'Tutsakların talepleri hayata geçirilmeli'

  • 09:19 10 Aralık 2020
  • Siyaset
ANKARA - Bütçe Kanun Teklifi görüşmelerinde konuşan  HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, “Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki insan onurunu hiçe sayan, yaşam haklarını ihlal eden uygulamalara karşı süresiz, dönüşümlü açlık grevinin bugün 14’üncü günündeler. Bu sese kulak verilmeli, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere uygun davranılarak talepleri bir an önce hayata geçirilmelidir” dedi.
 
Meclis Genel Kurulu’nda 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi görüşmelerinde, konuşan HDP’li vekiller cezaevindeki ihlallerin yanı sıra PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ve cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine dikkat çekti. 
 
HDP Grubu adına ilk sözü alan HDP Kadın Meclisi Sözcüsü ve Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, konuşmasına cezaevinde rehin tutulan HDP’li siyasetçileri anarak başladı. Ülkenin iktidar tarafından en büyük kötülükle yüz yüze, karşı karşıya kaldığını söyleyen Ayşe, “Çünkü bir ülkede yapacağınız en büyük kötülük adaletsizlik duygusunu, adaleti ortadan kaldırmaktır ve maalesef bu ülkede toplumun her alanında adaletsizlik günbegün daha da derinleşiyor” dedi. 
 
‘Bu ülkede mahkemeler, savcılar, hakimler yok’
 
“Sadece bugünkü tartışmaları izlediğinizde aslında Türkiye’deki adaletin nasıl bir hâle geldiğini hepimiz tecrübeyle sabitledik” diyen Ayşe, şöyle devam etti: “Bir, bu ülkedeki ya da yargının, uluslararası yargının ya da hukukun en temel ilkeleri şu kürsüden bir de iktidarın Genel Başkanı tarafından her gün defaten ihlal ediliyor. Nedir bu; Masumiyet karinesi, değil mi? Uluslararası hukukta ‘masumiyet karinesi’ diye bir tanımlama var ve “Herkes, suçu sabit olana kadar suçsuzdur, masumdur.” der. Bakın, bugün bu ülkenin Cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı: ‘Sözde bir hakkı varsa da yargımız bu hakkını tanımasın.’ dedi ve baştan Sayın Demirtaş’ı suçlu ilan etti. Yargılama yok, bu ülkede mahkemeler, savcılar, hâkimler yok. Saray talimatı var, bunu onaylayan, işleten, noter görevi gören mahkemeler maalesef var, masumiyet karinesi yok.”
 
‘DGM dönemlerinde bile insanlar ne kadar ceza alacağını biliyordu’
 
Ayşe, “Dosyalar matruşka gibi, dosya içerisinden dosya çıkıyor. Bakın, DGM dönemlerinde bile -devlet güvenlik mahkemeleri, bu ülkenin en fazla eleştirdiği yargısal dönemlerden birinde- insanlar yargılandığında ne kadar ceza alacağını biliyordu. Örgüt üyesi mi? Ne kadar alacağını bilerek çıkıyordu. Bu ülkede bir defa cezaevine giren hangi suçla suçlanacağını bile bilmiyor ya da suçun neye göre değişeceğini de bilmiyor. Bakın, son bir örnek, bir kişi 15 Şubat eylemi gerçekleştireceği gerekçesiyle gözaltına alınmış, Cumhurbaşkanına hakaretten ceza almış; bu ülkede işler böyle yürüyor. Dediğim gibi bir de dosyalar matruşka gibi, dosya içerisinden dosya çıkıyor ki Sayın Figen Yüksekdağ’ın, Sayın Selahattin Demirtaş’ın ve önceki dönem MYK üyelerimizin yargılandığı dosyalar mükerrer, dosya içerisinden dosya çıkarma durumu aslında karşımızda bir örnek olarak duruyor arkadaşlar” ifadelerini kullandı. 
 
‘Çağlar Demirel’in odasına baskın yapıldı, işte sizin uygulamanız’
 
“Cezaevlerinde İmralı’dan Sayın Öcalan’dan başlayıp bütün cezaevine yayılan bir tecrit uygulaması var, bir tecrit siyaseti var” diyen Ayşe,  insanların en temel ihtiyaçlarına ulaşamadığını kaydetti. Ayşe, “Önceki dönem Grup Başkan Vekilimiz, sizlerle bu sıralarda oturan arkadaşımız, Çağlar Demirel’in odasına baskın yapıldı, elindeki elle yazılmış bütün materyallerine el konuldu. İşte, sizin cezaevinde uygulamanız bu” dedi. 
 
‘Meclis’in bir daha düşünmesi gerekiyor’
 
Türkiye’de kadınların tacize, tecavüze ve şiddete uğradığında bir erkeğin ceza alması için defalarca eylem yaptığının altını çizen Ayşe, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bütün bu Meclis’in -ama en fazla iktidarın ve ortağının- bu konuda dönüp düşünmesi lazım. Eğer bu ülkede Yargıtay, bir kadının tacizini ‘Babacan bir tavır olabilir mi acaba?’ diyerek yerel mahkemeye geri gönderiyorsa bütün bu Meclis’in, bunun üzerinden bir daha düşünmesi gerekiyor. Eğer bu ülkede kadınlar, korunmak için defalarca başvurmalarına rağmen koruma alamıyorlarsa, iktidarın bu konuda bir düşünmesi lazım. Eğer kadınlar, başvurduklarında ana dillerinde destek alamadıkları için ölüyorlarsa, iktidarın bu konuda bir düşünmesi lazım. İşte o kadınlar, sizin zümrenizin, sizin belirlediklerinizin, dışında… "
 
‘Her zaman ilk müdahale cezaevlerine ve siyasi mahpuslara oluyor'
 
Ardından söz alan HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, tüm iktidarların ne zaman toplumsal muhalefeti daha fazla baskı altına almak istese ve fazla faşizan yöntemlere başvursa, ilk müdahalelerinin cezaevlerine ve cezaevlerindeki siyasi mahpuslara yönelik gerçekleştiğini kaydetti. Bu durumu, “ Çünkü biliyorlar ki aslında siyasi mahpuslar gerçekte bir suç işledikleri için değil, bu baskıcı, zulüm iktidarına karşı durdukları için eşitliği, adaleti, özgürlüğü savundukları için, kadınlar erkek egemenliğine karşı mücadele ettikleri için zindanlara atılırlar, cezaevlerinde onları sessizleştirmeye, susturmaya çalışırlar” sözleriyle değerlendiren Züleyha, “ İktidarlar, iktidarlarını sağlamlaştırmak için yargı ve cezaevlerini araç hâline getirirler, o nedenle de haksız, hukuksuz verdikleri cezalar yetmez, ceza içinde ceza uygulaması başlar” dedi. 
 
‘Cezaevleri cenaze evine dönüştü’
 
Cezaevlerini “cenaze evlerine” benzeten Züleyha, sözlerini şöyle sürdürdü: “ Kanser olan, kalp hastası olan, felç olanlar toplum güvenliği bahanesiyle cezaevlerinden tahliye edilmiyor. Şimdi, kendi hayatını idame ettiremeyecek bir insan nasıl toplum güvenliğini bozabiliyor? Bunu, biri lütfen anlatsın. Hasta mahpusların acilen tahliye edilmesi gerekiyor. Adli Tıp Kurumunun raporlarını siyasi tutum izleyerek vermesinin önüne geçilmeli; bu konuda gerekli yaptırımların uygulanması gerekiyor. Tam teşekküllü hastane ve üniversite hastanelerinin vermiş olduğu raporların Adli Tıp Kurumu tarafından dikkate alınması gerekiyor. Şakran Cezaevinde, 14 kişilik koğuşta 31 kişi kalıyor. Mahpuslar nöbetleşe uyuyor, 31 kişilik koğuşa 20 kişilik yemek veriliyor, tek banyo ve tek tuvalet var. Bu da yetmiyor, Silivri, Ordu cezaevlerinde çamurlu su veriliyor.”
 
‘Kürtçe kitap verilmedi’
 
Afyon’da bir tutsağın Kürtçe olarak yazdığı bir kitabın “yabancı dil” kategorisinde değerlendirilerek kendisine verilmediğini aktaran Züleyha, “Hakkında yasaklama, toplatma kararı olmayan gazetelerin ve kitapların hapishanelere alınmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ailelerinden uzakta olan mahpusların ailelerine yakın cezaevlerine nakil talepleri kabul edilmeli, sürgün sevk uygulamalarına acilen son verilmelidir” dedi. 
 
‘Açlık grevlerine ses verelim’
 
Konuşmasına İmralı Cezaevinde yaşanan hukuksuzluklara değinerek devam eden Züleyha, İmralı cezaevinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit uygulamalarının tüm cezaevlerine yayılmak istendiğine dikkat çekti. Züleyha, “ Bu koşullar altında siyasi mahpuslar, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki insan onurunu hiçe sayan, yaşam haklarını ihlal eden uygulamalara karşı süresiz, dönüşümlü açlık grevinin bugün 14’üncü günündeler. Bu sese kulak verilmeli, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere uygun davranılarak talepleri bir an önce hayata geçirilmelidir” ifadelerini kullandı. 
 
‘İnsan haklarını korumak geliştirmek gerekiyor’
 
Ardından söz alan HDP Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit,  10 Aralık İnsan Hakları Günü’nün 72’nci yılında  insan hakları karnesinin yerlerde süründüğünü ifade etti. Dünyada ve Türkiye’de  insan hakları mücadelesinde bedel ödeyen, yaşamını yitiren, sürgüne çıkan, cezaevinde yatan onlarca, yüzlerce  kişi olduğunu söyleyen Gülüstan, “ Ben, bu anlamda da onları da selamlamak istiyorum. Dünyada ve Türkiye’de, artan baskılara karşı Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a kadar dünyanın dört bir yanında toplumsal muhalefet, ezilen halklar, ezilen cins olan kadınlar ve emekçiler ayağa kalkıyorlar ve haklarını aramaya çalışıyorlar. Bütün bu hak arama mücadelesinin karşısına iktidarlar neyi koyuyor değerli arkadaşlar? İktidarlar sistematikleştirilmiş işkenceyi, baskıyı ve zoru toplumun karşısına koyup hayatın tek gerçeği olarak aslında topluma dayatmaya çalışıyorlar. Peki, bu ağır koşullarda, dünyanın yaşadığı ağır koşullarda insan hakları mücadelesi açısından ne yapmamız gerekiyor? Tabii ki insan haklarını savunmak, geliştirmek, korumak gerekiyor” diye konuştu. 
 
Özcan, Kemal Kurkut, Berkin, Cemile, Ceylan, Uğur ve niceleri…
 
Geçen hafta Hakkâri’de  katledilen 16 yaşındaki Özcan Onay’ı anarak konuşmasına devam eden Gülüstan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ondan bir süre önce İstanbul’da kaçırılıp kırk beş gün sonra ortaya çıkan Bahtiyar Fırat. Onun dışında katledilen Kemal Kurkut, Berkin Elvan, Cemile Çağırga ve daha niceleri; Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Burak Uğraş… Ve bütün bunların faillerinin henüz bilinmemesi… Yıllarca süren Hrant Dink vakası ve gözümüzün içine baka baka o katillerin aklanması ve bayrağın arkasına gizlenmesi meselesi. Bütün bunları yan yana koyduğumuz zaman helikopterden atılmadan tutun da yargısız infaza kadar, gece panzerin evi basıp çocukları katletmesinden tutalım da cenazelerin sokak ortasında günlerce bekletilmesine kadar bütün bunlar insan haklarını zedeleyen, insan haklarını yok eden, insan haklarını yerle yeksan eden meseleler değil midir değerli arkadaşlar?”
 
‘Mehmet Emin amca ölünce mutlu olacak mısınız?’
 
23 yıldır cezaevinde tutsak olan Semire Direkçi’nin durumunu aktaran  Gülüstan, Semire’nin  yüksek tansiyon hastası  olduğu ve geçirdiği bir ameliyat sonrası bağırsaklarının dışarıda olduğunu söyledi.  Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutsak olan 60 yaşındaki Duri Kaygusuz’un beş aydır cezaevinde olduğuna dikkat çeken Gülüstan, “Kaygusuz; şeker, astım hastası, gözlerinden ameliyat olması gerekirken coronavirüs nedeniyle ameliyat olamıyor, değerli arkadaşlar. Bir örnek daha: Fatma Toprak; düzenli olarak tedavi gerektiren hastalıkları var, astımı var, romatizmal hastalığı var, ileri derecede kalp yetmezliği sorunu yaşıyor. Normalde hemen çıkarılması gerekir, değil mi değerli arkadaşlar? Ama çıkarılmıyor, hâlâ cezaevinde, hâlâ cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Hele, şu Mehmet Emin amca, Mehmet Emin Özkan; 82 yaşında ya, 82 yaşında! Ve siz, 82 yaşındaki, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir hasta mahpusu hâlâ cezaevinde tutmaya devam ediyorsunuz, Mutlu olacak mısınız? Mehmet Emin Amca ölünce mutlu olacak mısınız?”