Elif Kaya: Demokratik komünal bir ekonomi mümkün

  • 09:02 11 Şubat 2024
  • Emek/Ekonomi
 
Melike Aydın
 
İZMİR - Sümerlerden kapitalist moderniteye kadar Orta Doğu halklarının emeği üzerinden var olan emek sömürüsünün aşılabileceğini belirten Jineoloji Akademisi Üyesi Elif Kaya, kadın emeğini ve kadın özgürlüğünü esas alan demokratik komünal bir ekonominin mümkün olduğunu söyledi.
 
Erkek egemen sistemin başkasının emeği üzerinden bir sömürü sistemi olarak kendisini var etmesi Sümerlerden bu yana devam ederken, kapitalist modernitede de kendisini daha farklı biçimlerde sürdürüyor. Tarih boyu ve günümüz Orta Doğu’sunda yaşan savaşlar, halkların kendi ekonomik sistemlerini oluşturmalarının engellenmesinin kaynağı da burada geliyor. 
 
Mevcut sistemin karşısında demokratik ve komünal bir ekonomi geleştirilmesinin nasıl olabileceğine ilişkin Jineoloji Akademisi Üyesi Elif Kaya değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Kapitalist modernite kadın emeği sömürüsü ile başlar’
Başkasının emeği üzerinden varlığını sürdürme yani kolonyal sistem olan kapitalizmin ulus devletten önce başladığını belirten Elif, kapitalist modernitenin de emek sömürüsü, iktidar ve devletli yapının geliştiği döneme, Sümer Rahip Devleti’ne kadar ulaştığını dile getirdi. İlk köleleşmenin de bu dönemde ortaya çıktığını, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın da ilk sömürgenin kadın olduğuna işaret ettiğini kaydeden Elif, “Birinin emeğine el koyarak var olan kapitalizm de bunun üzerinden var oluyor. Ulus devletle birlikte bu biraz daha yaygınlaşıyor. Ulus devletlerin özelliklerinden birisi sömürü, bir de tekçi politikalarla birlikte farklılıkları ortadan kaldırmak. Belki kapitalizmle doğrudan bağı var ama asimilasyondaki rolü aslında ulus devletin tekçi politikalarıyla bağlantılı. Kuşkusuz bunun sömürgecilikle de bağı var. Çünkü insanı emeğine yabancılaştırmadan, insanı üretimine yabancılaştırmadan emeğine el koymasının imkanı yok, kapitalizmin kendini sürdürebilme şansı yok. Bunun için önce üretici yani insanın kendi emeğiyle kurduğu bağı zedeleyerek bunun üzerinden var olmayı emek sömürüsü kurmayı sağlayabiliyor. Ulus devlet politikalarıyla sömürü derinleştirildi, farklılıkları ortadan kaldırmak için asimilasyon politikaları temel bir araç olarak kullanıldı. Asimilasyonun özünü yabancılaşma oluşturur. İlk sömürge olan kadının emeğine yabancılaşmasıyla ataerkil ve kapitalist sistem gelişmeye başladı ve bundan Kürt halkı ve kadınlar en çok zarar gördü” şeklinde konuştu.
 
‘Ekonomi en fazla kadınla ilişkili olan alandır’
 
İnsanların yaşamını sürdürmek için yürüttüğü tüm faaliyetlerin ekonomik faaliyetler olduğunu, yaşamın en önemli en doğal parçasını ekonominin oluşturduğunu dile getiren Elif, “Sayın Öcalan yaşamın en fazla demokratik olan alanıdır der. Aynı zamanda en fazla kadınla ilişkili olan alanıdır. Çünkü kadın ekonomiden anlar. Kadın yaşamın sürdürülmesinde temel bir role sahiptir. Şimdi kapitalist modernitenin gelişimi özellikle ataerkil sistemin gelişimiyle birlikte kadını emeğine, ürettiği değerlere yabancılaştıran, arasına mesafe koyan bunun üzerinden sistem inşası var” dedi.
 
‘Orta Doğu’da yürütülen savaşların temel nedeni sömürgeciliktir’
 
Sonraki süreçlerde halklara da kadınlara yaşatılanların yapıldığını ve devam etmekte olduğunu belirten Elif, Orta Doğu’da yürütülen savaşın merkezinde de bunun olduğunu, sömürgecilik savaşının yürütüldüğünü kaydetti. Elif, şöyle dedi: “Kürdistan’da yürütülen, İsrail-Filistin arasında yüz yıldır süren savaş aslında kaynağını sömürgecilikten, emperyalizmin daha fazla kar elde etme amacından kaynaklanıyor. İsrail ve Filistin savaşının temel nedeninin yeni ticaret yollarının dizaynı olduğu pek çok analizci tarafından söylenegeliyor. Çünkü sömürgeci için ticaret yolunun geçeceği yeri belirlemek, kendine yol açmak o yol üzerinden güvenlikli şekilde ürünlerini götürebilmek önemli. Bu halklara savaş olarak yansıyor. Bugün yürütülen savaşın kaynağında yine sömürü paylaşım kavgaları var ve bunun yürütüldüğü coğrafya maalesef Kürdistan ve Orta Doğu alanıdır. Bu anlamda halkların kendi emeğine kendi üretimlerine değerlerine yabancılaştırılmaya çalışıldığı ancak bunun karşısında halkların kendi varlığında direttiği, değerlerine sahip çıkmak için mücadeleyi kıyasıya sürdürdüğü bir süreç içinde yaşıyoruz.” 
 
‘Toplumun coğrafya ile bağını koparma, demografya ile oynama’
 
Sömürgeciliğin bir toplumun direniş odaklarını ortadan kaldırmadan gerçekleştirilemeyeceğini toplumun direncinin de kültürü, toprağı, coğrafyası ve ekonomisiyle kurduğu bağla ilgili olduğunu dile getiren Elif, kapitalizmin özünün de bu olduğunu belirtti. Türkiye’nin dönem dönem bunu vahşi biçimlerde kullandığını dünya genelinde yerel halklarla sömürge güçlerin ilişkilerinin kültürel asimilasyonla toplumu yerinden etmek, direncini kırmak, coğrafyayla bağını koparmak, coğrafyasını tahrip etmek gibi yöntemlerle sömürgeciliği derinleştirmek amacıyla devreye koyduğunu belirten Elif, devamla şu değerlendirmeyi yaptı: “Türkiye bunu uzun süredir yapıyor. Sadece Türkiye değil İran, Irak, Suriye… Suriye’nin şimdi pozisyonu değişti, Irak 1991-92’lerde biraz değişti ama İran ve Türkiye bu politikalara devam ediyor. Sömürgeci amaçlarını sürdürebilmek için yereldeki halkın direniş noktalarını kırmaya toplumsallığını dağıtmaya yönelik politikalarını devreye koyuyor. Bunlardan biri demografya. Birbiri ile bağlantılı konseptlerdir. Ekonominin çevreyle, toplumsallıkla, tarihsellikle kültürel varlığımızla ilişkisi var. Bu politikaları uygularken sömürgeciliğe karşı faşizme karşı bir direniş var ve bu direniş noktalarını ortadan kaldırmak için demografya ile oynuyor, göçertme politikası uyguluyor. Her türlü uygulamaya boyun eğen bir toplumsallık yaratmayı amaçlıyor. Bunu Dersim katliamından da başlatabiliriz, ardından 1980’lerde Maraş Katliamı gibi. Dikkat ederseniz güneybatı hattında çok ciddi bir göçertme politikası var. 1990’lı yıllardan itibaren metropollerle beraber yurtdışına çok ciddi göçler var. Bu göçler de bu politikanın bir parçasıdır.” 
 
‘Sömürgeci toplumu kontrol etmek için doğayı tahrip ediyor’
 
Sömürgecinin toplumu kontrol ettiği gibi coğrafyayı da kontrol etmek için barajlar inşa ettiğini belirten Elif, “Dersim suyla boğulmuş gibi. Aslında kendi zenginliğinde boğulan bir şehir. İklim değişti üretim biçimleri değişti. Hakkari ve Şırnak arasında 8 baraj yapıldı. Orada ne öyle bir su ne öyle bir baraj ihtiyacı var. Amaç sınır bölgesini kontrol altına almak, toplum gibi coğrafyayı da kontrol altına almaktır. Kuşkusuz ekolojik yıkımlar iklimsel değişimler var. Bunların sonuçlarıyla da Kürdistan toplumu yüz yüze kalıyor. Binlerce hektarlık orman yakıldı. Toplumu kontrol altına almak için doğayı tahrip etme; topluma karşı nasılsa doğaya karşı da o şekilde. Sömürgeciliği derinleştirme ve daha fazla sonuç alma amacıyla egemenlerin uyguladığı politikalardır, öz itibariyle üretimine, zenginliğine el koyma amacı. Özellikle Kuzey Kürdistan’da çok tahribatları vardır” ifadelerini kullandı.
 
‘Halk emek verdiğine sahip çıkar, sömürgeci emeğe zarar verir’
 
Halkın emek verdiğine sahip çıktığını ve onu yaşattığını, sadece sonuçlarından yararlanmak üzerine bir bağ kurmadığını dile getiren Elif, şunları belirtit: “Duygusal bir bağ da kurar. Örneğin Afrinlilerin zeytinle böyle bir bağı var. Sadece bir ağaç değildir, ona ruhu varmış gibi yaklaşır. Ama sömürgecilerin bir sonraki yıl ürününü almaya sabrı bile yok. Binlerce ağaç kesildi. Doğanın hakkını gözeteme, doğayla uyumlu olma derdi yok. Anda, o kısa sürece ne kadar sonuç alabileceğine odaklanır. Bunun için de ne kadar zarar verirse versin sonuçlarını almak üzerinden bir politika uygular. Rojava açısından işgal edilen bölgelerde değişik örneklerini görebiliyoruz. İran’da da detaylı bilgim olmamakla birlikte benzer örnekler var. Her sömürgeci kendi ülkesinde bu politikayı bir şekilde yürütüyor.” 
 
‘Karmaşık ekonomi tanımları yabancılaştırmanın ürünü’
 
Ekonomiye dair tanımlamaların karmaşık ve anlaşılmaz hale getirilerek elit dar bir akademisyen çevrenin anlayacağı şeyler gibi yansıtıldığını ifade eden Elif, oysa ekonominin yaşamın en doğal parçalarından biri şeklinde günlük olarak yaşandığını dile getirdi. Elif, buna ilişkin de şöyle dedi: “Reber Öcalan ‘ekonomi kadının işidir, ekonomiden kadın anlar’ der. Çünkü yaşama yön veren kadındır. Günlük olarak barınma beslenme, kendini sürdürmeye dönük çalışmalar ekonominin kapsamındadır. Biz günlük olarak bunun bir parçasıyız. Belki yabancılaşmayı buradan aşmamız, buna itiraz ederek başlamak lazım.” 
 
‘Üretim ilişkileri demokratikleşirse sömürü de kalkar’
 
Toplumsal ilişkilerin, ekonomik alandaki üretim ilişkilerin demokratikleştirilmesi halinde sömürünün de ortadan kalkacağını dile getiren Elif, bu şekilde kadınların da toplumun diğer kesimlerinin de kendi emeğine yabancılaşmasının aşılacağını belirtti. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Rojava’da esas aldığı örgütlenme modelinde bu durumun belirgin olduğunu söyleyen Elif, “Model olarak Demokratik Komünal Ekonomi deniyor. Aslında toplumu da ifade eden, hem demokratikleşmesi gereken bir alan hem de zaten ekonominin kendisi komünaldir. Bireysel olamaz. Ücret tanımlamalarına da girmeden, yaşamı sürdürmeye dönük birlikte eyleyeceği ama kendi emeğine dair de karar alabileceği söz söyleyebileceği ve uygulayabileceği imkan ve olanakların yaratılmasıyla ilgilidir. Bu belki Rojava’da daha somutluk kazanıyor. Öyle inanıyorum ki Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesinin olduğu demokratik komünal ekonomiyi esas almaya çalışan her yerde benzer bir felsefe ile çalışmalar yürütülüyor” dedi.
 
‘Komünal ekonominin pratikleri gelişiyor’
 
Türkiye’de de benzer paradigma ile kooperatifleşme ve ekonomi akademilerinin oluşturulduğunu belirten Elif, Amed’de kurulan kadın pazarının, kadınların pazarın dışına çıkarıldığı yalıtıldığında ekonominin özgürleşmeyeceğine ve demokratikleşmeyeceğine dair bir fikir üzerinden kadınları alana dahil etmek üzere oluşturulduğunu ifade etti. Rojava’da bunun yaygın uygulama biçimlerinin bulunduğunu kaydeden Elif, “Komünal ekonomiyi dönüştürmeye dair çok yaygın kooperatifleşmeler var. Kar amacından öte ihtiyaç temelli kendi ihtiyaçlarını giderebileceği bir kooperatifleşme var. Para bir şekliyle aracı ama paranın rolünü amaç olmaktan çıkarıp araç olmaya indirgemenin kendisi de önemli. Şu an biraz bu boyutta. Ziraat, tekstil, hayvancılık gibi imalathaneler kooperatifleşme üzerine kuruluyor. Aslında burada şirketlerin, tekellerin emeğine el koymasını önlemek, insanların kendi emekleri üzerinde söz söyleme hakkını korumak ve kendi geçimini sağlayabileceği olanaklar yaratmaktır. Demokratik komünal ekonomide en önemli şeyin üreten kesimlerin kendi emeği üzerinde söz söyleyebilme, karar belirtebilme ve uygulamadır. Orada meclisleşmeler de var. Kendi yönetimini oluşturuyor bu anlamada demokratik bir süreç esas alınmaya çalışılıyor, bir anlamda da giderek sömürgeciliği ortadan kaldıran bir sisteme dönüşüyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Rojava’nın kuşatılmasındaki önemli nedenlerden biri ekonomi modeli’
 
Sömürgecilik gelişmeden önce hatta toplumsallığın doğuşunda insanların zaten komünal yaşadığını belirten Elif, antidemokratik uygulamaların ve sömürgeciliğin insanın kendi emeğine yabancılaştığı süreçlerle geliştiğini dile getirdi. Elif, “Rojava’nın kuşatmasında da alternatif bir sistem geliştirmenin, insanca bir yaşam oluşturmanın devletler ve egemenler tarafından tehlike olarak görülmesinin payı vardır. Bunun mümkün olduğunu Rojava örneğinde de görüyoruz” dedi.
 
‘Birçok alanda uygulanabilir’
 
Demokratik ekonominin sadece uzakta uygulanan bir yöntem olarak değil küçük çaplı da olsa uygulanabildiğine vurguda bulunan Elif, “Tümden alan bizde olduğunda bunlar uygulanır, diğer durumlarda uygulanmaz diye bir durum yok. Bir işletmelerde de uygulanabilir. Bir küçük kooperatifte de bunu uygulayabilirsin. Kuşkusuz sınırları vardır. Bunun yavaş yavaş ağlarını sınırlarını örmek örgütleme biçimini oluşturmak gerekir, yani uygulamak mümkün” şeklinde konuştu. 
 
‘Kadın emeğini görmeyen modeller başarılı olamaz’
 
Ekonominin demokratikleşmesinin kadının geliştireceği ve dâhil olabileceği, kadının emeğinin göründüğü bir sistemde gerçekleşebileceğini dile getiren Elif, demokratik komünal bir ekonominin başarısının da buradan kaynaklanacağını ifade etti. Elif,son olarak şunları söyledi: “Daha önce pek çok sosyalizme dair tezlerden bu yönlü geliştirilen sistemlere, Marks’tan Lenin’e kadar belki kendi dönemlerinde emeğe dair güçlü analizler yaptığı düşünülen filozoflar, öncüler liderlerdir ama kadın emeğini görmeyen bir yerde durdukları ve kadın emeğine yer açmadıkları için maalesef sonuç alma boyutu zayıftır. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği sistemde kadın emeğini, kadın özgürlüğünü merkeze koyan, ekonomiyi her şeyin üzerinde tutan değil yaşamın en demokratik alanı, bir parçası olarak tanımlayıp ele almasından dolayı bu modelin uygulanma şansı daha fazladır ve sorunları köklü olarak çözmeye aday bir modeldir.”