Ebru Günay’dan kimyasal silah iddialarına karşı uluslararası kurumlara çağrı

  • 11:28 28 Ekim 2021
  • Siyaset
 
ANKARA - Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlarda kimyasal silah kullanmasına ilişkin konuşan Ebru Günay, “Birçok sivil bombardımanlarda ve saldırılarda yaşamını yitiriyor. İddiaya göre saldırılarda kimyasal silahlar kullanıyor. Kürdistan yönetimi uluslararası kurumlarla inceleme yapmalı. Bu silahların kullanılması insanlık suçudur ve kabul edilemez”  dedi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, partisinin Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. 
 
‘Rejimin adı cumhuriyet değil’
 
Cumhuriyetin ilanının 98’inci yılına dikkat çeken Ebru, tekçi anlayış ve bu anlayış üzerinden şekillenen inkar ve imha siyasetinin cumhuriyet için de büyük bir tehlike haline geldiğine işaret etti. Ebru, “Halk iradesinin tanınmadığı, belediyelere, üniversitelere, kurumlara kayyım atandığı, halkın vekillerinin cezaevlerine doldurulduğu, muhalefetin zapturapt altına alındığı, gazetecilerin, aydınların şiddet ve zorla sindirilmeye çalışıldığı rejimin adı cumhuriyet değil, faşizmdir” şeklinde konuştu.
 
‘Cumhuriyet ya demokratikleşecek ya faşizan sistemlere evrilecek’
 
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin "ucube bir sistem olduğunu" söyleyen Ebru, HDP’nin bütün kimliklerin ve farklılıkların özgürce, bir arada, eşit ve ortak bir yaşamla yaşadıkları demokratik bir cumhuriyet kurmayı amaçladığını ifade etti. “Cumhuriyet demokratikleşmezse, 100’üncü yılında cumhuriyetten geriye de bir şey kalmaz” diyen Ebru, “Bu tarihi tespiti ve uyarıyı ilgili bütün taraflara yaparak, geçmişte yaptıkları hatalardan ders çıkarmalarını umuyoruz. Ya cumhuriyet demokratikleşecek ve güçlenerek varlığını sürdürecek; ya da tekleşerek başka ucube ve faşizan sistemlere evrilecek. Cumhuriyeti yaşatmayı amaçlayan herkesin bugün yaşananlardan dersler çıkarmasını umut ediyoruz” sözlerine yer verdi.
 
‘IŞİD’e karşı kazanılan zafer dünya zaferi’
 
1 Kasım Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü ve 2 Kasım Dünya Rojava ile Dayanışma Günü'nü karşılayacaklarını ifade eden Ebru, “Kobanê başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye halklarının IŞİD barbarlığına karşı kazandığı zaferi bir kez daha selamlıyoruz. IŞİD’e karşı kazanılan zafer sadece Kürt halkının, bölge halklarının zaferi değil, dünya insanlığının bu barbarlığa karşı kazandığı bir zaferdi” dedi.
 
‘IŞID ile ittifaka girenlerin akıbeti de IŞID’den farklı olmayacak’
 
DAİŞ’in başta Kürtleri hedef alsa da esas olarak insanlık değerleri ve onurunu hedef aldığını söyleyen Ebru, “ İnsanlığın görüp görebileceği en vahşi yöntemleri 21’inci yüzyılda uyguladı. Bu vesileyle IŞİD zihniyetini sürdürmeye yönelik yürütülen politikaları, IŞİD’e verilen açık desteği, bugün aynı şekilde yürütülen düşmanlığı da unutmuş değiliz. IŞİD dün başaramadı, onun yarım bıraktığı işi tamamlamaya heves edenler de başaramayacak. IŞİD ile hayal ortaklığı kuranların, düşünce birliği sağlayanların, eylem ittifakında olanların akıbeti de IŞİD’in akıbetinden farklı olmayacak” şeklinde konuştu.
 
Ebru’nun konuşmasından satırbaşları şöyle:
 
“Tam da böylesi bir dönemde geçmişten hiç ders almayan AKP-MHP iktidarı Kuzey Doğu Suriye halklarını yeniden hedef almaya, Kürtlere karşı düşmanlık politikalarını derinleştirmeye başladı. Gün geçtikçe güç kaybeden, toplumsal desteğini yitiren iktidar yeni savaş oyunlarıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Yıllarca IŞİD ile sınır komşuluğu yapmaktan bir kez bile rahatsız olmayan, hatta IŞİD ile sınır ticareti yapan, kapıları açan, tırlar dolusu silah gönderen iktidar, Kürtler söz konusu olunca her gün tehditlerde bulunuyor.
 
Bu tezkere iktidarın son tezkeresi olacak
 
26 Ekim’de Meclis Genel Kurulunda Suriye’de ve Irak’ta askeri operasyonların 2 yıl daha uzatılmasını öngören tezkere AKP-MHP çoğunluğunun oyları ve İYİ Parti’nin de desteğiyle ne yazık ki kabul edildi. Suriye-Irak Tezkeresi, AKP-MHP savaş koalisyonunun son tezkeresi olacak. Bu tezkereye ‘Evet’ oyu verenler kendilerini siyasi ve hukuki açıdan büyük bir sorumluluk altına sokarken, 83 milyonluk Türkiye’yi de daha büyük tehlikelerle ve travmalarla karşı karşıya bırakacak.
 
Çetelerin desteği ile gerçekleştirilen savaş suçlarını unutmadık
 
Geçen yıl kabul edilen tezkerenin hemen sonrasında İdlib’te tek bir hava bombardımanı sonucunda 34 askerin cenazesinin memleketlerine nasıl gönderildiği ve buna karşı AKP-MHP savaş bloğunun İdlib’teki saldırı karşısında nasıl çaresiz kaldığını hepimiz hatırlıyoruz. Kürt köylerinin bombalanarak kadın, çocuk demeden sivillerin katledilmesini unutmadık. Demografyanın değiştirilmesinden, bölge halkının mülklerinin yağmalanmasına kadar sayısız savaş suçunun çetelerin desteğiyle sistematik biçimde yürütüldüğünü unutmadık.
 
Savaş demokratik ilkeleri baltalıyor
 
İdlib’ten, Serekaniyê’ye kadar AKP-MHP savaş koalisyonunun köktenci çetelerle birlikte yürüttükleri işgal operasyonları, Suriye’deki siyasi çözüm arayışlarını baltalarken, bölgesel istikrarı tehlikeye atıyor, bölge halklarına kan, gözyaşı dayatıyor. Milyonlarca insanın yeniden mültecileştirilmesini ve bunun da kirli politikalara alet edilmesi tehlikesini doğuruyor. Bu savaş iklimi Türkiye’de de demokratik ilkeleri, normalleşme süreçlerini baltalıyor. Sarayın baskıcı müdahaleleri altında ülkenin çoğulcu gerçekliğini erozyona uğratarak, halklar arası düşmanlığı körüklüyor. Bütün bu nedenlerle tarihsel sorumluluğumuz, çözüm ve barışa duyduğumuz inançtan dolayı bir kez daha savaş politikalarına ‘Hayır’ dedik. 
 
Bu savaş Türkiye halklarının savaşı değil
 
 Biliyoruz ki bu savaş Türkiye halklarının savaşı değil, mesele Türkiye’nin güvenliği, istikrarı, geleceği, bekası değil. Eğer öyle olsaydı sadece son 5 yılda AKP’nin büyük acılara, derin yıkımlara neden olan savaş politikaları ve operasyonları ülkeye istikrar getirirdi. 
 
Ama bugün Türkiye 2015 öncesine göre daha büyük bir yıkım, derin bir yoksulluk, daha tehlikeli bir kamplaşma ile karşı karşıyadır. İşte bu AKP’nin ülkeye dayattığı savaş politikalarının sonucudur. Bu nedenle başından beri dedik ki mesele AKP’nin savaşla, kaosla, düşmanlık ve kutuplaştırma politikalarıyla ömrünü uzatma oyunudur. Ülkeyi yoksulluğa, krizlere, çöküşe sürükleyen iktidarın, kaybettikçe bu halkın evlatlarının canı ve yaşamı üzerinden ömrünü uzatma çabasıdır. Meclise sunulan tezkerenin esası da, içeriği de budur. Bu nedenle hem Türkiye halklarını bu oyun karşısında uyardık hem de demokratik kesimlere ve muhalefete iktidarın bu kirli politikalarına alet olmamaları konusunda çağrıda bulunduk. 
 
Türkiye halkları bu siyasi riyakârlığı asla unutmayacak
 
Kimi muhalif partilerinin bütün bu tespitlerimizi paylaştıktan ve sergilenen oyuna dikkat çektikten sonra tezkereye ‘Evet’ oyu vermiş olmaları kendileri açısından hazin bir sonuç, bir ibret vesikasıdır. Ne tarih ne Türkiye halkları bu siyasi riyakârlığı asla unutmayacak. 
 
Muhalefet savaşla kendisinin teslim alınmasına itiraz etti
 
Türkiye İşçi Partili ile Saadet Partili vekillerinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kendi öncelikleri ve hassasiyetleri çerçevesinde bu tezkereye ‘Hayır’ oyu kullanmalarını önemli, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kıymetli buluyoruz. İtiraz edilen, karşı çıkılan sadece AKP’nin savaş politikaları değil, savaşla muhalefeti teslim alma anlayışıdır.
 
Halkımız sandıkta gereken cevabı verecek
 
Aklı ve vicdanı olan hiç kimse, Türkiye’nin bugünkü koşulları açısından bu oyuna ortak olmaz, olamazdı. Kendisini bu oyunun bir parçası haline getirenler de iktidarla aynı akıbeti yaşamaktan kurtulamayacaktır. AKP-MHP koalisyonuna müdahil olan vekiller ‘Evet’ oyu verirken ülke çıkarları için değil, sarayın militarist ve şovenist çıkarlarına ortak olmak için ‘Evet’ dediler. Kendi ikballeri uğruna ülkenin ikbalini ve geleceğini hiçe saydılar. Halkımız bütün bu olup biteni görüyor. Bu dönemde alınan tüm taktiksel ve stratejik kararların toplum nezdindeki karşılığı sandığa da yansıyacak halkımız onlara gereken cevabı verecektir.
 
Barışı savunmaya devam edeceğiz
 
26 Ekim önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de geleceğini savaşta, ölümde, kan ve gözyaşında gören ile buna itiraz ederek, barış, birlikte yaşam anlayışını savunanlar arasında keskin bir mücadele yaşanıyor. Bizim yerimiz bellidir, biz dün de bugün de bundan sonra da barışı savunmaya devam edeceğiz. Savaşla sorunların çözülmediğini 40 yıllık deneyim hepimize gösterdi. Bunu görmek için derin siyasi birikime de gerek yok. Bugün yaşadıklarımız bile sonuç çıkarmak için kafidir. Saray Rejimi’nin ve bu rejimle ikbal peşinde koşanların kişisel ihtirasları ve düşmanlıkları yüzünden Türkiye dış politikasının tepetaklak olduğu bir dönemde AKP-MHP savaş koalisyonu tezkere oylamasını geçirmiş olsa da, derin bir yara aldı.
 
Ucube Saray rejimi
 
İktidarın savaş politikalarına koşulsuz ve şartsız destek vermek, onu Türkiye halklarına karşı korkunç suçlar işlemesi konusunda cesaretlendiriyor. Bunu Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşanan sayısız katliamda gördük. O dönemden bu yana AKP-MHP savaş ekonomisi ve yarattıkları ‘ucube Saray Rejimi’, ülkemizde muhalefet dahil her şeyin yeniden dizayn edilmesini hedeflemektedir. 
 
Cumhuriyeti demokratikleştirme sorumluluğu hepimizin omuzlarında
 
TBMM’de muhalefet, tüm farklılıklarıyla birlikte, sonuçtan bağımsız olarak AKP-MHP savaş koalisyonuna karşı önemli bir cevap olmuştur, topluma umut vermiştir. Önümüzdeki dönem ezber bozan, klasik reflekslerden kaçınan ve iktidarın tuzaklarına düşmeyen bir muhalefet bloğunun kurulması konusunda HDP olarak sorumluluk almaya hazırız. “Muhalefet bloğu” derken tek çatı altında toplanan bir siyasi oluşumdan değil, farklı muhalif kesimlerin bu ucube rejime karşı asgari müştereklerde hareket etmesini kast ediyoruz. Bu aynı zamanda yüzüncü yılında Cumhuriyeti demokratikleştirme sorumluluğunu da hepimizin omuzlarına yüklemektedir.
 
Binlerce Kürt siyasetçi tutuklu
 
AKP-MHP ittifakının Kürtlere düşmanca yaklaştığı artık bir sır değil. Binlerce Kürt siyasetçi tutuklu. Nedeni Kürt sorununun çözümünü istemeleridir. Nedeni anadilde eğitim talep etmeleri; nedeni yerel demokrasinin güçlenmesini istemeleridir. İktidarın çarpıttığı, kimi şovenist çevrelerin iddia ettiği gibi Türkiye’de bölücülük yapmak için değil, aksine yerel demokrasi içinde Türkiye’nin tam demokratikleşmesinin ve birliğinin pekişmesini istiyorlar.
 
Adaletsizliğin en somut şekli İmralı tecridi
 
Türkiye’deki adaletsizliğini en somut şeklini İmralı’da 23 yıldır tecrit koşullarında tutulan Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamalarda görüyoruz. İmralı’da sürekli olarak sudan gerekçelerle avukat ve aile görüş yasağı veriliyor. Bu şekilde korsanca engellenen avukat ve aile görüşmelerinin engellenmesine kılıf bulunuyor. Sayın Öcalan’a Spor salonunda volta atmış diye aile ve avukatlarıyla görüş yasağı cezası verilmiş. Dünyada herkes de biliyor ki, zindandaki hükümlülerin en vazgeçilmez etkinliği volta atmaktır. Sayın Öcalan’a volta attı diye ceza verilmesi mevcut Türkiye gerçeğinin İmralı’da uygulanmasıdır. Biliyorsunuz ki İmralı’da uygulanan hukuksuzluk ve zulüm başta Kürtlere olmak üzere tüm Türkiye’ye uygulanmaktadır.
 
İmralı’da uygulananlar Türkiye’nin nasıl yönetildiğinin somut bir göstergesi
 
Birkaç istisna hariç 6 yıldır İmralı adasında avukat görüşmeleri gerçekleştirilmiyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. 5 Nisan 2015’ten bu yana da birkaç görüşme dışında aile görüşmeleri de gerçekleşmiyor. Öyle ki, aileleri yakınlarının sağlığını bile öğrenemiyor. Bu başlı başına bir insanlık suçudur. Bunun karşısında sessiz kalmak, bunu normal görmek kabul edilemez. Unutulmamalı ki İmralı’da uygulananlar Türkiye’nin nasıl yönetildiğinin somut bir göstergesidir. 
 
Volta atmak diye bir suç olabilir mi?
 
Volta atmak diye bir suç olabilir mi? Volta atarken konuşuluyor diye bir suç olabilir mi? Şu anda hapishanelerin tümü işkence alanı haline dönmüştür. Dışarı çıkması yani tahliye edilmesi gerekenler bile serbest bırakılmıyor. Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasında olan herkes ilk önce bu uygulamalara dur diyebilmelidir.
 
Yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor
 
Yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor, kurdukları oyunları bertaraf ediyor. Öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu yüzden sabah akşam partimize saldırıyorlar. Bunlar artık iyice şirazeden çıktılar. İktidarın küçük ortağı çıkmış tekrar sağa sola talimat yağdırıyor. Partimizin kapatılması için talimat üzerine talimat verdi. Önce saray bu talimata biat etti. Saray’da iddianame hazırlandı, yargı harekete geçti ve kapatma davası açıldı. Şimdi o davayı görecek Anayasa Mahkemesini her gün hedef alıyorlar. 
 
SADAT’ı paralel orduya, TÜGVA’yı paralel devlete dönüştürdünüz
 
Küçük ortak bir kez daha 'Anayasa Mahkemesinin kapısına kilit vurula' diye buyurdu! Anladık anayasayı rafa kaldırdınız, katıksız bir faşizan zihniyete sahipsiniz, demokrasinin, hak ve hukukun kırıntısına bile tahammülünüz yok. Bütün kurumları iktidarınızın arpalığına dönüştürdünüz. SADAT’ı paralel orduya, TÜGVA’yı paralel devlete dönüştürdünüz. Zaten hükmü kalmamış AYM ve diğer kurumların da kapısına kilit vurmak istiyorsunuz. Biz bu yaptıklarınıza faşizm deyince de zorunuza gidiyor. Peki faşizm demeyelim de ne diyelim? 
 
Aslında bizim bir şey dememize gerek kalmadı, kurdukları rejimin katıksız bir faşizm olduğunu her sözlerinde itiraf ediyorlar. 
 
Allah sizi ıslah etsin, ne diyelim
 
Küçük ortaktan talimat alan Erdoğan, kendi savaş oyunlarına destek vermeyenleri de bizim üzerimizden hedef alıyor. Sayın Erdoğan, bizim siyasi anlayışımızda tehdit, şantaj, savaşla ve açlıkla halkı terbiye etme yok. O sizin siyasi anlayışınız. Bizi kendinizle karıştırmayın. Bu yüzden bütün imkanlarınıza rağmen siyaseten bizimle baş edemiyorsunuz. Talimatla siyasi ilişki arıyorsanız, kendi ortaklarınızla aranızdaki ilişkiye bakacaksınız. Bizim kendi ittifaklarımız dışında kimse ile bir ortaklığımız da yok aramızda sizinki gibi düzeysiz bir ilişki de yok. Bakın biz söylemiyoruz; bu ülkede 0.1 oranında oy alan gizli ortaklarınız çıkıp ‘Erdoğan bizim çizgimize geldi, Türkiye’yi biz yönetiyoruz’ diyor. Bahçeli’nin bir dediğini sen iki etmiyorsun. Onların gönlünü hoş etmek için dün ak dediğine bugün kara diyorsun. Neredeyse kendini inkar edeceksin. Bütün Türkiye’ye vesayet dayatırken, koltuğunu korumak için Perinçek’in, Bahçeli’nin vesayetine girdin. Allah sizi ıslah etsin, ne diyelim.”
 
‘Kadınların, gençlerin bütçesi olması için çaba gösteriyoruz
 
Ardından Meclis’te görüşülen bütçe görüşmelerine dair konuşan Ebru, “Bütçe görüşmeleri plan bütçe komisyonunda başladı. Daha önce halkın bütçesini detaylarıyla paylaştık. Bütçenin halkın bütçesi, kadınların, gençlerin bütçesi olması için çaba gösteriyoruz. Halkın, gençlerin, emekçilerin bütçesini savunmaya devam edeceğiz. Bu süreci sizinle paylaşmaya devam edeceğiz” diye belirtti.
 
‘Cenazeler teslim edilmeli’
 
Konuşmasına Kürtçe olarak devam eden Ebru, “Hassas bir konu üzerinde durmak istiyorum. Son yıllarda Türkiye’de özel bir politika olarak savaş koşullarında yaşamını yitiren insanların cenazeleri ailelerine teslim edilmiyor. Bu bir insanlık suçudur. Bu politika şu an Güney’de Federal Kürdistan yönetimi tarafından da uygulanmaya başlandı. Orada anneler savaşta yaşamını yitiren çocuklarının cenazelerini alabilmek için 22 gündür Semêlka kapısında eylem gerçekleştiriyorlar. Hükümet bir an önce bu politikalara son vererek, annelerin geçişine izin vermeli” sözlerine yer verdi.
 
‘Kimyasal silah kullanıldığı iddia ediliyor’
 
Yine Türkiye’nin bölgeye yönelik saldırılarının devam ettiğine dikkat çeken Ebru, “Birçok sivil bombardımanlarda ve saldırılarda yaşamını yitiriyor. Güney Kürdistan ve dünya medyasında çok ciddi iddialar dolaşıyor. İddiaya göre saldırılarda kimyasal silahlar kullanıyor. Onlarca köylü hastaneye kaldırıldı. 109 aydın konuya dair uluslararası kurumlara mektup yazdı. Bunlar çok önemli iddialar. Kürdistan yönetimi uluslararası kurumlarla inceleme yapmalı. Bu silahların kullanılması insanlık suçudur ve kabul edilemez” ifadelerini kullandı.