'Türkiye tarihi cezaevi katliamları tarihidir'

  • 07:57 12 Aralık 2018
  • Güncel
İSTANBUL - "Tecrit ve Mahpus Hakları" söyleşisinde konuşan Av. Gülizar Tuncer, "Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda katliamlar tarihi olarak görebiliriz, hem içeride hem dışarıda. Hatta cezaevi katliamları tarihidir. Devlet ayrıca cezaevlerinde bir şiddet mekanizması olarak örgütleniyor" dedi.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında dernek binasında "Tecrit ve Mahpus Hakları" konulu söyleşi gerçekleştirdi. "10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası - Tecrit ve Mahpus Hakları" pankartının yer aldığı söyleşide Avukat Gülizar Tuncer ve İHD İstanbul Hapishane Komisyonu'ndan Hatice Onaran katılımcı olarak yer aldı.
 
'Tecrit toplumda F Tipi hapishanelerle gündeme geldi'
 
Etkinlikte ilk olarak söz alan Hatice, "Tecridin sözlük anlamına baktığımızda, anlamı yalnızlaştırmadır. İzole etmedir. Bunu yaparken de yapma amacı olarak kişinin kişiliksizleştirilmesi, kendine ya da karşıdaki insana karşı saygısını yitirmesidir. Psikolojik olarak da yalnızlaştırılır tecrit edilen kişi. Türkiye'de tecridin toplumda hayat bulması F Tipi hapishanelerle beraber gündeme geldi. Ancak tecridin 12 Eylül sürecinde de yine yaşam bulduğunu biliyoruz. O dönemde hapishanelerde mahpuslar tecride maruz kaldı" dedi.
 
'İdare size belli kurallar dayatır'
 
Tecrit ve mahpusların haklar ve özgürlükler açısından değerlendiren Gülizar Tuncer, "Hak ve özgürlük kavramları hukuk düzeninde güvenceye alınırlarsa bir anlam ifade ederler. Hapishaneler açısından baktığımızda hak ve özgürlüklerinin kullanımından çok görev ve yükümlülükler vardır. Belli görev ve yükümlülükleri yerine getirdikleri takdirde kullanmaları olanak sağlamıştır hapishanedekiler için. İdare size belli kurallar dayatır ve o kurallara itaat ederseniz o haklardan belli ölçüde yararlanabilirsiniz. Bu ödül ceza ikilemi sadece o haklardan yararlanıp yararlanmama anlamında değil, idarenin dayattığı o kurallara itaat etmediğiniz sürece belli yaptırımlara da maruz kalıyorsunuz" diye konuştu.
 
'Devlet hapishanedekileri iyileştirilmesi gereken hastalar olarak görüyor' 
 
Türkiye'de tutsaklara bakış açısıyla ilgili bir sorun olduğunu kaydeden Gülizar, "Devlet hapishanedeki insanları iyileştirilmesi gereken hastalar olarak görüyor. Bunun sonucunda şöyle bir şey ortaya çıkıyor: Suç olarak anılan şeyin kendisi bir hastalık. Hapishanedeki mahpuslar da hasta olarak görülüyor. Suçu bir hastalık olarak görmek mümkün değil. Hele de siyasi mahpuslara hasta olarak bakmak hiç doğru değil. Esas olarak insanların ıslah edilmesi iyileştirilmesi değil, onların içerisinde bulunduğu yaşam koşullarının iyileştirilmesinden yanayız" şeklinde devam etti.
 
'Siyasiler gözaltı ile ayrımcılığa başlıyorlar'
 
Şu an ki Devlet İnfaz Yasası'nda var olan düzenlemeyi açıklayan Gülizar şunları söyledi: "İnsanlar öncelikle gruplara ayrılıyor. Suç tiplerine göre. Öncelikle adli ve siyasi mahpus ayrımı var elbette. Siyasiler açısından pek çok hak ve özgürlükler adlilere göre daha da kısıtlanmış durumda. Siyasiler açısından bakıldığında zaten gözaltından başlayarak uygulanan bir ayrımcı mevzuat var. Bu infaz koşullarına da yansıyor. Cezaevinde mahpusların yatacakları süreyi de etkiliyor. İnsanlar birbirinden etkilenmesinler diye yaş ve suça göre sınıflandırılıyor. Tecridin dozu da buna göre artırılıyor.
 
'Aklınıza gelebilecek her şey suç'
 
Suç tipine göre ayrımcılık yapılmasını doğru bulmuyoruz ve kabul etmiyoruz. Bu ödül ceza ikilemi ve belli yükümlülükleri yerine getirme şartı, belli eğitim ve iyileştirme politikalarını dayatıyor. Tecridin dozunu ayarlama biçimi de değişiyor. Şu an ki infaz yasasına baktığımız zaman cezaevini yaşanılmaz hale getirmek için her şey yapılmış durumda. Aklınıza gelebilecek her şey suç. Sessiz protesto, slogan atma, marş söyleme gibi her şey gereksiz ve bunların gerekli olup olmadığına da cezaevi idaresi karar veriyor. Neyin gerekli olup olmadığına cezaevi idaresi karar veremez. Bunlara da itiraz hakkı neredeyse yok gibi."
 
F Tipi cezaevlerinin kolektif yaşamı dağıtma amacıyla kurulduğuna dikkat çeken Gülizar, "F Tipi cezaevlerinde tecrit ne kadar yoğun olursa olsun ve devlet ne yaparsa yapsın siyasi mahpuslar açısından kolektiviteyi dayanışmayı, orta direnişleri ve anmaları tümüyle yok edebilmiş değil. Ayrı ayrı olsalar da tek kişilik hücrelerde olsalar bile asgari düzeyde dayanışmayı sağlayabiliyorlar" dedi.
 
'1980'li yıllarda cezaevlerinde askeri nizam söz konusuydu'
 
1980 Askeri darbe döneminde Diyarbakır, Mamak, Metris cezaevlerindeki uygulamalardan söz eden Gülizar, "Askeri nizam söz konusuydu o dönemde. Tek sıra biçiminde yürüme, marş söyleme, saçların kazıtılması, yemek duası, komutana ve komutanın köpeğine itaat şeklinde insanlık dışı uygulamalar dayatılıyordu. Sonraki süreçte F Tipine geçişlere zemin hazırlayacak bazı düzenlemeler oldu yasada. Mesela 91 yılında 3713 yasalı Terörle Mücadele Yasası çıkarıldı. Bu yasayla beraber bu günkü tecrit sisteminin dayanakları ortaya çıkarıldı. 16'ncı madde ile terör suçu sayılan suçlar açısından uygulanacağı hükmüne bağlanmıştı. F Tipine adım adım geçiş denemeleri çok öncesinden hazırlandı" şeklinde konuştu.
 
'Devlet cezaevlerinde şiddet mekanizması olarak örgütleniyor' 
 
Geçmiş dönemde de şu anda da Türkiye'deki cezaevlerinde insani olmayan bir sistem ve işleyişin olduğunu ifade eden Gülizar, "Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda katliamlar tarihi olarak görebiliriz, hem içeride hem dışarıda. Hatta cezaevi katliamları tarihidir. Devlet ayrıca cezaevlerinde bir şiddet mekanizması olarak örgütleniyor. OHAL sürecinde özellikle Maltepe Cezaevi'nde ölüm olayları meydana gelmişti. Biz oraya incelemeye gittiğimizde çocukların kaldıkları hücreleri gördük, çok küçük bir alan ve F tiplerinden beter bir durumda gördük oraları. Tecrit her gündeme geldiğinde sürekli F tiplerini konuşuyoruz ama çocukların kaldıkları hücrelere baktığımızda ileride çocukların maruz kalacakları çok daha kötü durumlara şahit olabiliriz. Küçük yaştaki çocuklar açısından baktığımızda tecridin onların üzerindeki yansımaları çok daha ağır. Onları da gündeme getirmek lazım" dedi.
 
'Tecridin en ağırı İmralı'dadır'
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ilişkin de konuşan Gülizar, "Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesiyle birlikte o dönemin iktidar sahipleri 'biz idam etmiyoruz idamdan beter bir ceza veriyoruz' demişlerdi. Gerçekten öyle, ölünceye kadar tek başına hücrede tutan bir ceza verildi; ağırlaştırılmış müebbet cezası.  Bu ağırlaştırılmış müebbet cezası alındığı zaman cezayı alanların ellerine 'ölünceye kadar hücrede kalacaksın' kâğıdı verilmesi bile başlı başına olumsuz bir şeydir" açıklamalarında bulundu.
 
İmralı Cezaevi'nin özel bir yerinin olduğunu kaydeden Gülizar, "Öcalan'ın mevcut durumda en ağır tecride maruz kaldığını söyleyebiliriz. Bir ada ve ayrı bir yönetmeliği olan bir cezaevidir. Askeri cezaevidir. Çok ağır şartları olan bir yer. Kürtçe konuşmanın dâhil yasak olduğu, askeri düzenle yönetiliyor. Uzun bir süredir avukatları ve ailesi ile görüştürülmüyor. Öcalan ilk getirildiğinde de avukatları görüşme yaptıkları zaman avukatlarının bile ağızlarının içlerini, dişlerinin aralarının aranması durumu yaşanıyordu. Böyle şeyleri gördük biz İmralı'da. Tecrittin en ağırı ilk günden bu yana o yüzden İmralı'dır" sözlerine yer verdi.
 
Konuşmaların ardından söyleşi katılımcıların soru ve cevaplarının ardından sona erdi.