz lazım.”
 
‘Fikirlerimizden dahi korkan bir erkek iktidarla karşı karşıyayız!’
 
Kürt siyasetçilere siyaset yapmayı yasak gördüklerini, konuşmalarından ve fikirlerinden dahi korkan bir erkek iktidarla karşı karşıya olduklarını söyleyen Dilşat, Tevgera Jinên Azad (TJA) Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan’a verilen 30 yıl hapis cezası örneğini vererek, “30 yıllık bir mücadele, 30 yıllık hapis cezasıyla bir cezalandırma politikasıydı bu aslında. Yine Leyla Güven bunun en büyük örneklerinden biri, siyaset yapıyorsanız ve alandaysanız bunun bir karşılığı var. Kürt ve kadınsanız iki katı ayrımcı bir dil ve cezalandırma yöntemi uygulanıyor. Çünkü fikirleriniz ve diliniz çok tehlikeli, bunu bir de kadın ve örgütlü kimlikle buluşturduğunuzda daha tehlikeli olarak görülüyor. Cezalandırma politikası da 30 yıllarla, ağırlaştırılmış müebbetlerle, gözaltılarla, tutuklamalarla ve gözaltındaki cinsel saldırılarla beraber birçok şey hedef alınabiliyor” şeklinde konuştu.
 
‘Yasalarıyla beraber bir cezasızlık politikası var’
 
İpek Er’i intihara sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan ve beraberindeki faillerin cezasızlık politikasından beslendiğini dile getiren Dilşat, şu aktarımlarda bulundu: “Üniformalı bir tecavüzcü, katil var ortada, İpek bu meseleden doğru yaşamına son verdi. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulaması kaldırıldı ama öncesinde de iktidar uygulamamak için direniyordu, onlar için bir bahaneydi. Pınar Gültekin, Şirin’in boğazının kesilmesi ya da hiç tanımadığımız bir erkek tarafından katledilebiliyorsunuz. Bir kadın olmanız, o bedeni görmesi sizi öldürmesi için bir bahane çünkü yasalarıyla beraber bir cezasızlık politikası var, Diyanetiyle, İçişleriyle, Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığıyla dil hep aynı. Sokaktaki erkeğin dili Diyanette ve Cumhurbaşkanında. Biz hep ezilenin ezileni dediğimiz öteki kimlik olduğumuz için kadının rolü anne ve eş muamelesinden çıkmayan, dört duvara hapsedilmiş bir yerde duruyor ve oradan çıkartmak istemiyorlar.”
 
‘Cezasızlık politikası ülkenin her alanına yansıyor’
 
Dilşat, kadınların siyaset yapmaya ve çalışmasına izin vermeyen tahakkümün aile içerisinden başlayarak devletin tüm alanına sirayet ettiğini ve yasaların da buna göre yapılandırıldığını aktardı. Her gün birden fazla kadının katledildiğini ve bu haberlerin “üçüncü sayfa haberi” gibi yayınlandığını belirten Dilşat, ayrıca medyanın katledilen bir kadının bedenini açık bir şekilde yerde sergilerken erkek failin ise basında yüzünün buzlandığını ya da isim ve soy ismini baş harfleri ile verildiğini belirterek eleştirdi.
 
‘Ortak dil ve şiarlarla alanlara çıkmalıyız’
 
Dilşat devamında şunları kaydetti: “Meydanları, sokakları OHAL’de bile terk etmedik ve o durumdan bugüne baktığımızda birçok kadın katliamları yaşandı, beraber mücadele ettiğimiz kadın yoldaşlarımız cezaevlerinde uzun cezalar aldılar, cezasızlık yöntemi bir taraftan, siyaset yaptığımız için üzerimizde uygulanan ceza yöntemleri de oldu ama ona rağmen alanlardan, sokaklardan ve mücadelemizden hiç vazgeçmedik çünkü her birimiz çok zorlu mücadelelerden geldik. Kürt kadın hareketi, feminist kadın örgütleri nerede nasıl olursak yan yana geldik çünkü aynı şeyi talep ettik ve söyledik. Hep farklı farklı renklerde ama ortak dilde aynı şeyleri söyledik, iyi ki kadınlarız, iyi ki birlikteyiz, kadınlar birlikte güçlü dedik. Bugün eğer biz konuşmazsak, üretmezsek, hele bir de Kürt kadınlar olarak içerisinde yer almazsak Türkiye daha büyük bir karanlığa gidecek, karanlığın çıkış noktası kadın mücadelesi.”
 
Dilşat kadınlara 25 Kasım’da da alanları, sokakları bırakmadan ve terk etmeden; Meclis’te, cezaevlerinde, sokakta, bulundukları kurumda ve her yerde ortak dil ve şiarlarla çıkma çağrısında bulundu.