‘İktidar politikalarına cevabımız yeni yaşamın inşası olacak’

  • 09:03 8 Temmuz 2021
  • Siyaset
Dilan Babat
 
ANKARA - Gündemdeki önemli gelişmelere değinen HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, partilerinin kapatılması, baskı, tutuklama, saldırı, katliamla karşı karşıya kalması, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması, yoksulluğun derinleştirilmesi gibi sorunların İmralı tecrit sisteminin topluma sirayet etmesi olduğunu söyleyerek, bunlara yeni bir yaşam inşa ederek cevap vereceklerini ifade etti. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana parti olarak TBMM’de siyaset yürütüyor. HDP ile bu zamana kadar ayrımcılığa maruz bırakılmış, yok sayılmış farklı inanç, etnik ve düşünceden bireylerde temsil edilme şansı yakaladı. TBMM, 1921 Anayasası dışında Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu kadar çoğulcu bir Meclis yapısına ulaşmış oldu. 
 
HDP, yine eşbaşkanlık sistemi, cinsiyet eşitlikçi çalışmaları ile de kadın mücadelesinin yanında Türkiye siyasetini de daha üst bir aşamaya taşıdı. HDP’nin çoğulcu siyaseti kuruluşunun ilk zamanlarından bu yana teklik üzerine kurulu AKP-MHP iktidarının hedefi oldu. Gözaltı, tutuklama, çalışmalarının engellenmesi, siyaset yasağı, saldırı ve en son olarak da İzmir il örgütüne yönelik saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesini yaşayan HDP’liler bugünde partilerinin kapatılması ile karşı karşıyalar.
 
Baskılara rağmen her alanda çalışmalarını yürüten HDP, yaptığı kampanya ve toplantılarla birçok kentte halkla birlikte çalışmalarını yürütüyor. HDP başlattığı “Herkes için Adalet” kampanyası ile birçok kesime ulaşma çabası verirken, HDP Kadın Meclisi de bu kampanya kapsamında “Kadınlar için gerçek adalet” sloganıyla yola çıktı. HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran ile devam eden kampanyalarını ve gündemdeki önemli gelişmeleri konuştuk. 
 
'Kürtler için uygulanan özel hukuk sistemi var'
 
Partilerine dönük 2015 yılından bu yana yapılan tüm baskıların aynı sürecin konsepti olduğunu söyleyen Ayşe, Kobanê Davası’nın da bu sürecin devamı olduğunu kaydederek, “Ne Kobanê Kumpas davası ilk kumpas davası ne de HDP, kapatılma tartışmalarının ilk muhatabı. Türkiye tarihi kumpas davaları ile dolu. En yakın tarihte hatırladığımız KCK davası bu kumpas davalarından biri.  Bu davaya benzer onlarca kumpas davası gerçekleşti. Kürtlerin bu sistemin karşısında verdiği mücadelede baskı ve zor rejiminin yanında bir de hukukun araçsallaşması ortaya çıktı” diye belirtti.
 
‘İktidar tarihsel başarısızlıklardan sonuç çıkarıyor’
 
Halkın ve özelliklede kadınların HDP’den beklentisinin olduğunu ifade eden Ayşe konuşmasını şöyle sürdürdü: “Partimizi bütün saldırılara rağmen bitirememiş, 2014 tarihinde yapılan "çöktürme planı" başarısız olmuş.  Ellerindeki tek veri son hamle parti kapatma tartışmaları. Partimizi kapatarak bu fikriyatın biteceğini düşünen bir rejim var. İktidarın örnek aldığı yöntemler tarihsel, ama çıkarmak istediği sonuçlar ise tarihsel başarısızlıklar. Bu ülkede ilk defa parti kapatılmadı, siyasi kumpas davaları gerçekleştirilmedi. Bu yöntemler her defasında başarısız oldu. İlk defa mafya, çete ve derin güçlerle bir olup halka karşı kullandırılmadı. İlk defa bir parti binasına girip katliam gerçekleştirildi ama bu ülkede sokak ortasında insanlar katledildi. Bunlara rağmen insanlar bu siyaseten, mücadeleden vazgeçmedi. Burada bir başarı hikayesi çıkarmak istiyorlar ama buradaki işin esası kendi içlerindeki kırılganlıkları, tartışmaları artık topluma vaat edebileceği bir şeyin kalmadığının sonuçları." 
 
'Kadınlar yoksulluğun en derinini yaşıyor'
 
Partilerine dönük kapatma davası tartışmalarına rağmen HDP Kadın Meclisi'nin süren "Kadın Yoksulluğuna Hayır" kampanyasına da değinen Ayşe, "Kampanyamız tüm Türkiye tablosu içerisinde, kadınların maruz kaldıkları meseleleri daha çok kadınlarla tartışmak, yol ve yöntemlerini kadınlarla birebir temaslarla bunu açığa çıkarma programıydı. Bu kadar krizle, bu kadar kaosla karşı karşıya geldiğimiz, etrafın toz duman olduğu dönemde kadınların neler yaşandığının tespitini yapma ve yol yöntem geliştirme çalışması oldu. Neredeyse her bölgeye gittik. ‘Kürdistan'da Ege'de, Akdeniz ve İç Anadolu bölgesinde kadınlar neler yaşıyor?’ bunları yerinde görmek istedik. Şuanda ekonomik olarak iki kutup var. Birincisi devletin savaş politikalarından etkilenen bir kesim bunun mağduriyetini yaşıyor. Bir taraftan devletin bütün nimetlerinden faydalanan bir kesim. 'Yoksullaşmanın derinleşmesini' bizler genel olarak kullanıyoruz ama kadınlar açısından var olan yansıması daha büyük. Kadınlar her zaman yoksulluğun en derinini yaşıyordu. Pandemi döneminde, iktidarın yürüttüğü politikalarda bunun daha fazla derinleşmesine neden oldu” ifadelerine yer verdi.
 
'İnsanlar binlerce kilometre öteden çalışmaya neden geliyorlar?'
 
Geçtiğimiz günlerde Emine Erdoğan'ın vatandaşlara "israf" uyarısı yaparak "gelin hep birlikte liste hazırlayalım porsiyonları küçültelim" söylemlerine atıfta bulunan Ayşe, Emine Erdoğan'ın söylemine karşı bölgedeki kadınların yaşadığı yoksulluğu şöyle anlattı: "Sanki gerçekten bir porsiyon varmış gibi. İnsanların bu konuda bir tercihleri varmış gibi bir yaklaşım sergiliyorlar. Emine Erdoğan'ın tarif verirken dönem dönem mutfağındaki altın kaplamalarını gördük. Bir taraftan 'ne porsiyonu porsiyon mu var?'  diyen kadınları gördük. Eve ekmek götürmek için 40 -50 derece sıcağın altında ter döken ama çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan kadınları gördük. Tarlada, tekstilde, çilek toplayan ve Koçerlik yapan kadında birbirinden farklı değil. Yıllardır Koçerlik yapan kadınlar yaylaların yasaklamalarından söz etti. İktidar Kürdistan'da büyük bir gelişmişliğin yaşandığını söylüyor ama insanlar belirli bir yaylaya sıkışmış durumda ve bu yaylaların fiyatlarının ne kadar yüksek olduğunu gördük. Eğer gerçekten Kürdistan bölgesi bir refah içerisinde ise, bir sömürge yoksa Urfa'dan binlerce kilometre öteye çalışmaya neden geliyorlar?  İnsanlar çadırlarda çok mu mutlu?  Saray'dan bakılınca mesafeler çok uzun görünüyor ama çok yakın mesafede Konya'da insanlar binlerce kilometre gelip sele kapılıyorlar. 'Nan' ülkesinden Mezopotamya'dan gelen kadınlar kendi toprağında doyamayan insanlar ırkçı saldırılarla yüz yüze kalıyor. İnsanların konteynır almasına engel oluyorlar. ‘Kürtler gelebilir, emekleri sömürülebilir ama eşit yurttaş olamazlar’ politikalarını gördük."  
 
'Yeni bir yaşamının fikriyatını örüyoruz'
 
Kampanyanın amacının sadece "gidip görmek" olmadığına işaret eden Ayşe, kadınlarla birlikte yoksulluğun tespitini yine kadınlarla bu tespitlerin çözümünü üretme amaçlarının olduğunu söyleyerek, "Tamda bu nedenle bizim alternatifimiz var. Daha, yaşanılabilir, emeğin karşılığını alabileceği bir perspektifle nasıl bir yaşamı öreceğimiz üzerine örneklerimiz var. Kadınlarla bu dönemde bunları konuşarak bunların tartışmalarını yürütüyoruz.  Birileri kapalı kapılar ardından kirli oyunlarla bizim partimizi kapatıyor olabilirler ama biz kadınlarla yeni bir yaşamın fikriyatını örüyoruz. Bu fikriyatı köklerinden koparmak zor. Çünkü kökleri binlerce yıllık kadınların verdiği mücadeleye dayanıyor. Çalışmamızı dönemsel olarak görmüyoruz. Tekçi erkek egemen rejimi ortadan kaldırmamız lazım. Bunu kurduğumuz da bunu da başarabiliriz"  şeklinde konuştu. 
 
'Bir erkeğin adımıza karar vermesini kabul edecek değiliz'
 
İstanbul Sözleşmesi’nin tamamen yürürlükten kaldırılmış olmasına değinen Ayşe, "Hukuki mücadele haktır bunu yürütüyoruz ama biz biliyoruz ki bu ülkede yargı iktidarın komisyonu haline gelmiş durumda. Kadınlara yönelik her türlü meselede erkek yargı iktidarın programı etrafından hareket eder. Yargı bir yöntemdi ama biz bununla beraber çoklu bir mücadele örmeye çalıştık. Türkiye'de bulunan kadın hareketleri ile birlikte ortak bir mücadele hattı örme üzerine bir çalışma yürüttük. İstanbul Sözleşmesi resmiyete kaldırılmış bile olsa sonuçta biz sadece sözleşmenin mücadelesini vermiyoruz. Şuanda AKP ve MHP yeni bir rejim inşa ediyor. Rejimini inşa ederken karşındaki en güçlü yapıyı saf dışı bırakmaya çalışıyor. Sorgulamayan, aile içine hapseden görünür olmayacak, iradesi ve kendi varlığı ile siyaset yürütmeyecek, erkekleri destekleyecek bir kalıba sokmaya çalışıyor. Ama gördük ki, onların kalıplarına sığmayan bir kadın mücadelesi var. Artık bir özgürleşme zamanı olduğunu gören kadın örgütleri var. Kadınlar için geri adım atacak süreç değil. Kadınlar kabul etmez İstanbul  eylemi bunun en iyi örneğiydi. Kadınlar kendileri için barikat kuranların  barikatlarını üzerine yıktı” dedi.
 
Ayşe, Türkiye ve Kürt, Enternasyonalist kadın mücadelesini büyütmek için hem eylemselliklerinin hem de görüşmelerinin devam edeceğini belirterek, “Slogan olsun diye söylemedik kadınlar bitti demeden bitmez. Biz daha bitti demedik.  Bir erkeğin hepimiz adına karar vermemesi için mücadele ettik. Ülkenin başına geçen bir erkeğin adımıza karar vermesini kabul edecek değiliz. Devletin bu politikalarıyla da kadınlar sinecek değil" söylemlerine yer verdi. 
 
'CPT tespit yapmasına rağmen bir müdahalede bulunmuyor'
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük ağırlaştırılmış tecritti de değinen Ayşe, Türkiye'nin iç hukuku ve uluslararası hukuka göre iki yönlü ele alınması gerektiğini dile getirdi. İmralı Adası’nda bir hukukun değil özel bir rejimin yürütüldüğüne vurgu yapan Ayşe, "Sayın Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesi sadece Türkiye'nin dahiliyle gelişmeyen bir durum ve yürütülen tecrit de sadece Türkiye ile tariflenemez. Sayın Öcalan'ın kendisi de,  'Türkiye'nin sadece bir bekçi bir gardiyan durumunda' olduğunu belirtiyor. Tamda bu nedenle uluslararası mekanizmalarda bu meselede daha sessiz daha müdahalede az bulunan bir yerde duruyor. CPT gelip tespit yapıyor ama bu tespitlere karşı bir müdahalede bulunmuyor.22 yıldır Sayın Öcalan'a kesintisiz bir tecrit uygulanıyor. Dönem dönem kısmi görüşmeler sağlandı ama bu tecridin ortadan kalktığının göstergesi değil. Tecrit derinleştikçe aslında Türkiye'de çözümsüzlüğün derinleştiğini görüyoruz. Tecridin etkileriyle ülkenin nasıl uçurumun kenarına geldiğini görüyoruz"  sözlerini kaydetti.  
 
'Tecridin var olduğu yerde demokrasiden söz edilemez'
 
Son olarak Abdullah Öcalan'a dönük tecrittin sadece cezaevlerindeki tutsakların sorumluluğu olmadığını söyleyen Ayşe, " Cezaevlerinde, tecrittin yaşamımıza nasıl sirayet ettiğini ve nasıl yönetim biçimi haline geldiği görülerek açlık grevleri başlatıldı. Türkiye toplumu tecritten etkileniyor. Bunun farkında olarak daha güçlü tepkiler vermek gerekiyor. Tecridin var olduğu bir yerde Türkiye demokrasisinden ya da bir yaşamdan söz edemeyiz” diye kaydetti.