Tahliye edilen Sariye Taşkesen cezaevini anlattı: Farklı bir evren

  • 09:02 30 Temmuz 2024
  • Güncel
 
Öznur Değer
 
ÇEWLÎG - 8 yılın ardından tahliye edilen Sariye Taşkesen, yaşanan ihlalleri, tecridi ve protesto eylemlerini, “Cezasını bitiren arkadaşlarımız kurullar tarafından tahliye edilmiyor ve hayatlarından zamanları çalındığı için yaşadıkları kayıpları çok derin yaşıyorlar. Tecridin insanlık suçu olduğunu her yerde haykırmak gerekiyor” sözleriyle anlattı. 
 
Amed’de 26 Nisan 2016’da “örgüte üye olmak” iddiasıyla tutuklanan ve yargılandığı Diyarbakır 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında verilen 13 yıl 6 ay hapis cezasının Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi tarafından bozulması üzerine 5 Temmuz’da Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden tahliye edilen Sariye Taşkesen, cezaevini ve yaşanan hak ihlallerini anlattı.
 
‘Farklı bir evrene geçiş yapmış gibi hissettim’
 
Tutulduğu cezaevinden 8 yılı aşkın bir süre sonra tahliye edilen Sariye, cezaevi ile dışarıdaki yaşamın duyguda ve yaşamdaki farklılıklarına dikkat çekti. “Çocukluğunun şehrini beklerken bambaşka bir şehir ile karşı karşıya kalıyorsun” diyen Sariye, “Bingöl’den çıktığımda tek katlı, bahçeli evler beklerken, evlerin apartmanlaştığını ve tamamen betonarme yapılara dönüştüğünü gördüm. Kentsizlik ve yaşam alanının yokluğuyla karşılaştım. Bu yoğun bir hayal kırıklığına neden oldu. Kurdistan’ın en güzel coğrafyalarından birinin yok edilmesi ve buna gelişmişlik denmesi uygarlığın bizi getirdiği noktayı da gösteriyor. İnsanların buna ikna olması ya da bunu çok büyük bir medeniyet olarak algılaması tarihsel süreci ve yaşam gerçekliğimizi ne kadar göz ardı ettiğimizi de gösteriyor. Çünkü çocukluğumun şehrinde insanların ilişkilerinde daha yoğun bir samimiyet varken binalara hapsolmuş insan gerçekliğiyle karşılaştım. Farklı bir evrene geçiş yapmış gibi hissettim. Hayata bakış açısı çok farklı, yaşam anlayışı çok başka, üslup çok farklı. İçerdeki yaşam komünal değerlere bağlı. İnsanların birbiriyle anlaşabildiği ilişkilenebildiği, paylaşabildiği, yoğun duygular beslediği bir alan” dedi.  
 
‘Bizim normalimiz dışarıya göre anormal, dışarının normali bize göre çok anormal’
 
Mekanın kısıtlılığının insanın yaşam alanını genişlettiğinin altını çizen Sariye, cezaevinde oluşturulmak istenen geometrik şekillere inat hayata tutunarak daha gerçekçi düşünebildiğini ve daha yoğun hissedebildiğini ifade etti. Dışarda ise mekanının genişliğinin kişiyi bunlardan uzaklaştırdığını söyleyen Sariye, “Artık bizim normalimiz dışarıya göre anormal, dışarının normali bize göre çok anormal. Bu toplumdan kopmuş veya toplumdan umudunu kesmiş olmak anlamına gelmiyor. Bizim toplumla ne kadar bütünleşmemiz gerektiğinin aciliyetini de ortaya koyuyor. Çünkü değer yargılarımıza göre daha insancıl, daha toplumcul bir bakış açısına sahip olduğumuz için, sistemin toplum üzerinde yarattığı etkiyi yok etmek için daha toplumcul bir yaşam anlayışıyla yaklaşmamız gerekiyor. Cezaevleri, hep kısıtlı mekanlar ya da yapılacak bir şeyin olmadığı mekanlar olarak algılanıyor ama öyle değil.  Üretici, yaratıcı, geniş ufuklu bireyler olarak güçlü bir topluluk oluşturabiliyoruz” diye belirtti. 
 
Paralel evrenden bir geçiş…
 
“Her kesimden kadının bir arada yaşadığı, bir toplumduk” diyen Sariye, “Orada birbirimizin sorunlarını dinleme, tecrübelerimizi birbirimize aktarma ve bunları geliştirme noktasında büyük bir emek ve çaba sahibiydik ama dışarıda bu kadar imkan içerisinde yaratıcılığın köreldiği, üreticiliğin bittiği, kadının kadını anlama noktasında zayıf kaldığı bir gerçeklikle karşı karşıya kaldık. Bir kadın olarak, kadın olmanın hakikatini anlamaya çalıştığım bir süreçte kadınlarla bir yaşam çizgisi oluşturmam için daha çok emek vermem gerektiğini, kadın özgürlük mücadelesinin, jineoloji gerçekliğinin bizlere kattığı değerlerle birlikte kadınlarla yeniden bir yaşam kurmanın gereklilik ve aciliyetini gördüm. İlk elden hissettiklerim daha çok paralel evrenden geçiş gibi oldu” ifadelerini kullandı. 
 
‘Tecrit tarihte CIA ajanları tarafından oluşturuldu’
 
“Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” şiarı ile cezaevlerinde başlatılan eylem sürecini anlatan Sariye, “Zindan gerçekliği ‘Direniş zafere, teslimiyet ihanete götürür’ şiarı ile başladı. Geçen 40 yıllık zaman içerisinde farklı yönelimlere karşı mücadele gerçekliği ve zenginliği açığa çıktı. Bu yönüyle çeşitlilik ve zenginlik her zaman vardı. Son süreçte gerçekleştirdiğimiz eylem, bu şiar ekseninde hem süreci daha doğru anlatabilmek için hem de Önderlik üzerindeki tecridin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya yönelik somut bir eylemdi. Sürekli dillendirilen bir söz var; ‘Tecrit insanlık suçudur.’ Bugün Türkiye Cumhuriyeti, insani olan bütün ahlaki gerçekliği ortadan kaldırarak bir insanlık suçu oluşturuyor ve tecridi var ediyor. Tecridin tarihçesine baktığımız zaman, CIA ajanları tarafından oluşturulmuş ve bunu daha sonra insanı izole ederek, insanı insan olmaktan çıkaran bir yöntem olarak kullandığını görüyoruz. Bugün İmralı’da uygulanmak istenen de budur” sözlerine yer verdi.
 
‘Abdullah Öcalan bir halkın yaratmış olduğu değerlerin bütünüdür’
 
Tecrit edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın halk üzerindeki etkisini aktaran Sariye, “Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan bir halkın önderidir, bir halkın yaratmış olduğu değerlerin bütünüdür. Komple bir kişiliktir ve bir halk gerçekliğinden ayrı tutulamaz. Önderlik üzerindeki tecrit ile birlikte yok edilmek istenen şeyler, Kürt halkının yok edilmesini de ifade ediyor. Bu bilinçle bir direniş açığa çıkarıyoruz. Önderlik gerçeği ile kendi halk gerçekliğimizi bütünleştiriyoruz. Eylemlerimizle var olmanın mücadelesini veriyoruz. Cezaevi koşullarının yarattığı ve mekanın insana sağladığı şeyler dışarının aktifliğini, yoğunluğunu daha sınırlı tutuyor. Bu yüzden açlık grevi eylemleri de yoğunluklu gelişiyor. Çünkü açlık grevi eylemi insanın en zirveleştiği eylemdir. İnsanın bedenini ölüme yatırdığı eylemdir. Ve bunu gönüllü olarak gün gün eriyerek gerçekleştirmedir. Ama bir halkın varlık mücadelesinde bu erime insanın kendini yenilemesi veya yeniden var etmesi anlamına geliyor. Eriyen bedenler ile birlikte sistemin yarattığı ağır etkilerden de kurtuluyorsun. Anka kuşu gibi yeniden var oluşunu gerçekleştiriyorsun. Kendini bu halk için bir şeyler yaptığının bilincinde oluyorsun. Son gerçekleştirdiğimiz eylem bedensel olarak yoğun bir etkide olmasa da tecrit koşullarını çok net bir şekilde gösteren bir eylemdi” dedi.
 
‘Önderlik mekanında Önderlik koşullarında yaşıyoruz’
 
Anayasanın, kişi fark etmeksizin herkese yaşam hakkı verdiğini hatırlatan Sariye, herkese uygulanan bu hakkın Abdullah Öcalan’a uygulanmadığına işaret etti. Aile ve avukatlarıyla görüş yapamadığını hatırlatan Sariye, “Biz bu durumu protesto etmek için bu eylemi gerçekleştirdik. Sayın Abdullah Öcalan için en yaşamsal hakların bile uygulanmadığı bir sistemde biz Önder olarak kabul ettiğimiz Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan bütün politikaları reddederek bu eylemi gerçekleştirdik. Önderlik mekanında Önderlik koşullarında yaşıyoruz. Bu uygulamalarla birlikte Önderliğin yarattığı değer yargılarını daha derinden hissetme, anlama ya da bir insanın yalnız başına her şeyden bağımsız neler yaratabileceğinin bilincine bir nebze de olsa varabilmek için bu eylemi gerçekleştirdik. Bu tek yönlü bir eylem de değildi. Önderliğimizin ailesi ve avukatları Önderliğimizle görüşemiyor. Bizlerin aile ve avukatlarımızın da kendi aile bireylerinden birinin ya da müvekkilleri ile görüşememenin ne demek olduğunu, Önderliğin ailesini hissetme ve yaşama boyutunda hangi duyguların açığa çıkmasını anlaması için de gerçekleştirdik. Bu eylemin daha derin bir etki yaratmasını isterdik. Önderliğin yaş gününe atfen 72 ülkede bir kampanya başlatıldı. Bu bizim için çok değerli, çok önemli. Önderliğimizin 72 ülkede bir Önder olarak kabul edilişinin ispatıydı. Biz de zindanda bunun dışında kalmak istemedik. Bazı şeylerin kendini tekrarlamasından ziyade, yaratıcı fikirlerle pasif direnişi de açığa çıkarabilecek bir tarzda Önderlik koşullarında yaşamayı ve uygulanan tecridi protesto etmek amacıyla bu eylemi gerçekleştirdik. Bu eylem derin duygulara neden oldu. Özgür insanla özgür mekanlarda bizi daha çok yakınlaştırdı” şeklinde konuştu. 
 
‘Cezaevindesin, burası mahrumiyet ve mahkumiyet mekanı'
 
Tahliye edildiği Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde yaşanan hak ihlallerine değinen Sariye, “Cezaevi yapısı mevcut haliyle insanın bütün eşyalarını barındıramayacağı veya hijyenik şekilde sağlayamayacağı bir ortam. Bunun için aileler tarafından koliler gönderildiğinde içindeki çanta poşetleri alırız eşyalarımızı yerleştiririz. Ama bunlar, ‘güvenlik’ gerekçesiyle toplatılmaya başlandı. Olası yangınlara karşı önlem alındığı söylendi. Oysa yapmak isteyen her şekilde yapabilir. Müdüre, çamaşırlarımızı ve çoraplarımızı aynı yere koymak istemediğimizi ve bu durumun bizim için sağlıksız olduğunu belirtip bunun nedenini sorduğumuz zaman, ‘Cezaevindesin, burası mahrumiyet ve mahkumiyet mekanı. Eğer sana poşeti verirsem senin mahkumiyetinin ne anlamı kalır’ cevabını alırız. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi, mahrumiyet ve mahkumiyet politikalarıyla tutsaklar üzerinde özel bir konsept oluşturmuş. Her şeyin reddedildiği ya da yasaklandığı bir sistem. En basit, en tali olayların bile karmaşıklaşarak içinden çıkılamayacak bir krize dönüştüğü, çözümsüz kalındığı bir sistem haline gelmiş. Kadın özgünlüğünün göz ardı edildiği bir sistem uygulanıyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Kürt olduğun için kendini nasıl hissediyorsun?’
 
Yaşanan politikaların başında da İdare ve Gözlem Kurulları’nın geldiğine vurgu yapan Sariye, şöyle devam etti: “Bu kurullar aslında cezaevi var olduğu günden bugüne var olan kurullar ama daha çok cezaevi iç işleyişi ile ilgilenen, olası sorunlar karşısında pratik çözümler üreten, bir nevi organize görevi gören bir sistemken, 2021 yılında gerçekleşen gerçekleştirilen İnfaz düzenlemesiyle birlikte farklı boyutlara ulaştı. Öyle ki insanlarda, emniyetten sonra mahkemeye çıkmamak gerektiğini, cezaevine konulduktan sonra zaten cezaevi idare ve gözlem kurullarının yeniden bir yargılama sistemi ile kişiye istediği cezayı verdiği ve bu hakkı kendinde gördüğü düşüncesi uyanıyor. Biz mahkemelere çıkıp savunma yapıyoruz ve bu doğrultuda bize verilen cezaları infaz etmek için cezaevine giriyoruz. Ama İdare ve Gözlem Kurulları bu infazı yeterli bulmayarak kendi sistemleri ile iyi-kötü, doğru-yanlış analizleriyle birlikte keyfi uygulamalarla kişiyi cezaevlerinde tutabiliyor. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulunda teknisyen, başgardiyan, psikolog, eğitmen ve müdürler yer alıyor. Kurulda olması gereken savcı yer almıyor. Savcı ile görüşmek neredeyse imkansız. İdare ve Gözlem Kurulları, kişinin özgürlüğünü engelleyen bu kurumlarda savcının olması birinci müdürün ve en üst yetkilinin olması gerekiyor. Ve yine ceza aldığımız mahkemelerde bize sorulan soruların sorulmaması gerekiyor. ‘Neden HDP il binasına gittin? Neden HDP yöneticisisin? PKK’yi terör örgütü olarak görüyor musun? Abdullah Öcalan senin için önder mi? Kürt olduğun için kendini nasıl hissediyorsun’ sorusuna kadar etnik kökene dair bile sorular soran, bunları dayatan, pişmanlık ifadesi arayan bir ifadeyle karşı karşıyayız. Yıllardır verdiğimiz mücadele ve açığa çıkardığımız direnişi bertaraf edilmesini amaçlayan bir sistemle karşı karşıyayız. Böylesi bir tavrı kabul etmediğimizi her fırsatta dile getirdik.”
 
'Kurulların hayatlarımızdan çaldığı zamanın telafisi yok’
 
İdare ve Gözlem Kurullarının Anayasal olarak hukuki bir kurum olmadığını, keyfi uygulamalarla tutsaklara hukuksuzluğun dayatıldığını dile getirdiklerini kaydeden Sariye, cezasını bitiren arkadaşlarının bu kurullar tarafından tahliye olmadığını ve hayatından zamanlarının çalındığı için yaşadıkları kayıpları çok derin yaşadıklarını vurguladı. Sariye, “Kısa bir süre önce birlikte kaldığım arkadaşım Jiyan Ateş, cezası bittiği halde iki yıldır serbest bırakılmıyordu ve bu süreçte babasını kaybetti. Babası ile yaşayabileceği zamanının telafisi yok, bir daha babasını görme imkanı yok. Bunun çalınması bile en insani olan bir hakkın kişinin elinden alınması dünyadaki en büyük insanlık suçu ve insanlık ayıbıdır. Biz bugün dünyanın en büyük insanlık suçu ve ayıbı ile karşı karşıyayız. Kürt olduğumuz için çifte standartla karşı karşıyayız. Bize dayatılan sistemin değerlerini kabul etmediğimiz için bu muameleyi görüyoruz. Ne yaşarsak yaşayalım asla kabul etmeyeceğimiz bir kurumdur. Cezaevlerin bu kurullara karşı tavır net. Bu kadar hunharca saldırmalarının temel nedenlerinden biri de bu” diye belirtti. 
 
‘Artık bu hukuksuzluğa dur demek gerekiyor’
 
Kurul tarafından çok ilginç değerlendirmelerle karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Sariye, “Bir arkadaşımız siyasi bir tutsak olduğu ve bekar olduğu halde, adli bir tutsağın dosyası ile karıştırıldı. Öldürdüğü kocasının mezarına zarar vereceği düşüncesiyle tahliyesi ertelendi. Ve bunu AYM de kabul etti. Kişinin hüviyetine dahi bakıldığında o kişinin bekar olduğu anlaşılır. Biri musluğu açık bıraktı, biri gece 00.00’da ışığı açık bıraktı, kitap okudun-okumadın… Böyle bir denetim de söz konusu değil. Bu tür gerekçelerle tahliyeyi engelleyen bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bunlar tamamen hukuksuz, keyfi ve insani olmayan uygulamalardır. Bu ülkede hukukun olmadığını gösterdiği gibi hukuka ve anayasaya olan inancın da yerle bir edildiği anlamına geliyor. Ama biz yine de hukuki mücadelemizi yürütüyoruz. İtiraz ve şikayetlerimizi yapıyoruz. Orada yaşanan hukuksuzluğu, karşılık bulmasa da dünyaya duyurmaya çalışıyoruz. Kurala verdiğimiz en büyük yanıt da bu oluyor. Bugün onlarca arkadaşımız cezası bittiği halde çıkmayı bekliyor ama çıkamıyor. Arkadaşlarımızın fiili olarak infazları yakılıyor ve tüm cezasını bitirdikten sonra tahliye edilebiliyorlar. Artık bu hukuksuzluğa dur demek gerekiyor. Eğer bir ceza verildiyse mahkemeler tarafından bu hukukun işletilmesi gerekiyor. Müddetnamelerimizde koşullu salıverilme tarihi ile hak ederek çıkma tarihi yazılır. Eğer mahkemeler buna göre çıkma tarihimizde belirliyorsa ve ortada bir yasa varsa sen de bu yasaya uymak zorundasın” dedi.
 
‘Tecridin insanlık suçu olduğunu her yerde haykırmak gerekiyor’
 
Tecride karşı ortak mücadele vurgusunda bulunan Sariye, “Tecrit bir insanlık suçudur. Belki dışarıda bunun farkında değilsiniz. Geniş alanda istediğinizi yaparak kavramların çarpıtılması ile birlikte özgürlük anlayışını çok farklı ele alabiliyoruz. Ama cezaevlerinde, kapalı alanlarda, hareketin kısıtlı olduğu mekanlarda özgürlük çok başka anlam ve tanımlara kavuşuyor. Yaşamın bir zorunluluğu anlamına geliyor. O yüzden bu suça ortak olmamak gerekiyor. Bunun için mücadele etmek gerekiyor. Tecridin insanlık suçu olduğunu her yerde haykırmak gerekiyor. Bunun direnişini büyütmek gerekiyor. Gerekli olan, pratiksel, hukuksal, siyasal her çabanın yürütülmesi gerekiyor. Çünkü tek boyutlu bir şey değil, bütünlüklü, komple olan bir sistem sorunuyla karşı karşıyayız. Bunu yıkabilmek için de evde, sokakta, okulda, mecliste, zindanda nerede olursak olalım hayatın her alanında bunu dile getirip bunun mücadelesini güçlü bir şekilde vermek gerekiyor” çağrısında bulundu.   
 
Sariye Taşkesen hakkında 
 
Sariye Taşkesen 26 Nisan 2016 yılında Amed’de “örgüte üye olmak” iddiasıyla tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevine gönderildi. Bir buçuk yıl Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Sariye, ardından Sincan Kadın Kapalı Cezaevine sürgün edildi. Sariye, yargılandığı Diyarbakır 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “örgüte üye olmak” iddiasıyla 13 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, yerel mahkeme kararını bozarak tensiple hakkında tahliye kararı vermesinin ardından 5 Temmuz’da tutulduğu cezaevinden tahliye edildi. Sariye, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Leyla Güven öncülüğünde 8 Kasım 2018’de başlatılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevine katılarak, 100 günü aşkın süre grevde kaldı.