HDP: Hükümetleri aşan bir tecrit sistemi var

  • 15:02 10 Aralık 2020
  • Siyaset
ANKARA - HDP, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla yayımladıkları raporda, “Öcalan’ın durumu Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini aşan bir işkence ve tecrit sistemiyle açıklanabilir. Son süreçte Saray rejiminin doğrudan karar sahibi olduğu tecrit sisteminde keyfi karar ve uygulamalar söz konusudur” denildi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla hazırladığı “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü" başlıklı raporu yayımladı. Raporda, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile tecridin kaldırılması talebiyle 27 Kasım’dan bu yana cezaevlerinde başlayan ve 14'üncü gününde olan açlık grevlerine dikkat çekildi.
 
‘Kolluk güçlerine hiçbir yaptırım uygulanmamaktadır’
 
AKP’nin “işkenceye sıfır tolerans” iddiasına rağmen, son yıllarda işkence vakalarının artarak devam ettiğine dikkat çekilen raporda, “Özellikle sokakta, polis araçlarında, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında yani ‘resmi gözaltı’ yerleri dışında işkence, insan onuruna aykırı kötü muamele sıkça kullanılır hale gelmiştir. Kürt illerinde yoğun bir şekilde kullanılan zırhlı araçlar sivillerin ölümüne neden olmakta, bu ölümde payı olan kolluk güçlerine ise hiçbir yaptırım uygulanmamaktadır” ifadeleri yer aldı.
 
750 HDP’li gözaltına alındı
 
Sadece 2020 yılında en az bin 750 üye, yönetici ve destekçilerinin gözaltına alındığına vurgu yapılan açıklamada, 172’sinin tutuklandığına yer verildi. 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana partilerine, partimiz tabanlarına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları sonucunda toplam 16 bin 490 kişinin gözaltına alındığı ifade edilen açıklamada, “Aralarında Eş Genel Başkanlarımız, milletvekillerimiz, il,  ilçe eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz ve parti üyelerimizin bulunduğu 3 bin 695 kişi tutuklanmıştır. Şu anda 7 milletvekilimiz ve 15 MYK üyemiz tutukludur. Bunun yanında, 13 milletvekilinin, vekilliği düşürülmüştür” denildi.
 
‘93 belediye eşbaşkanının tutuklandı’
 
2014 yılında yapılan Yerel Yönetim Seçimleri’nin ardından başkanvekillerinin dâhil olmak üzere 93 belediye eşbaşkanının tutuklandığına vurgu yapılan açıklamada, “84 belediyeye ise kayyım atanmıştır. Şu anda DBP’li 27 belediye eşbaşkanı tutuklu bulunmaktadır. 31 Mart seçimleri sonrası 19 Ağustos 2019 tarihinde yeniden başlayan 'kayyım operasyonları' sonrasında HDP’li 37 belediye eşbaşkanı tutuklanmış, 48 belediyemize kayyım atanmıştır. Şu anda 17 HDP’li belediye eşbaşkanı tutuklu bulunmaktadır” ifadeleri kullanıldı.
 
Raporun devamı şu şekilde:
 
“20 Eylül 2019 tarihinde Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş hakkında, milletvekilleri dışında kalan MYK üyeleri hakkında açılan ve Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca takip edilen dosya kapsamında, yeniden tutuklama (mükerrer dosyadan) kararı verilmiştir. Oysaki Yüksekdağ ve Demirtaş ile MYK’nın vekil üyeleri hiçbir zaman bu dosyanın şüphelisi olmamışlardır. Çünkü MYK’nın vekil üyeleri aynı konu ve suçlama ile milletvekili oldukları için Parlamenter Suçları Soruşturma Bürosunca soruşturulmuş ve haklarında dava açılmıştır. Bu davalar halen çeşitli Ağır Ceza Mahkemelerinde yürütülmektedir. 25 Eylül’de HDP milletvekili olmayan eski MYK üyelerine yönelik gerçekleştirilen gözaltı operasyonunu da en başından itibaren Ankara CBS tarafından yürütülen soruşturma dosyası kapsamında gerçekleştirilmiştir. 2016 yılında bütün MYK üyeleri bulundukları yer savcılıklarına giderek ifadelerini vermişlerdir. Gözaltına alınan 20 kişiden 17’si 2 Ekim 2020 tarihinde tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir. Bu tutuklamalardan sonra Sebahat Tuncel, Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanak hakkında da aynı soruşturma kapsamında tutuklama kararı verilmiştir. Şu anda 6-8 Ekim soruşturması kapsamında 25 kişi tutuklu bulunmaktadır.
 
Cezaevlerinde uygulanan tecrit, işkenceye varan boyutlarda
 
Cezaevlerinde uygulanan tecrit, işkenceye varan boyutlarda işkence iddiaları günümüzde cezaevlerinin en baştaki sorunları haline gelmiştir. Mahpusların tek kişilik hücrelere konulması, süngerli oda uygulamaları, cezaevi görevlilerinin uyguladığı darp ve kaba dayak, yiyeceklerin oldukça az ve hijyene uygun olmayışı, disiplin cezalarının keyfi bir biçimde uygulanması, kalabalık olan koğuşlarda yatacak yer bulunmaması, hasta mahpusların tedavi süreçlerinin aksatılması, kelepçeli muayene dayatması ve ilaçların verilmemesi, anneleri ile birlikte kalmak durumunda olan çocukların ihtiyaçlarının gözetilmemesi, ziyaretçilere yönelik onur kırıcı muameleler ve çoğu kez ziyaret hakkının engellenmesi, çıplak arama uygulamaları, mahrem alanlara kameralar konulması, havalandırma boşluklarının tel örgülerle çevrilmesi gibi kişilerin en temel hakları ihlal edilmektedir.
 
‘Öcalan’la görüşme yasağı kaldırıldı’ denmesine rağmen tecrit uygulanıyor
 
Türkiye ve farklı uluslararası güçlerin ortak operasyonuyla 1999 yılında getirilen Abdullah Öcalan, o tarihten bu yana tecrit altındadır. Öcalan’ın durumu Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini aşan bir işkence ve tecrit sistemiyle açıklanabilir. Son süreçte Saray rejiminin doğrudan karar sahibi olduğu tecrit sisteminde keyfi karar ve uygulamalar söz konusudur. Öcalan’a yönelik mutlak tecrit uygulamasında belirleyici olanın evrensel hukuk normları ve adalet anlayışının değil, dönemsel siyasi tercihler olduğunun en bariz örneği 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sürecinde de görülmüştür. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ‘Öcalan’la görüşme yasağı kaldırıldı’ demesine rağmen süregelen tecrit uygulaması AKP İktidarının siyasi çıkarlar temelinde yürüttüğü ikiyüzlü siyasetin göstergesi niteliğindedir.
 
Yeniden açlık grevlerine başlandığı kamuoyuna duyuruldu
 
Hakkari Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in 8 Kasım 2018 tarihinde başlattığı ve daha sonra Diyarbakır’da 3 milletvekilimiz, dünyanın birçok yerinde ve cezaevlerinde binlerce tutuklu ve hükümlü ile 200 gün devam eden tecride karşı açlık ve ölüm orucu eylemleri sonucunda Öcalan 8 yıl aradan sonra avukatlarıyla görüşebilmiştir. Ancak bir süre sonra görüşmeler tekrar yasaklanmıştır. 27 Kasım 2020 tarihinde birçok cezaevinde yeniden süresiz-dönüşümlü açlık grevlerine başlandığı kamuoyuna duyurulmuştur.
 
Yargıda Reform açıklamalarından sonra 26 avukat gözaltına alındı
 
AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan şahsında somutlaşan Saray rejimi için adalet bir sorumluluk alanı olarak değil bir tür terbiye yöntemi olarak kullanılmaya başlamıştır. Tutuklu gazeteciler ile başlayan süreç akademisyenler, öğrenciler, siyasetçiler, dokunulmazlıkları bulunan milletvekillerini içine almış ve tüm bunlara bir de ‘tutuklu avukatlar’ eklenmiştir. Gelinen aşamada savunma makamını temsil eden avukatların; yargı baskısı ile pasifize edilmeye ve görevlerini yaptırmamaya dönük bir tercih ile karşı karşıya oldukları açıktır. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün 'Yargıda Reform' açıklamalarından sonra sadece 2 hafta içinde 26 avukat, mesleki faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınmıştır.
 
AİHM 3 bin 645 başvuru hakkında karar vermiştir
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) sağladığı istatistiklere göre, 1959-2019 yılları arasında AİHM’de Türkiye’nin taraf olduğu tam 3 bin 645 başvuru hakkında karar vermiştir. Bu başvuruların verilen karara göre, AİHS’in en az 1 maddesinin ihlal edildiği hükmü verilen dava sayısı 3 bin 224, AİHS’in hiçbir maddesinin ihlal edilmediği hükmü verilen dava sayısı 87, Dostane çözüm ile sonlanan, kayıttan düşürülen dava sayısı 218 oldu.
 
Köpekle yurttaşlara işkence ediliyor
 
2015 yılından itibaren özellikle artarak devam eden işkence ve işkence yöntemlerinin, tüm ülkenin gözü önünde gerçekleştirilerek, halklara karşı bir tehdit aracı olarak kullanıldığı aşikardır. Şerali Dereli ve Servet Turgut’un maruz bırakıldıkları işkence ve bunun bir biçimde devlet organları tarafından üstü örtülü de olsa kabulü, işkenceyi uygulayanlar açısından cezasızlık politikasının ötesinde işkencenin, meşru bir zemine taşınması riskini ortaya çıkarmaktadır. Yine Rojbin Çetin örneğinde olduğu üzere köpekle yurttaşlara işkence edilmesi ve bu yöntemin idarece savunulması hak ihlalleri anlamında önü alınamaz bir yolda olduğumuzun göstergesidir.
 
Uzman çavuş İçişleri Bakanı tarafından korunmaktadır
 
Kuşkusuz işkence ve güvenlik güçlerinin orantısız şiddeti ile meydana gelen ölüm vakalarında devletin refleksi, kolluğun korunması şeklinde kendini göstermektedir. Bunun son örnekleri 2020 yılında Kemal Kurkut, Helin Şen, Gülistan Doku ve İpek Er davalarında yaşanmıştır. Kemal Kurkut’u katleden polis memuru hakkında beraat kararı verilmiş; Helin Şen’i katleden polis memuru hakkında bir günlük dahi olsa tutuklama kararı verilmesine gerek görülmemiştir. Batman’da İpek Er’i kaçırıp günlerce cinsel saldırıya maruz bırakıp intihara sürükleyen uzman çavuş hakkında, açık tüm delillere rağmen tutuklama kararı verilmemekte, uzman çavuş bizzat İçişleri Bakanı tarafından korunmaktadır. Aynı şekilde, Dersim’de 5 Ocak'tan bu yana kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku’nun son görüştüğü kişi olan ve babasının polis olduğu ifade edilen dosya baş şüphelisi Zaynal Abarakov hakkında da, dosya kapsamındaki tüm delillere rağmen tutuklama kararı verilmemiştir.  
 
Türkiye kötü bir karneye sahip
 
Kolluğa verilen cezasızlık zırhı açısından son derece kötü bir karneye sahip olan Türkiye, AİHM önünde defalarca cezalandırılmış olmasına rağmen son zamanlarda artan hukuk dışı uygulamalarıyla, hukuksuzlukta ısrarcı olduğunu göstermektedir. Fakat bu durumun, toplumsal kırılmayı derinleştirici etkisinin yanı sıra hukukun üstünlüğü ilkesini de yok sayması bakımından, ülkede yaratacağı olumsuz atmosferin engellenmesi için devlet gücü ile işlenmiş olan bu cinayetlerin bir an önce araştırılması ve sorumluların yargılanarak hak ettikleri cezaları almaları gerekmektedir.”