‘Kadınlar kolluk ve yargı eliyle katledilmeye sürükleniyor’

  • 09:07 13 Mayıs 2024
  • Güncel
 
Şehriban Aslan
 
AMED - Artan kadın katliamlarına dikkat çeken Avukat Berfin Polat, Aile Mahkemeleri'nin 6284 sayılı yasa kapsamında vermesi gereken koruyucu ve önleyici tedbir kararlarını, çok yetersiz bir şekilde ve yetersiz süreler içinde verdiğine dikkat çekerek, "Kadınların şiddet öykülerinin özgünlük durumları aslında göz önünde bulundurulmuyor" dedi. 
 
Türkiye ve Kurdistan kentlerinde, yargının ve devletin politikaları sonucu kadın katliamları ve kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Önleyici veya caydırıcı cezalar uygulamayan ve kadınları erkeğin gölgesine hapsetmeye çalışan devlet aklı, kadınlar için haklarını arayabilecekleri tüm hukuk yollarını ise kapatıyor.
 
Rosa Kadın Derneği Yönetim Kurulu üyesi avukat Berfin Polat, artan kadın katliamlarını ve nedenlerini değerlendirerek, kadınların destek alma süreçlerinde yaşadığı zorlukları anlattı.
 
Kadına yönelik şiddet ve katliamların arttığı bir dönemden geçtiklerini kaydeden Berfin, “Elbette buna eş değer olarak çok yükselen bir kadın direnişine de şahitlik ettiğimiz bir dönem. Kadın katliamları, kadına yönelik şiddet, kadınların haklarının gasp edilme hali maalesef ki tarihsel süreçten bu yana değişmeyen bir gündem olarak karşımızda duruyor. Ve kadınlar sadece evli oldukları erkekler ve yahut en yakınlarındaki erkekler tarafından değil, tüm partnerlik ya da sosyal ilişkilerinde, iş ilişkilerinde ve toplumsal yaşamın tüm mekanizmaları ve kurumlarında birçok şekilde birçok şiddet türüne maruz kalıyor. Yeni yeni şiddet türlerinin üretildiği bir sistemle de karşı karşıyayız” diye belirtti.
 
‘Kadınların ilk başvurdukları mekanizma kolluk’
 
Kadınların şiddete maruz kaldıklarında başvuracakları mekanizmaların oldukça az olduğunu ve bu mekanizmalardan sonuç alma halinin ise neredeyse olanaksız hale geldiğini ifade eden Berfin, “Zira kadınların şiddete maruz kaldığında ilk başvurdukları mekanizmalar; kolluk, aile mahkemeleri, sığınaklar, sivil toplum örgütleri oluyor. Kadınların kolluğa ilk olarak başvurduklarında, kolluğun kadınları ne kadar yanlış yönlendirdiğini, 6284 sayılı yasa kapsamında gerekli bilgilendirmeleri yapmadıklarını, gerekli kararları almadıklarını görüyoruz. Yine aynı şekilde kadınları şiddet ortamlarına geri gönderecek şekilde ara buluculuk görevini üstlendiklerini ve kadınlara 'bir tokattan bir şey olmaz' şeklinde söylemlerle failin yanına geri gönderdiklerine şahitlik ediyoruz” dedi.
 
‘Kadınların özgünlük durumu göz önünde bulundurulmuyor’
 
Berfin, kadınların şiddete maruz kaldıklarında başvurdukları bir diğer mekanizmanın ise Aile Mahkemeleri olduğuna işaret ederek, “Aile Mahkemeleri 6284 sayılı yasa kapsamında vermesi gereken koruyucu ve önleyici tedbir kararlarını, çok yetersiz bir şekilde ve yetersiz süreler içinde veriyor. Kadınların şiddet öykülerinin özgünlük durumları aslında göz önünde bulundurulmuyor. Her kadının şiddet öyküsü farklı ve aslında ihtiyaç duyduğu tedbir ve korunma talebi farklılık arz edebiliyor. Fakat biz kararlara baktığımızda hemen hemen çoğu kararın aynı matbu(?) koruyucu ve önleyici tedbir taleplerine hükmedildiğini görüyoruz. Kararların 15 gün-1 aylık gibi çok kısa süreler için alındığını görüyoruz. Bunun yanı sıra boşanma davalarının uzun sürmesi sorunsalı ayrı bir husus taşımakla birlikte yine kadınların talep ettiği korunma ve önleyici tedbir taleplerinden aslında boşanma davalarına bir delil mahiyetinde sanki bir talepte buluyorlarmış gibi mahkeme heyeti tarafından ret kararlarıyla karşı karşıya kalıyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Hukuki danışmanlık desteği
 
Kadınlar lehine koruyucu ve önleyici tedbir taleplerine hükmedildiğinde, şiddet faillerinin bu durumu ihlal etmesi halinde kadınlara bir ihbar hakkı doğduğunu söyleyen Berfin, bu durumda zorlama hapsinin uygulanması gerektiğine dikkat çekti. Berfin, "Şiddet başvurusu alan bir kurumuz ve kadınlara hukuki danışmanlık desteği de veriyoruz. Biz başvurucularımıza şunu dediğimizde; ‘koruyucu, önleyici tedbir talebine başvuruldu ve şiddet faili bunu ihlal ettiğinde siz ihbar edebilirsiniz’ şeklinde hukuki danışmanlık desteği verdiğimiz de danışan kadın bize şunu söyleyebiliyor; ‘ben bunu yaparsam daha fazla celallenir ve beni öldürür’ şeklinde bir söylemle karşı karşıya kalıyoruz. Eğer ki bir şiddet failinin söylemi bir kadın üzerinde onu koruyan tüm kanunlardan tüm mekanizmalardan daha fazla tesir bırakıyorsa, bu ülkede tüm mekanizmaların aslında nasıl bir erk sistem üzerine kurulu olduğunun net bir şekilde göstergesidir. Ve dolayısıyla, hem kolluğun bu pratikleri hem aile mahkemesinin bu pratikleri kadını yeniden şiddet ortamına geri gönderen hususlar taşımaktadır” diye konuştu.
 
Sığınakların durumu
 
Sığınakların durumuna da değinen Berfin,  şöyle konuştu: “Yine aynı şekilde sığınaklara baktığımızda; hem sığınakların sayısı yetersiz hem de koşulları oldukça kötü. Kadınlar oraya 12 yaşından büyük çocuklarıyla gidemiyorlar ve bu durum kadını oraya gidip gitmeme noktasında kararsız bırakan bir mesele. Yine sığınaktaki personellerin kadınlara şiddet niteliğindeki kötü yaklaşımları muameleleri caydırıcı söylemleri de aslında sığınaklarında kadınların ilk başvurdukları mekanizmalardan olmasına rağmen, kadını hala şiddet ortamından uzaklaştıran bir mekanizmaya evrilemediğini bize gösteriyor. Tüm bu hususlar, 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi çok kapsamlı bir sözleşmeydi. Kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığını çok kapsamlı bir şekilde ele alan bir sözleşmeydi. Bu sözleşmeden çekilmeyle 6284 hedef alındı. Anayasa değişikliği şu an gündemde, medeni kanundaki nafaka ve boşanma gibi birçok husus şu an tartışılmakta. Bazısı için bu tartışmalar hem kadınlar hem de LGBT +’lar için nasıl bir karanlık tablonun bizi beklediğini de net bir şekilde göstermektedir ve dolayısıyla kadınların tüm bu mekanizmalar dışında başvurdukları bir diğer mekanizma ise biz sivil toplum örgütleriyiz."
 
‘Sınırlı destek türlerine sahibiz’
 
Sivil toplum örgütlerinin sınırlı destek türlerine ve öz güçlerine sahip olduğunu belirten Berfin, “Kadınlar bizlere başvurduğunda en nihayetinde yönlendirdiğimiz yerler yine kolluk, yine sığınak ve yine adliye merciileri oluyor. Dolayısıyla bu mekanizmalardan bir sonuç alamama hali bizlere de başvuruyu azaltan bir noktaya varıyor maalesef ki. Ve bir kadının içinde bulunduğu şiddet ortamında tüm cinsiyet ve kalıp yargılardan arınıp tüm ekonomi vb. kaygılarını ardında bırakıp, size başvuruda bulunması çok müthiş bir şeydir. Bu aslında işin en meşakkatli kısmıdır. Dolayısıyla her şeyi ardında bırakan bir kadın hak arama yolunda cesaretlenmişken ve size başvuruda bulunmuşken ‘benim destek türlerim arasında değil ben size destek veremem’ yerine ihtiyacına destek olabilecek mekanizmalara yönlendiriyoruz bu noktada. Biz dernek olarak hukuki bir destek sunabiliriz ama kadının avukat talebi olunca yönlendirebileceğimiz bir mekanizma olabilmeli” dedi.
 
Derneğin olmadığı kentlerden de yoğun başvurular alınıyor
 
Berfin, İstanbul’dan, Mêrdîn’den ya da dernek merkezinin bulunmadığı yerlerden de kendilerine başvurular gittiğini kaydederek, “Bu noktada ‘Biz o ilde değiliz, size destek sunamıyoruz’ yerine içinde bulunduğumuz platformlarla o ilde hangi kadın örgütü varsa kadını o mekanizmalara yönlendirerek o ihtiyacına cevap olabilecek bir mekanizma oluşturmaya çalışıyoruz. Bu da aslında kadınların şiddete maruz kaldıklarında şiddet failiyle mücadele etmediklerini bir bütün erk sistemin tüm yaratımlarıyla mücadele etmek zorunda kaldıklarını görüyoruz. Yani kadın bir hak arama yolunda bir kolluğa gidiyor, kolluğun şiddetine maruz kalıyor, sığınağa gidiyor sığınaktaki personelin şiddetine maruz kalıyor.  Bir şekilde şiddet failine karşı yürüttüğü bu mücadelede şiddet faillerinin sayısı artabiliyor. Bu noktada kadın çok çaresiz bir şekilde şiddet failleri arasında tercih yapmak zorunda kalabiliyor. Başvurucularımız arasında bize, ‘Ben sığınaktaki personelin şiddetine maruz kalacağıma giderim evde çocuklarımın yanına şiddete maruz kalırım’ şeklinde söylemlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu çok vahamet arz eden bir durumdur ve aslında tüm bu saydığım hususlar Kurdistan ve Türkiye’deki tüm kadınların tamamını etkileyen bir tablodur. Fakat biz Kurdistan’da yaşayan kadınlar olarak özel bir alanda yaşıyoruz” diye ifade etti.
 
‘Özel politikaların devreye girdiği bir coğrafya’
 
Berfin, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Özel politikaların devreye girdiği bir coğrafya burası. Özgür kadın profiline sahip bir kadınsanız bu politikaların hedefisiniz. Biz burada Kurdistan’daki kadınlar olarak sadece kadın kimliğine sahip değiliz. Farklı aidiyetlerimiz ve kimliklerimiz de var ve dolayısıyla tüm aidiyetlerimiz ve kimliklerimizle hedef alınıyoruz. Bu politikalar sadece sizi katlederek veya şiddete maruz bırakarak değil aynı zamanda umutsuz ve çaresiz bırakarak da hedef alıyor. Gündeminizi meşgul ederek, zamanınızı çalarak da aslında sizi bu politikalara maruz bırakıyor ve kendini birçok şey üzerinden var ediyor. Dolayısıyla tüm bu özel savaş politikalarına karşı örgütlenmeyi çok güçlü tutma hali bizim için çok önemli bir meseledir. Çünkü biz burada özel savaş politikalarının mağduruyuz fakat bu politikalara da geçit vermeyeceğimizi de her daim dile getiriyoruz. Bunu da ancak örgütlenmeyi güçlü tutarak, tarihsel süreçten bu yana biz kadınlar olarak ne yaşadık, hangi kimliklere sahibiz, nelere maruz kaldık ve hangi haklarımız gasp edildi gibi birçok şeyi göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bütün bunlarda bilinç ve farkındalık düzeyini arttırmamız gerekiyor ve tüm bu farkındalık çalışmalarını da mahallelerde, sokaklarda ve alanlarda kadınlarla birlikte yapmamız gerekiyor. Çünkü bu politikalar aslında birçok şeyi kullanıyor ama size ait olanı da başkalarına mal ediyor. Aslında bu şekilde de kendini var ediyor. Dolayısıyla bu politikalarla güçlü mücadele etme hali elbette ki önemli.
 
‘Her şeye karşı mücadelemizi sürdürüyoruz’
 
Biz kadınlar bu ülkedeki cezasızlık politikalarından tutun, özel savaş politikalarına, yoksulluktan tutun da şiddet içeren nefret söylemlerine kadar her şeye karşı mücadelemizi yürütüyoruz ve bu tepki, örgütleme hali de önemli fakat mücadelemizin daraltılmasına da izin vermemeliyiz. Üretimi unutmamalıyız. Bu tepkisellik hali, direnişi örgütleme hali elbette ki önemli ama bu direniş hali üretim açısından da geçerli olmalı. O politikalarımızı da üretmekten asla vazgeçmemeliyiz ve gündemimizi de meşgul etmesine asla müsaade etmemeliyiz. Her şeye sınırlı öz gücümüz olmasına rağmen aynı anda yapmayı da aslında başarabilmeliyiz. Bunu yapabilecek gücümüz de irademiz de var. Maruz kaldığımız her şeye rağmen çağın toplumsal muhalefet gücünü de kadınlar tarafından oluşturulduğunu da çok iyi biliyoruz.”