‘Hakikati bilmediğimiz bir adaleti tesis etmek zor’

  • 09:03 6 Şubat 2024
  • Güncel
 
Habibe Eren
 
HABER MERKEZİ - 6 Şubat depremine geçiş dönemi adaleti perspektifinden bakarak rapor hazırlayan DEMOS araştırmacısı Yaren Arabacı, “Depremin sadece bir araç olarak kullanıldığını ve depremden kurtulanların da yerel yönetimlere muhtaç bir grup olarak aktarıldıklarını görüyoruz. Burada adaletin sağlanması açısından en önemli olan şey, adalet talebini sürekli olarak yinelememiz” dedi. 
 
Mereş (Maraş) merkezli 11 ili etkileyen depremin üzerinden bir yıl geçti. Depremde resmi rakamlara göre 53 binden fazla insan yaşamını yitirirken, binlerce kişi de yaralandı. Tarihi ve kentsel dokunun neredeyse tamamen tahrip olduğu deprem bölgesinde hala cenazeler bulunuyor. Söz konusu alanların inşası ve adaletin nasıl sağlanacağı sorusu ise sınırlı bir kitlenin gündeminde. Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği (DEMOS) araştırmacıları Mertcan Doğan ve Yaren Arabacı bu sorudan yola çıkarak depremden etkilenenler için iyileştirici/onarıcı bir adaletin nasıl, hangi yöntem ve araçlarla tesis edilebileceğine dair geçtiğimiz aylarda “Depreme Geçiş Dönemi Adaleti Perspektifinden Bakmak: 6 Şubat Sonrası İçin Politika Önerileri” adıyla geniş kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. 
 
Depremin yıl dönümünde, geçiş dönemi adaleti, deprem bölgesinde inşanın nasıl sağlanacağı, iktidar ve sivil toplumun bu konudaki tutumuna dair raporun yazarlarından Yaren Arabacı ile konuştuk. 
 
“Adaletin sağlanması adına herhangi bir çaba olduğunu göremiyoruz. Görünürde birkaç müteahhit yargılandı bu müteahhit yargılamaları da aslında bu işin küçük bir kısmını oluşturuyor.”
 
* Deprem bölgesinde resmi rakamlara göre 50 bin insanın yaşamını yitirdiği söylendi ancak hala gerçek rakamları hiçbirimiz bilmiyoruz. Deprem sonrası birkaç müteahhit dışında asıl sorumlular yargılanmadı bu durumun adaletin tesis edilmesi noktasında nasıl bir etkisi var?
 
Aslında biz bu raporu yazarken depremin iyileşme sürecinin yalnızca maddi hasarların karşılanması ile bitmeyeceğini biliyorduk. Adaletin de oradaki acil ihtiyaçlar kadar temel olduğunu düşünerek yola çıktık. Artık adaleti bir kenara bırakalım oradaki temel ihtiyaçların dahi karşılanamadığını görüyoruz. Örneğin, toplumsal cinsiyet üzerinden gidersek; ev içi şiddetin depremden sonra çadır ve konteyner kentlerde yaşandığını görüyoruz ve bir yılda bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Sorumlulardan kimsenin istifa etmediğini görüyoruz. Adaletin sağlanması adına herhangi bir çaba olduğunu göremiyoruz. Görünürde birkaç müteahhit yargılandı bu müteahhit yargılamaları da aslında bu işin küçük bir kısmını oluşturuyor. Söz konusu yapılara izin verenlerin de yine yerel yönetimler olduğunu biliyoruz ve yine yerel yönetimlerde bir hesap verilebilirlik olmadığı için de yerel halkın adaleti, talep bile edemediklerini görüyoruz. Depremden kurtulanlar her ne kadar adalet taleplerini dile getirseler de bunu yapabilecek bir politik zemini bulamadıkları için kendilerini geri tutuyorlar. Şu an aynı zamanda haksızlıklara ses çıkarmanın da olumsuz bir şekilde geri döneceğini ve haklarını dile getiren insanların yeniden hukuki süreçlerle karşı karşıya bırakılacaklarını biliyoruz ve bu da hesap verilebilirliğe zarar veriyor hatta belki de yok edebiliyor. 
 
“Veri toplanma süreçlerinde herhangi bir şeffaflık olmadığı için bu yıkımın boyutunu tam olarak kavrayamıyoruz. Bu da hem hakikati gizliyor hem de adaletin tesisinde yanıltıcı oluyor. Çünkü hakikati bilmediğimiz bir adaleti tesis etmek hepimiz için daha zor bir hale geliyor.”
 
* Onarıcı bir adalet mekanizmasının ortaya konması için nelerin yapılması gerekiyor? Depremle her anlamda yüzleşmek ve ortaya çıkan sonucun değerlendirilmesi için öncelikli olarak eğilmesi gerekilen noktalar neler?
 
Biz politik önerilerimizi 3 gruba yönelttik. Parlamento, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri. Parlamentodan başlarsak 2023 genel seçimlerinde de gördüğümüz üzere yine birçok hukuksuzlukla karşı karşıya kaldık. Ve parlamentonun özellikle genel seçimlerde partilerin, depremi bir araç olarak kullandıklarını gördük. Bunun aynı şekilde yerel seçimlere yansıdığını görüyoruz. Parlamento ve yerel yönetimleri hedef alarak taleplerimizi dile getirmek istiyoruz. Depreme dair mevzuatın hesap verilebilirliğinin sağlanması ve insan haklarının üstünlüğünün merkeze alınması, yasal mevzuatların özellikle yenilenen etkin bir şekilde uygulanması ve kurallara uyulabilmesi için yeniden hesap verilebilirliğin sağlanması önemli. Sadece inşaat firmalarının, müteahhitlerin değil aynı zamanda burada sözü olan hem genel hem de yerel yönetimlerin ‘Evet biz bunu yanlış yaptık, rant için dayanıksız yapılar inşa edilmesine izin verdik. Bunu kabul ediyoruz ve adaletin sağlanması için gereken sorumluluğu alıyoruz’ diyebilmelerini beklerdik.  Reforme edilen mevzuatta insan haklarının üstünlüğünün sağlanması ve deprem sonrası yardımlara erişim, barınma yeniden yapılanma, temel kaynaklara erişimde de yine ayrımcılığa tolerans gösterilmemesinden bahsettik. Özellikle kadın ve LGBTİ’lerin barınma haklarına dair sorun yaşadıklarını ve bu sorunun çözülmesi için de mevzuatın yapıcı bir şekilde onarılması gerektiğini düşündük. Sonrasında afet sonrası veri toplama süreçlerinde şeffaflığın sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Resmi rakamlara göre 50 bin kişi yaşamını yitirdi ancak bunun doğru olmadığını biliyoruz. Veri toplanma süreçlerinde herhangi bir şeffaflık olmadığı için bu yıkımın boyutunu tam olarak kavrayamıyoruz. Bu da hem hakikati gizliyor hem de adaletin tesisinde yanıltıcı oluyor. Çünkü hakikati bilmediğimiz bir adaleti tesis etmek hepimiz için daha zor bir hale geliyor. Bir komisyon kurulmasını istedik, şimdi bir deprem komisyonu kuruldu. 1999 depreminden sonra da kurulmuştu ama bunların herhangi bir aksiyon alamadığını, depremden etkilenen halka yönelik yapıcı politikalar üretmediğini gördük. O yüzden hakikati araştırmaya yönelik bir komisyon kurulmasını ve bu komisyonun da tarafsızlık ilkelerine dayandırılmasını önerdik. Aynı zamanda kapsamlı bir onarım programı hazırlanmalı. Burada da yine hem merkezi hem yerel yönetimlerin bir araya gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Her ne kadar merkezi yönetimler kaynak aktarımı noktasında daha üst bir mevkide olsa da yerel yönetimlerin bölge halkını daha iyi tanıyacağını ve deprem sonrası ihtiyaçlarını daha iyi tespit edebileceklerini ve onlarla yakın bir temas kurabileceklerini düşündük. Burada çok önem verdiğimiz başka bir durumda depremden etkilenen halkın, sadece yerel yönetimlerin icraatlarına muhtaç bir grup değil, o bölgenin yeniden iyileşme ve inşa sürecinde büyük sözü olan bir grup olduğu vurgusu oldu bizim için. Afette yıkılan yerler sadece binalar değildi aslında; Kürtler, Araplar, Çerkezler, Aleviler, Nusayriler ve Ermeniler için kültürel varlıklarını sürdürmelerini için önem taşıyan yapılardı ve bu yapıların da yeniden inşasında yerel yönetimlerin halkla bir bağ sağlamakla önemli bir rolü var. Bölgenin dokusu ve ihtiyaçlarından bihaber olan kayyumların deprem sonrası iyileşme süreçleri ve adalet sürecini de açmaza sürükleyeceğini biliyoruz. Bu yüzden aslında kayyum atanmaması gerektiğini bir kez daha savunuyoruz. Kayyumlar halk için değil yeniden rant için hareket edecekler. Ve yine adalet sağlanamamış olacak.
 
“Yerel yönetimlerden son bir beklentimiz de yeniden inşa süreçlerinde hafızalaştırma girişimlerini dâhil etmeleri olacaktır. Çünkü yaşanan acıların hem kültürel hem duygusal etkilerini ortaya koymak deprem sürecinde her ne kadar ötelense de büyük bir önem taşıyor. Depremden etkilenenlerin kayıplarını onurlu bir şekilde anabilmelerini sağlamak için de bu şehirlerde hafıza mekânları oluşturulabilir.”
 
* Yerel yönetimlerin bu noktada nasıl bir kapsayıcılığı var, deprem bölgesinde nasıl bir belediyeciliğe ihtiyaç var?
 
Yerel yönetimler çalışanlarına toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde depreme müdahale yöntemleri ve deprem sonrası toparlanma sürecine dair bir eğitim vermesi gerekiyor. Merkezi hükümetten beklentimiz de kayyım atamalarına son vererek yerel yönetimlere daha çok kaynak aktarması ve onların yetki alanlarını genişletmesi olacaktır. Böylece deprem sonrası toparlanma sürecinin daha etkin yönetilebileceğini düşünüyoruz. Bir yandan da bölgedeki yerel yönetimlerin kendi bölgelerini tanımalarının bize getirdiği avantajları daha bütüncül. Kendi şehrine, bölgesine ve kültürüne hâkim olduğu zaman daha güçlü bir işbirliği kurabildiğini görüyoruz ve deprem gibi acil durumlarda daha hızlı bir koordinasyon sağlanmış oluyor. Ve yine deprem sonrası acil ihtiyaçların karşılanması, güvenlik önlemlerin alınması ve yardımların daha koordineli adil bir şekilde ulaştırılabilmesi için birlikte hareket edebilmelerini görmeyi istiyoruz. Deprem sonrası başarılı olan yerel yönetimlerin diğerlerine kılavuzluk edebileceğini düşünüyoruz. Bu da geçmişteki hataların tekrarlanmamasına yönelik iyi bir adım olabilir. Yerel yönetimlerden son bir beklentimiz de yeniden inşa süreçlerine hafızalaştırma girişimlerini dâhil etmeleri olacaktır. Çünkü yaşanan acıların hem kültürel hem duygusal etkilerini ortaya koymak deprem sürecinde her ne kadar ötelense de büyük bir önem taşıyor. Depremden etkilenenlerin kayıplarını onurlu bir şekilde anabilmelerini sağlamak için de bu şehirlerde hafıza mekânları oluşturulabilir. Ama halkla iletişime geçilmesi, onların kayıplarını nasıl anmak istediklerini öğrenmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Belediyeler de şehirleri yeniden yapılandırırken halkla iletişime geçerek anıtlar ve bellek müzeleri gibi alanlar oluşturulabilir. 
 
“Depremin sadece bir araç olarak kullanıldığını ve depremden kurtulanların da yerel yönetimlere muhtaç bir grup olarak aktarıldıklarını görüyoruz. Burada adaletin sağlanması açısından en önemli olan şey, bizim adalet talebini sürekli olarak yinelememiz.”
 
* Yerel seçimlere sayılı günler kaldı, iktidarın deprem bölgesini bir propaganda aracı olarak kullandığını söyleyebiliriz. Örneğin, bir yıl içinde 100 bin konut inşa edileceği vs. söylendi ancak vaat edilen hiçbir şey gerçekleştirilmedi. Depremzedeler hala birçok sorunla baş başalar. Durum böyleyken nasıl bir adalet sağlanacak?
 
Yerel yönetimler daha kısa vadeli hareket etti. Depremin yıkıntılarını hemen örtmeyi hedefledi. Altında yatan sebepleri, arka planını ya da sonrasında yaşanan hak ihlallerini asla ele almadı. Bu atmosferde bir seçim sürecine girdik. Depremin sadece bir araç olarak kullanıldığını ve depremden kurtulanların da yerel yönetimlere muhtaç bir grup olarak aktarıldıklarını görüyoruz. Burada adaletin sağlanması açısından en önemli olan şey, bizim adalet talebini sürekli olarak yinelememiz. Bu, sivil toplum örgütleri olarak bizim görevimiz ve sorumluluğumuz. Aynı zamanda depremzedelerle birlikte Türkiye genelinde adalet talebini yinelememiz gerektiğini ve en azından yerel yönetimlerin dilinde yer edinmeye, gerçekten bir takım politikaların hayata geçtiğini görene kadar pes etmemiz gerekiyor. Sadece temel ihtiyaçlara yönelik bir tartışma yürütülmemeli. Tabi ki barınma, temiz suya erişim, giyinme tüm bunlar çok önemli ancak bunların yanında adaletin ve barışın yeniden inşasının da unutulmaması gerekiyor ve yine buradan bizim yerel halkla iletişimimizi artırmamız gerekiyor. Orada yaşayanlar en iyi aktarabilir adalet ihtiyaçlarının ne olduğunu. Çünkü adalet biricik bir olgu ve her bölge için farklıdır. Her bölgeye teker teker ulaşıp oradaki halkla birebir iletişime geçip adaletin tesisine yönelik beklentilerinin ne olduğunu öğrenmemiz gerekir. Bu konuda savunuculuk yapılmasına devam edilmeli ama bir yandan da Türkiye’nin güncel politik iklimine bakacak olursak; ana akım siyasetin dışındaki partilerin de sadece seçim kampanyalarına ağırlık verdiğini görüyoruz; deprem gündemi bu alanlarda da etkin bir şekilde dile getirilmeli. Çünkü ana akım siyasette çok büyük bir baskı kuramadığımız sürece adaleti duymamız epey zor olacak. Onları bekleyecek olursak depremden kurtulanların bu haklarına hiçbir zaman erişemeyeceklerini söyleyebiliriz. Oradaki yargılamaları, yerel yönetimlerin vermesi gereken hesapları ve bu onarımlar gerçekleştirene kadar daha bütüncül bir geçiş adaleti sağlanana kadar durmak yok. 
 
“Kadınlar için yerel yönetimler tarafından bir acil durum fonu oluşturulabilir ya da acil olmayan vergilendirme veya tapu süreçleri için arazileri, evleri kendi üzerine kaydettiren kadınlardan daha az vergi alınması gibi Nepal’de uygulanan örneklerin uygulanabileceğini düşünüyoruz.”
 
* Kadınlar açısından deprem bölgesinde yaşama tutunmak çok daha zor ve iki kat mücadele gerektiren bir durum. Adaletin tesis edilmesi noktasında toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden bakarsak nelerin hayata geçmesi gerekiyor?
 
Raporumuzda Haiti ve Nepal olmak üzere dünya örneklerinden bahsetmiştik. Özellikle Nepal örneğinde kadın sivil toplum örgütlerinin orada yaşanan depremde büyük bir mücadele verdiğini görüyoruz. Nepal de Türkiye gibi siyasal olarak karmaşık bir haldeyken deprem vuruyor ve toparlanma süreçleri onlar için de epey zor oluyor. Nepal örneğinin hem Türkiye’deki sivil toplum örgütleri için hem de sosyal adaleti sağlamaya dönük belediyecilik içinde önemli olabileceğini düşünüyorum. Nepal’de, sivil toplum örgütleri afet sonrası kadına yönelik şiddetin belgelenmesi için savunuculuk çalışması yapıyor, tecavüzü bildirme penceresinin genişletilmesini sağlıyor. Bu aslında hakikatin kaydedilmesini daha kapsamlı bir hale getiriyor. Bu kazanımın Türkiye için de değerli olabileceğini düşünüyorum. Yerel yönetimlerin psiko-sosyal destek verdiğini biliyoruz, ne kadar yeterli tabi ki tartışılır ama bir konu başlığı olarak var olduğunu biliyoruz. Fakat kadına yönelik şiddet ve cinsel tacize yönelik de uygulanabilir politikalar üretilmesini bekliyoruz. Kadınların deprem bölgesinde çöken ekonomiden etkilendiklerini ve aynı şekilde evlere hapsedildikleri gibi çadır ve konteynerlere hapsedilip orada da ev içi emeği üstlenmek zorunda kaldıklarını biliyoruz. O yüzden kadınlar için yerel yönetimler tarafından bir acil durum fonu oluşturulabilir ya da acil olmayan vergilendirme veya tapu süreçleri için arazileri, evleri kendi üzerine kaydettiren kadınlardan daha az vergi alınması gibi Nepal’de uygulanan örneklerin uygulanabileceğini düşünüyoruz. Vergi ve borç yapılandırmalarında belediyelerin toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde bakmasının faydalı olabileceğini düşünüyorum. Ya da yerel yönetimlerde kadın ve lubunya istihdamı yaratılmasının bu sistematik yoksullaştırmanın önüne geçebileceğini düşünüyorum. Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının, oranın yeniden kalkınma ve iyileştirme süreçleri için inanılmaz bir emek gösterdiğini biliyoruz. Ama bu örülen dayanışmanın kayyumlar tarafından engellenmemesini istiyoruz. Tabi ki umudumuz kayyımların hiçbir belediyeye atanmaması olacaktır. Yerel yönetimlerden dayanışma ağını bozmak yerine sivil toplumla dirsek temasını artırarak daha güçlendirmelerini bekliyoruz.
 
“Hakikat çok katmanlı bir şekilde belgelenmiş oldu. Bütün ayrımcılıkların, yaşanan eşitsizliğin kaydının tutulduğunu gördük. Bunun da adaletin sağlanması için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Hakikate ve adalete erişimde, depremden kurtulanların isteklerinin kaydedilmesinde ve özellikle birinci yıl dönümünde depremin yeniden bir gündem haline getirilmesinde medyanın büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum.”
 
* Medyanın giderek deprem gündeminden uzaklaştığını görüyoruz. Medyanın hakikatin açığa çıkması ve adaletin tesis edilmesi noktasında nasıl bir rolü var?
 
Medyanın bu süreçteki en önemli işlevi hakikatin belgelenmesi oldu. Depremi yaşayan insanların, hala enkaz altında olan insanların kendi konumlarını, nerede yardıma ihtiyaç duyduklarını, nerede yemeye içmeye ihtiyaç duyduklarını medyadan öğrendik ve burada hakikat çok katmanlı bir şekilde belgelenmiş oldu. Bütün ayrımcılıkların, yaşanan eşitsizliğin kaydının tutulduğunu gördük. Bunun da adaletin sağlanması için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Hakikate ve adalete erişimde, depremden kurtulanların isteklerinin kaydedilmesinde ve özellikle birinci yıl dönümünde depremin yeniden bir gündem haline getirilmesinde medyanın büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Ama bir yandan da şunu göz önünde bulundurmak gerekiyor; depremzedelere mikrofon uzatmanın ve onların taleplerini belgelemenin çok önemli olduğunu bilsek de aynı zamanda bunun etik bir çerçevede yapılması gerektiğini düşünüyorum. 
 
Halkın medya ile olan etkileşiminin önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer halk medya ile iletişime geçmek istemezse sadece ekran karşısında bir izleyici olarak kalırsa, kaydedilen hakikatin de her ne kadar yeryüzünde dursa da bir aksiyon alınmaması tehlikesi söz konusu oluyor. Medyanın insanlara dokunması, harekete geçirici yönünü ortaya çıkarabilir. Böylece hakikat talebi sadece depremden kurtulanlar, sivil toplum kuruluşları ve medya organları değil bütün halka yayıldığı zaman daha iyi bir iyileştirici süreç olur.