Kırmızı oda dizisi ve birey olmak…
- 09:06 10 Ekim 2020
- Kadının Kaleminden
“TV dizilerinin içeriklerine bakacak olursak, şiddet uygulayan, şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştıran, sevgi, empati, şefkat gibi duygularla şiddet, ayrımcılık ve eşitsizliği bir arada işleyerek, bunların hepsinin bir arada olabileceği ve tolere edilebileceği mesajları veren, gençlerde mafyavari özentiler yaratan, şiddeti neredeyse sevdiren, kadını ezik ve çaresiz gösteren, ataerkil, otoriter olmayan, naif karakterli erkek tiplerinin bazı yapımlarda komedi unsuru olarak kullanıldığını, feodal yapılardaki geleneksel kadın ve erkek davranışlarını her gün topluma pompaladıklarını görüyoruz.”
Ayşe Kısmet
Masumlar Apartmanı ve Kırmızı Oda dizileri, psikoterapide danışan - danışman ilişkisine dair teknik ve etik olarak sorunlu yönler barındırdığını düşünüyorum. Bu yönüyle, yapımların içeriklerini ve toplumla buluşmaları için seçilmiş prime - time saatini bir yönüyle olumlu, ancak başka bir yönden olumsuz buluyorum.
Psikoterapi seanslarının olmazsa olmazlarından danışan - danışman arasındaki güven ilişkisinin zarar gördüğünü düşünüyorum. Tabi, bu kitaplar ve diziler öncesinde her bir danışanından onay alınmamışsa…
Yine danışan - danışman ilişkisinde, terapistin yapmaması gereken birçok yaklaşımın olduğunu görüyorum. Bu ilişkide gördüğüm hatalar, başka bir yazının konusu olabilecek detaylar içerdiği için değinmiyorum.
Asistan Tuna üzerinden devam edeyim. Kitaplarından bildiğim kadarıyla, yıllardır beraber çalıştığı birisi Tuna. Dolayısıyla, ne dışarda beklerken, ne danışan görüşme odasındayken, ne de danışanı yolcularken her ne olursa olsun onlara karşı duygularını yansıtan bir hareket, bir mimik geliştirmemeli. Durum iyi niyetli ve sevgiden kaynaklanan bir durum bile olsa, bunlar yargılayıcı ifadelerdir.
Kitap okumayan, tiyatroya gitmeyen ( belki gidemeyen ) bir toplumun, kendi yaşamını ve dışardaki dünyayı prime - time dizilerle öğrenmeye çalışması, kaçınılmaz bir sonuç. Asgari ücretle yaşayan, emeklilikten sonra da çalışmak zorunda olan, kredi borçlarıyla yaşayan bir toplumda, “kitap okumayan” diye nitelendirmek ne kadar doğruysa, o kadar doğruyla, kitap okumayan ve kültürel aktivitelerde bulunmayan bir toplumdan bahsediyorum. Bu yönüyle - içeriklerinde oldukça problemli yanlar görmekle birlikte - toplumun genelinin TV başında olduğu saatlerde, hele ki bu pandemi günlerinde ve aile içi şiddet bu kadar artmışken, adı geçen dizilerin yayınlanmasını olumlu buluyorum.
Eserlerin sahibi Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun, sosyal medya hesaplarını kullanma biçiminden, seçtiği yapım şirketinden röportaj verdiği gazetecilere ve şahane deneyimlerini prime-time dizisi yapması tercihlerini popülist hareketler olarak gördüğümü ifade etmeliyim. Yazımın başında, bu yönünü olumlu bulduğumu ifade etmiştim; fakat yazarın tercihi olarak bu saati seçmesini popülist bir hareket olarak görüyorum.
Mesleği psikolog ve psikiyatr olanlar hangi sorunları gördüler bilemiyorum. Sosyal medyada pek çok eleştiri yazısı okudum. Bazılarına katılıyorum, bazılarına katılmıyorum.
Dizilere dair bende sempati yaratan yön ise şudur: Toplumumuz, psikolog ya da psikiyatre gitme konusunda (rakamları bilmemekle birlikte ) halen oldukça vahim bir noktada. Halen bir tabu ve önyargı.
Ve gidenler, bir danışmana gittiklerini çoğu zaman saklıyorlar. Oysa ki, bedenimizin başka sorunları olduğunda bir hekime danışmak ve çözüm arayışına girmeyi o kadar doğal görüyoruz ki.. ve ne yazık ki bu tezat durum, halen bizim yaşamımızın orta yerinde duruyor.
Tam da bu nedenle her iki diziyi de önemsiyorum. Bir psikoterapi kliniği nasıldır? Nasıl bir atmosferdir? Ne tür insanlar gider? İnsanlar hangi ihtiyaç durumunda buraya başvurmalıdır? Uzmanlar danışanlara nasıl davranırlar ve nasıl iyileştirirler? Neler yaşanır? Gibi onlarca ( açıklıkla sorulmayan ) sorunun cevaplarının bu yapımlarda olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu diziler bu konuda toplumsal fayda içeriyor. Ne var ki, kimi detaylarda genelde uzmanların ya da konu hakkında hassasiyetleri olanların görebileceği aksaklıklar mevcut. Bunların da yapımda giderilmesini temenni ediyorum.
Yazının başlangıcında adı geçen doktorun bu yapımı prime - time dizisi yapmasını popülist bir hareket olarak gördüğümü ifade etmiştim. Fakat popülist hareketlerin her zaman olumsuz olmadığını bu yapımların sonuçlarına bakarak görebiliriz. Zira, dizinin ve uzmanın sosyal medya hesaplarını takip ettiğimde, olumlu yanının, olumsuz yanından daha fazla olduğunu görüyorum. Zaman zaman yalnızca kendisini tatmin eden, yine de bireysel ya da toplumsal soruna çok değinmeyen, “ağlak” diye ifade edebileceğim duygusal yorumlar bulunmakla birlikte, yapımda kendisini gören, karakterlerle özdeşim kuran, kendi hayatıyla, doğruları ve yanlışlarıyla doğru bir yüzleşme yaşama eğilimi kazanan insanlar olduğunu görüyorum.
Bazı postlara yapılan “ağlak” yorumlara, “Meliha ve kardeşleri sizin komşunuz olsaydı ne yapardınız? ” sorusuna ise 1 kişiden başka yanıt alamadım. Bu yanıt alamamanın bin bir türlü nedenleri olabilir. Fakat kişisel olarak yorumlamada bulunacak olursam; bunun 1. Toplumsal korku ve kaygılar, 2. Toplumsal önyargılar, 3. Şiddetin hem çok içimizde hem de dışımızda olduğu gibi sonuçlara varabilirim. Ancak bu ruh halini anlama çabam devam ediyor. Ve son yıllarda moda olageldiği gibi, bütün bir toplumu “cahil” olarak etiketlemek yerine, anlama ve yorumlamayı seçiyorum.
TV dizilerinin içeriklerine bakacak olursak, şiddet uygulayan, şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştıran, sevgi, empati, şefkat gibi duygularla şiddet, ayrımcılık ve eşitsizliği bir arada işleyerek, bunların hepsinin bir arada olabileceği ve tolere edilebileceği mesajları veren, gençlerde mafyavari özentiler yaratan, şiddeti neredeyse sevdiren, kadını ezik ve çaresiz gösteren, ataerkil, otoriter olmayan, naif karakterli erkek tiplerinin bazı yapımlarda komedi unsuru olarak kullanıldığını, yine eş veya partner aldatmanın da birçok yapımda güldürü olarak kullanıldığını, feodal yapılardaki geleneksel kadın ve erkek davranışlarını her gün topluma pompaladıklarını görüyoruz.
Oysa ki Kırmızı Oda dizisi, diğer dizilerin aksine, ekonomik nedenle, pandemi sebebiyle ve alışkanlık ürünü akşam saat 20.00 de karşısında geçtiğimiz televizyondan, bir prime - time dizi olarak bütün topluma, yalnızca şiddetin yanlış olduğunu söylemiyor, yanı sıra, şiddetin insanlardaki kökeni ve çözüm yollarıyla ilgili de bilgi veriyor, cesaret veriyor. İnsanlara yaşadıkları korkunç ortamda yalnız olmadıkları duygusunu, toplumda her katmandan insanın şiddet görebileceğini, ama çözüm yollarının bulunduğunu gösteriyor.
Üstelik yaşadığımız korkunç şeylere çözümü bulan Batman ya da Örümcek Adam gibi Amerikanvari bir kahraman değil; bizzat kişinin kendisi. Kırmızı Oda dizisinde, Meliha’yı, Mehmet’i ve Alya’yı içinde bulunduğu dipsiz kuyudan çıkaran, uzmanın kendisi değil, uzmanın doğru sorularıyla birlikte kişilerin kendisi. Bireylerin kendilerini tanımaları, anlamaları, kendi sorunlarına ( destekli de olsa ) kendilerinin çözümler bulmaları, birey olarak var olmanın, toplumsal sorunlarımıza çözüm üretmenin birinci adımı gibi gözüküyor.
Danışanların değil, hikayelerin ifşa edilmesi, belki danışan - danışman ilişkisi açısından problem yaratma potansiyeli taşısa da ( her ne olursa olsun danışandan izin alınmalı. ) toplumsal fayda açısından yararlı buluyorum. Ve bağlamda danışan - danışman ilişkisinin izinsiz paylaşılmasını sorunlu bulmakla birlikte, mevcut dizilerin şiddetin ifşası, sorgulanması ve ortadan kaldırılması adına atılmış bir adım olmasını temenni ediyorum.