
Dinmeyen yas ve bitmeyen bir direniş geleneği
- 09:05 13 Aralık 2018
- Güncel
ŞIRNAK - Takvim yaprakları sürekli yenilense de Cizre'nin takvim yaprakları saldırılar karşısında direnişin verildiği tarihlerde kalmaya devam ediyor. Cizre bir yandan yas tutarken, diğer yandan da direniş nüvelerini ekenlerin isimlerini yeni doğanlarda yaşatmaya devam ediyor.
Şırnak'ın Cizre ilçesinde 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağında yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Aylarca süren yasakta bodrumlarda bulunan onlarca sivil de katledildi. Yasaklarda yakınını kaybetmeyen tek bir ailenin kalmadığı ilçede, yaşanan ilk direniş ve yas bu değil. 92 Newroz'unda duruşunu ortaya koyan kent, Mem û Zin'den bu yana direniş ve yasını hep iç içe yaşadı. Bodrumlarda yaşanan ölümlerden sonra üç yılın geçtiği kentte, yaşam eskisi gibi olmasa da 92'den bu yana devam eden aynı direniş, inat ve kararlılık halen devam ediyor.
Öz yönetim ilanının ardından çatışmaların 2015'in yaz ayında başladığı Cizre'de ilk yasak, Eylül ayında ilan edildi. Dört bir yanı tank ve keskin nişancılar ile çevrili ilçede, yasaklarda evinin bahçesinde bulunan lavaboya gidenden, 9 aylık çocuğa kadar herkes kurşunların hedefi oldu. Yasaktan geriye ise asırlar geçse de hatırlanacak Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç'un sözleri kaldı.
Her şey takvim yaprakları 14 Aralık 2015'i gösterdiğinde başladı
Üç yıldır direniş ve yasla yaşamaya alışan, üç yıldır her güne eksik uyanan Cizre'ye geçtiğimiz gibi ilk merak ettiğimiz şey bodrumların nerede olduğu oluyor. Nusaybin Caddesi'nde yapılan TOKİ'leri gördüğümüz gibi merakımız yerini "Çıkışa çok yakın, nasıl kurtaramadık?" sorgusuna bırakıyor. Kahverengi tuğlalar, beyaz boyalar ile yapılmış TOKİ'lerin arasında ise halen yıkıma direnen evler bulunuyor. O günler ile ilgili yazılan her şeyin söylenen bütün sözlerin eksik kalacağının bilinciyle bu yazıya başlıyoruz. Hiçbir kitabın hiçbir şiirin hiçbir sözün acısını unutturamayacağı direnişin hep taze kalacağı Cizre'de takvim yaprakları 14 Aralık 2015'i gösterdiğinde bomba ve kurşun sesleri arasında sesleri az çok duyulan Cizre halkı, o günden sonra tarihine yeni bir direniş daha kazıyacaktı.
Annelerin üç yıldır dinmeyen ağıtları…
Yaşananlardan sonra bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı kentte, iki oğlunu toprağa veren anne Esmer Tunç'un her sabah güneşin doğuşuyla başlayan ağıtı bir an olsun dinmemiş. Geceleri uyuyamayan sabahları da kalktığı gibi oğlundan bir parça olarak geriye kalan Bekes'i öperek ağıdına başlayan Esmer, gözünden akan yaşlara aldırmadan nefesinin yettiğince ağıtını söylüyor. Bodrumda yaşamını yitiren Yasemin Çıkmaz'ın annesi de kızının bodrumdan çıkan kıyafetlerine sarılıp koklayarak günlerini geçiriyor. Bir başka anne Hezne Arslan'da her sabah kaybettiği kızı Hacer Arslan için "Bugün onun kemiklerini bulur muyum?" diyerek uyanıyor. Bir, iki ya da üç evladını bu direnişe feda eden bu annelerin dudaklarından dökülen tek şey ise, "Bu acılardan geriye bize kalan tek şey direnmek" sözleri oluyor.
'Aileler kolonlara ve duvarlara sarılıyorlardı'
O günlerin tanıklarının "Bodrum deyince aklıma direk o koku geliyor; kan, toz, yanık ve direniş kokusu. O koku hiç aklımdan çıkmıyor" dediği sokaklardayız. B, C şeklinde kodlanan ve halen yıkılmayan evlerin arasından çamurlu yollardan geçerek o günlerin tanığına doğru yürüyoruz. Yasağın kalkmasından bir gün sonra 30'a yakın kişinin cenazesinin çıktığı Botancı Sokak NO:23 numaralı bodruma gittiğini söyleyen Cizreli kadın, "Üç yıl geçti ama nasıl geçti birde bize sorun. Sürekli bir şeyi bekliyor gibiyim. Buradaki herkes gibi gözüm yine sokaklarda birini arıyor gibi. Bodrum deyince aklıma sadece o koku geliyor, yasağın kalkmasının hemen ardından gitmiştim. Hiç cenaze yoktu aileler geliyordu sürekli. Kolonlara duvarlara sarılıyorlardı. Sevdiklerinden bir parça arıyorlardı, belki bir şey bırakmışlardır diye toprağı kazıyorlardı" diyerek neler yaşadığını anlatmaya başladığı anda dalıyor ve sözlerini daha fazla devam ettiremiyor.
Sur ve Nusaybin kokuyor…
Aynı sokaklardan yukarı doğru çıkarken kadının söyledikleri aklımıza geliyor, "O koku kokuyu hiç unutamıyorum." Yürüdüğüm sokakta durup yönümü TOKİ'lere çeviriyorum gözümü kapatıp derin bir nefes aldığımda, söylediğim tek şey "Haklı o koku hala var" demek oluyor. Üstünü TOKİ, beton demirler ile kapatmaya çalışmışlarsa da yok edememişler o kokuyu. Ama bu koku bana bir yerden tanıdık geliyor, gözüm kapalı aklıma hemen Sur sokakları ve Nusaybin'in Şirin sokağı geliyor. Aynı koku, aynı heyecan ve amaçla atılmış adımların sesleri ve aynı kurşun izleri.
'O güzel sesleri nasıl unutabiliriz'
O izlerin arasında yine "Onlar gitmeseydi de Cizre'de tek bir ev, eşya kalmasaydı" diyen bir kadına rastlıyoruz. Neredeyse yaşamını yitiren herkesi tanıdığını söyleyen genç kadın, "Sesleri o kadar güzel olmasaydı belki unuturduk ama o sesleri nasıl unutabiliriz. Her akşam ateş etrafında toplanıyorduk istisnasız içlerinden birinin sesi hep çok güzel olurdu" diyor. Sonra "Bu sesleri sen unutabilir misin?" diye sorarak bize iki parça dinletiyor. Sesler bodrumlarda yaşamını yitiren Agit Küçük ve Cizre'de Mawa Fuat olarak bilinen İbrahim Temel (Serdem Pir)'e ait. Agit'in yasak esnasında söylediği şarkı bütün sokağı inletiyor. "Ez bê şoreş nîkarım" sözlerini vurgulayarak söyleyen Agit, yasak sırasında bodrumlarda kardeşi Adil ile birlikte yaşamını yitirmişti.
Welat üç yıldır aynı soruyla kapıda bekliyor
Yasakları sorduğumuz herkesin ağzından "Yaşananlar elbet açığa çıkacak ve biz o günleri asla unutmayacağız kimse kimseye unutturmayacak" sözleri dökülüyor. Bu yasak sırasında evleri son anda yıkılmaktan kurtulan 7 yaşındaki Welat da yasak esnasında yaşadığı her şeyi hatırlayan çocuklardan biri. Annesine sürekli "Anne hevaller bir daha ne zaman gelecek?" diye soru sorduğunu öğrendiğimiz Welat, her gelen misafire de "Hevaller mi geldi" diyerek kapıyı ilk açan kişi oluyormuş. Üç yıldır kapı çalındığında kapıyı hep ilk açan kişi olan Welat'ın yüzündeki ifade bekleyemeye niyetli olduğunu gösteriyor.
Yeni Berjin, Agit ve Avesta'lar doğdu
O yasaktan sonra doğan bütün çocukların adı ya Bişeng, ya Agit, ya da Berjin oluyor. Gittiğimiz her evde yasaktan sonra doğan çocuklara bodrumlarda yaşamını yitiren gençlerin adı konuluyor. Üç yıl önce Berjin'lerin, Agit'lerin direnerek toprağa düştüğü yerden yeni Agit ve Berjin'lerde hemen sonrasında filizlenip büyümeye başladı. Berivan, Beritanlar gibi büyüdüklerinden isimlerinin ne anlama geldiklerini soracak olan çocuklar isimleri ve anlatılanlar ile üç yıl önce yaşanan direnişi asırlar boyu devam ettirecek.
Kurşun izleri bilerek silinmiyor
Neredeyse her mahallesinde, bütün kapılarda kurşun izlerinin olduğu ilçede çoğu aile bilerek delik deşik olan kapısını değiştirmiyor. Evlerini yeniden yapmalarına rağmen aileler merdivenlerde ve kapılarda duran bomba ve kurşun izlerini aynı şekilde bırakmış. Cudi Mahallesinde istisnasız her kapı da bu izler var. Yasaktan geriye en somut haliyle karşımızda duran kapılara bakınca, "Acının miladıyla başlanan bir hikâyedir bu" diyen bir şairin şiiri aklıma geldi. O yasakta Cizre'de üç yıldır devam eden ve yan yana yaşananlar acı ile direnişin miladı oldu. Dedik ya hiçbir şiir hiçbir kitap ya da söz o günleri anlatmaya yetmeyecek… Cizrelilerin bile anlatmaya kelimelerinin yetmediği o günlerden geriye hafızamızdan asla silinmeyecek o koku, Agit ve Fuat'ın sesi, silinmek istenmeyen kurşun izleri ve Welat'ın bekleyişi olacak.
Yeniden yürürken dudaklarımızdan Ahmet Telli'nin Cizre için yazdığı şiirdeki "Yanık kokuyor şehir, şehir kan kokuyor" sözleri dökülüyor.