'Türkiye gerçeğini devlet aktörleriyle yüzleştirmeye devam edeceğiz'
- 12:01 16 Aralık 2018
- Güncel
İSTANBUL - İnsan Hakları Panoraması'nın açılış konuşmasını yapan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, kendilerine yapılan başvuruların önceki yıla göre iki kat arttığını belirtirken, TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise gerçekleri araştırmaya ve Türkiye hakikatini devlet aktörleriyle yüzleştirmeye devam edeceklerini belirtti.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası programı kapsamında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Bomonti Kampüsü Konferans Salonu'nda düzenlediği panelde İnsan Hakları Panoramasını tartıştı. Panelin açılışını TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaptı.
'Mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz'
Açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Şebnem Koru Fincancı, gerçekleri araştıramaya ve Türkiye hakikatini devlet aktörleriyle yüzleştirmeye devam edeceklerini belirterek "Dostlarla yan yana durmak çok kıymetli. Bizi güçlendiriyor. Onun için insan hakları mücadelesinin içindeyiz. Haklarımızı önemli ölçüde iyileştirebilsek bile hiçbir zaman o haklar durağan değil. Sürekli yeni haklarımız için mücadele etmemiz gerekiyor. O yüzden mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz" dedi.
'Başvurular iki kat arttı'
Ardından konuşan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Türkiye'de barış demenin bile suç sayıldığı bir dönemden geçildiğini vurgulayarak şöyle konuştu: "Bu gerçekten çok dikkat çekici. Barış demek bile suç. Devlet bizim haklarımızı ihlal ederken çeşitli gerekçeler sunuyor. Örneğin OHAL sürecinde hep OHAL'i gerekçe gösterdi. Hapishanelerde bile hastaların hastaneye götürülmemesini bile OHAL'i gerekçe gösterdi. Oysa savaşta bile sınırlanamayacak haklarımız var. Ayrımcılık yasağı, kişi haklarının korunma hakkı, işkence yasağı, din vicdan ve kanaat özgürlüğü, masumiyet karinesi, borç nedeniyle hapis yasağı bu hakların tamamı hiç bir şekilde kısıtlanamayacak haklardır. Cumhurbaşkanı İnsan Hakları Haftası nedeniyle açıklama yaptı. Güvenlik güçleri hakkında işkence ve kötü muamele şikayetlerinin artık çok kaz olduğunu söyledi. O bu açıklamayı yaparken sarayın penceresi nereden bakıyor diye düşündük. Oysa bize yapılan başvurular bu gerçeği ortaya koyuyor. Geçen sene 320 başvuru yapılırken bu yılın on birinci ayında 703 başvuru yapıldı. Geçen yıl hapishanelerden 118 başvuru yapılırken, bu yıl 310 başvuru yapıldı. Başvuruların inanılmaz artışı ve bununla baş etmenin çok olduğunu gösteren bir tablo."
2017 yılında işkenceden dolayı açılan dava sayısı 84 olduğunun altını çizen Gülseren Türkiye'de işkence davası yerine kötü muamele, görevi kötüye kullanma gibi suçlardan dava açıldığını belirtti. Gülseren, "Çünkü bu ülkede işkence vardır söylemini yansıtmak istememektir. Bunu saklayamasınlar diye hepimizin üzerine düşen ciddi sorumluluklar var. Tablo böyle ama bu tabloya karşı direnmekten başka çaremiz yok. İnsan hakları kurumlarına mutlaka başvuru yapılması lazım. Mutlaka şikayet başvurularının cumhuriyet savcılıklarına ulaştırılması gerekiyor" diye konuştu.
Açılış konuşmasının ardından ilk oturuma geçildi. Moderatörlüğünü Ümit Efe'nin yaptığı oturumda İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyon Üyesi Özgür Barış Demir "Eğitimde Ayrımcılık" konusunu anlattı.
'Meydanlar demokrasi ve itiraz mekanlarıdır'
Daha sonra İHD İstanbul Şubesi Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arca "23 yıllık ısrar: Cumartesi Anneleri" başlıklı konuyu anlattı. Cumartesi Annelerinin 23 yıllık mücadelesini hatırlatan Sebla, şunları belirtti: "Gözaltında kayıp edilen insanların bedenindeki bu devlet tahakkümüydü. Onları öldürmekle yetinmeyip onların bedenlerini de yok etmeleri aslında onları tarihten ve toplumun belleğinden silmeleri amaçlıyor. O yüzden kayıpları aramak sadece Cumartesi Annelerinin sorunu değildir. Gözaltında kayıp etme suçunun bütün delilleri yok edilmiştir. Sizin tek deliliniz tanıklardır. Hükümet ordu içindeki bir grupla bilek güreşi yaptığı dönemde 7 tane kayıp davası açıldı. O zaman dönemin Başbakanı Erdoğan, Cumartesi Anneleriyle görüştü. Devlet Berfo Anayı çağırdı ve Cemil Kırbayır'ı öldürdüğünü kabul etti. Cumartesi Anneleri artık Galatasaray'a çıkamıyor. Onlara kapalı mekanlar da açıklama yapmaları istendi. Ama onlar dernek binası önünde açıklama yapmaya devam ediyor. Meydanlar demokrasi ve itiraz mekanlarıdır. Bu gün Türkiye'de insanlar meydanlara çıkamıyorsa bu gün artık insan hakları ihlalinden değil, insan hakları ilgasından söz etmek gerekiyor."
'Daha ileriye gidebilme noktalarını tartışıyorken şuanda korunması noktasına geldik'
Mor Çatı gönüllü avukatlarından Selin Nakipoğlu da "Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinde Kadının İnsan Hakları" başlığını sundu. En eski beyannamede kadına ve çocuklara yönelik erkek şiddetinin ulusal ve uluslararası pek çok metinlerin olduğunu belirten Selin, 6284 yasasını hatırattı. Gelinen noktada kadın kazanımlarına karşı ciddi bir müdahalenin olduğunu dile getiren Selin, "Geldiğimiz noktada daha ileriye gidebilme noktalarını tartışıyorken şuanda onun korunması noktasına geldik. Medeni kanunu, eleştirirken yerden yere vururken şimdi ama dokunulmasın, ellenilmesin derdine düştük. Çünkü 'kadın erkek eşit değildir' söylemi ile başlayan bir süreç var. Devlet mekanizmalarında bir domino etkisi yarattı. Daha önce bu kadar cesaret edilip dile getirilmiyordu. Bingöl belediye başkanı 'ben belediye başkanlığına bir kadın atayamam. Toplum bunu haz edemez, nereden çıktı 'dedi. Sonra bir gün biri kahkahaya laf atar söz eder oldu. Bir gün biri geldi, 'hamile kadın ne demek sokağa çıkacak' dedi. O kadar çok hukuksuzluğa haksızlığa karşı mücadele etmemiz için enerjiyi bulabilmemizde bazı şeyleri geri itmemize neden oluyor sanırım" diye konuştu.
'Suç ve suçlu bir coğrafyada yaşıyoruz'
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise "Düşünce ve İfadenin Kaçınılmaz Özgürlüğü" sunumuna "Hangi ifade özgürlüğü" sorusuyla başladı. Bu coğrafyada kırmızı çizgilerin oluşturulduğunu söyleyen Eren, "Bugün biraz değişti tabi. Ama genel olarak bu konularda farklı düşüncelere sahipseniz ve ifade ettiğiniz anda suçlu oluyorsunuz. Biz bir suç coğrafyası ve suçlu bir coğrafyada yaşıyoruz. Bize bir yalan öğretildi. Cumhuriyetin bir kopuş ve devrim olduğu düşüncesiyle çocuklar yetiştirdiler. Hala yetiştirmeye devam ediyorlar. Oysaki 1923'te kurulan Cumhuriyet, 1915 Ermeni, Süryani ve tüm Hristiyan halklarına yönelik soykırımı gerçekleştirilen itaatçı zihniyet tarafından kuruldu. Biz soykırımın devam ettiği bir coğrafyada yaşıyoruz. O nedenle düşünce ve ifade özgürlüğünü konuşmak gerçekten çok zor. Kendilerini bu devletin ideolojinin karşısında görenler sosyalistler, demokratlar herkes hepimiz suçluyuz" diye ekledi.
'Türkiye'nin bütün suçlarına ortaklar'
Resmi ideolojinin herkesi biçimlendirdiğini ve mümkün olduğunca bunu aşmaya çalışmak gerektiğini dile getiren Eren, "Düşünce ve ifade özgürlüğünü çok farklı ele alanlar var. Şuanda bu coğrafyada hakkında en çok dava açılmış iki kişiyiz. Reyhan Çapan ve ben. Bizim dışımızda Hüseyin Aykol var. Ben 2012 de Özgür Gündem olarak yeniden yayın yapmaya başladığında Genel Yayın Yönetmenliğine adımı yazdırdım. Barış süreci denilen süreçte hiç dava açmadılar. Ama barış süreci bittiğinde bombardıman gibi dava açıldı. İkimiz hakkında 143 tane dava açıldı. Reyhan şuanda cezaevinde. Özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmak istemiyorlar. Yasa değişikliği yapmak istemiyorlar. Türkiye sadece kadına yönelik şiddet alanında değil hiçbir alanda altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun davranmıyor. Bu gün Avrupa Birliği Türkiye'nin hiçbir sözleşmeye uygun davranmadığını bile bile Türkiye'ye hiçbir yaptırım uygulamıyor. Türkiye'nin bütün suçlarına maalesef ortak durumundalar" dedi.
Panel konuşmalar ile devam ediyor.