
'Ya birlikte hareket edip kazanacağız ya da parçalar halinde kaybedeceğiz'
- 09:09 12 Kasım 2018
- Siyaset
Sibel Özalp
İSTANBUL - İstanbul'da gerçekleştirilen "Suriye Zirvesi" sonrasında Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırıların zirvenin çözüm odaklı olmadığını gösterdiğini belirten HDP'li Züleyha Gülüm, "Öyle bir dönemdeyiz ki ya birlikte hareket edeceğiz ve yaşamımızı yeniden kazanacağız, demokrasiyi, barışı kazanacağız ya da tek tek parçalar halinde duracağız ve kaybedeceğiz" dedi.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin ev sahipliğinde, Rusya, Almanya ve Fransa'nın katılımıyla İstanbul Vahdettin Köşkü'nde “Suriye Zirvesi” gerçekleştirildi. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'in katıldığı dörtlü zirvenin ana gündemi, sahadaki gelişmeler, Soçi Mutabakatı’nın ardından İdlib'deki son durum, mültecilerin ülkelerine geri dönüşü meselesi ve Astana ile Cenevre platformlarında sürdürülen siyasi çözüm süreci oldu. Zirve sonrası liderler tarafından verilen mesajların ana konusunu da Tayyip Erdoğan'ın Fırat'ın doğusuna yönelik tehditlerinin dışında yine mültecilerin geri dönüşü ve siyasi çözüm arayışları oluşturdu.
“Suriye Zirvesi”nin hemen akabinde ise Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine dönük ağır silahlarla saldırıları başladı. 28 Ekim'de başlayan top atışlarında Kobanê ve Girê Spî'ye bağlı Silip Qiran, Tilfindir, Suske ve Yabis köyleri hedef alındı. Saldırılara karşı Kuzey ve Doğu Suriye'deki siyasi parti, platform ve yurttaşlardan tepkiler gelirken, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ise yaptığı açıklamada, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) saldırılarından dolayı Deyra Zor'da DAİŞ’e karşı yürüttüğü operasyonu durdurduğunu açıkladı. “Suriye Zirvesi”, Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeler ile Türkiye'nin iç ve dış politikasına dair soruları Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm yanıtladı.
* ”Suriye Zirvesi” diye tanımlanan ve geçtiğimiz günlerde gerçekleşen dörtlü zirve ve sonrasında yapılan açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
27 Ekim'de gerçekleşen toplantıda Ortadoğu ve Suriye meselesi konuşulduğu söylendi. Tabi iç tartışmaları, arka planda tartışılan meseleleri bilemiyoruz. Bu konuda bir şeffaflık, açıklık yok. Suriye'ye dair adı ‘çözüm önerisi’ olan görüşmeler yapıldı. Ancak bu zirvenin çok önemli bir sorunu vardı ve böylesi bir sorun barındırdığı için çözüm adına bir sonuç çıkma olasılığı çok az olan bir zirveydi diyebiliriz.
* Zirvenin sorunu neydi?
Halkların temsil edildiği bir zirve değildi. Orada yaşayan halkların; Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Êzidîlerin ve farklı ulusların katıldığı bir zirve değildi. Bu çok önemli bir sorun. IŞİD'e karşı mücadele edenlerin katıldığı bir zirve değildi. Dolayısıyla da çözümün tarafı olanların saf dışı bırakıldığı bu zirve, gerçek anlamda çözüm üretecek bir görüşme değildi. Normalde olması gerektiği gibi değil, konunun muhatapları olmayanların konuştuğu, asıl muhatapların çağrılmadığı bir toplantı organize edildi. Böyle bir ortamda çözüm adına bir sonuç çıkma olasılığı yok. Çünkü Suriye'de asıl olarak halkların ve IŞİD'e karşı mücadele edenlerin iradesi bir çözüme götürebilir. Daha önce de İran, Rusya ve Türkiye'nin katıldığı bir görüşme olmuştu. Orada da asıl muhataplar ve taraflar yer almamıştı. Asıl iradeyi, orada yaşayan insanları dikkate almıyorsanız sonucunda çözüme götürme olasılığınız olamaz.
* Zirvenin ardından TSK'nin Kuzey Suriye’ye yönelik top atışları ve bazı köyleri hedef alarak saldırı gerçekleştirilmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Zirvede çözüm adına barış sözleri söylemleri kullanılıyor ama sonrasında savaşın olmadığı, halkların bir arada yaşayabildiği, eşitlik özgürlük temelinde kurulan bir yapının olduğu bölgelere saldırı yapılıyor. Bu da meselenin çözümünden değil başka kaygılarından hareket edildiği bir durum olduğunu gösterir. Eğer yaptığınız görüşmelerde barıştan söz ediyorsanız, Suriye meselesinin barışçıl yöntemlerle çözülmesinden bahsediyorsanız o zaman neden bir saldırı gerçekleştiriyorsunuz? Bu durum yaptıkları açıklamayla çelişik değil mi?
Barışçıl cümleler kurulmasına rağmen hemen ardından özellikle ‘Fırat'ın doğusuyla mücadele edeceğiz' cümleleri kuruluyor ve saldırılar yapılıyor ki orada, Rojava'da halkların kurdukları demokratik bir yönetim biçimi var. Bütün halkların, tüm kesimlerin kendilerini temsil edebildiği, ifade edebildiği bir yönetim biçimi var, orada halk demokrasisi var. Barışçıl bir yere, kendi düzenini kurmuş bir yere müdahale edilmesi herhangi bir savaşı çözmek üzere yapılmaz. Müdahale edilmesi gereken bir yer varsa, oradaki çetelerin halka zulmettiği noktalardır. Buralara müdahale edin. Halkın iradesiyle yaşamını kurduğu bir yere müdahale edilmesi kabul edilebilir değil.
* Saldırıların özellikle 1 Kasım Dünya Kobanê Günü'ne denk getirilmesi tesadüf müdür?
IŞİD'in Kobanê'ye yoğun saldırıları dünya tarafından da Türkiye tarafından da çok yakından gözlemlenen bir süreçti. IŞİD'e karşı verilen mücadeleler bütün dünya tarafından desteklenmişti. Özellikle kadınlar cephesinden baktığımızda, bu mücadele çok daha önemliydi. Bugün bu örgüt IŞİD ve türevleri-demek istiyorum çünkü sonra adını değiştirdi, başka örgütler doğurdu. Sonuç olarak aynı zihniyete sahip, aynı yaklaşımla beslenen ve birtakım emperyalist güçlerin de desteklediği yapılardır. Bunlar özellikle kadınlar açısından çok büyük katliamlar yapan, kadınlara cinsel şiddet dair her türlü şiddeti uygulayan, kadınları bir köle olarak gören ve bu şekilde alıp satan bir örgütten bahsediyoruz. O anlamda özellikle kadınların IŞİD'e verdiği mücadele çok önemlidir.
Kobanê zaferi, dünyadan da çok büyük destek almış bir mücadele oldu. Oradaki mücadele sonucu Kobanê 'nin kurtarılması meselesi bütün dünyada kutlamayla karşılanan bir gün oldu. Kadınların verdikleri mücadele örnekleri tüm dünyaya yayıldı. Bu konuda kadının direnişinin işlendiği filmler çekildi ve ödüller alındı. Böyle bir ortamda, kazanılan bir yere karşı saldırı anlamsız. Özellikle Dünya Kobanê Günü'nde yapılmış olması da o mücadeleye ve zafere ilişkin bir cevap mı diye kafalarda soru işareti oluşturmuyor değil. IŞİD'e karşı mücadelenin zafere ulaştığı bir gün de bu saldırılar yapılıyor, bu özel olarak seçilmiş mi sorusunu beraberinde getiriyor.
* Türkiye'nin içerisinde bulunduğu ve her geçen gün daha da derinleşen iç ve dış siyasi atmosferinden çıkış nasıl sağlanabilir, çıkış yolu nasıl örülebilir?
İç siyasette de dış siyasette de asıl çıkış yolu örecek olan barış politikalarıdır. Türkiye halklarının bu dönemde asıl vurgu yapması gereken barış yollarıdır. Bu iktidar barış politikalarından vazgeçmiş durumda. Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle, demokratik kuralları işleyerek demokratik kazanımla çözüm iradesinden geri dönmüş durumda. İktidar bu meseleyi savaş politikalarıyla çözmeye çalışıyor. Burada görev halklara düşüyor. Ezilenlere, emekçilere özellikle kadınlara düşüyor. Barışı gerçek anlamda getirecek olan halkların kendisidir. Çünkü sadece devletlerin ya da üst düzey bürokratların görüşmeleri sonucu bir barışın kalıcılığından söz edemeyiz. Ancak halk bu barışı istiyorsa, bu barışın koşulları için mücadele ediyorsa ve bunun için talepte bulunuyorsa barışın kalıcılığı olabilir.
Politik olarak Türkiye'de barışın tesisi, tüm Ortadoğu' da barışın tesisini de beraberinde getirebilecek, çünkü hepsi birbiriyle bağlantılı. Türkiye'de savaş politikasıyla yürüdüğünüzde bütün dünyada da savaş politikasıyla yürürsünüz. Türkiye'deki iç gerilimlerinizi, siyaseti yönetememe krizini, ekonomik krizi, uluslararası dengelerdeki krizi yani 16 yıllık politikanın getirdiği sonuçların krizini emperyal ülkelerle Ortadoğu'ya müdahale ile çözmeye çalıştığınızda kriz çok daha derinleşiyor. Şu an içerisinde yaşadığımız durum bu. Bu işin çözüm yanı varsa ki var; barış politikalarıyla çözülebilir. Barışın da toplumsallaşmasıyla olur. Bu ülkede bir barış süreci olmalıdır. Bu konuda görüşmeler yapılmalıdır. Ama asıl barışı getirecek olan halkların kendi talepleri ve iradesidir. Barış olmadan ülkede demokrasi olma ihtimali de yok. Demokrasinin kanatlarının açılması ihtimali de yok. Barış olmadığında, savaş politikaları sürdüğünde bu ülkede yoksulluk çok daha fazla artar kriz çok daha fazla derinleşir. Kadınlara yönelik saldırılar da çok fazla artıyor. Kadına şiddet yoğunlaşıyor. Barışın kendisi bu ülkede demokrasi mücadele kanallarının önünü açması açısından çok önemli bir yerde duruyor.
* Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere ilişkin başta kadınlar olmak üzere Türkiyeli sosyalistlere, demokratlara, barış politikalarını sürdürecek kişi ve kurumlara yönelik çağrınız var mı?
Bu ülkede aslında herkes iktidarın politikalarından yılmış bir durumda. Herkesin bu politikalara karşı içten öfkesi var. Çünkü herkesin yaşam alanlarına müdahale ediliyor. Herkesin ekonomik olarak zor duruma girdiği, yoksullaştığı bir süreç yaşanıyor. İşçilerin işten atıldığı, kadınların şiddete çok daha maruz kaldığı, kadın kazanımlarına ciddi saldırıların olduğu bir süreci yaşıyoruz. Herkesin yaşamını etkileyen bir noktada AKP iktidarının bir müdahalesini görüyoruz. Kimsenin yaşamı da geleceği de garantide değil. Kimse yarın öbür gün işten atılıp atılamayacağını, ekmek parası bulup bulamayacağını bilmiyor. Kimse bu ülkede yaşarken kendini güvende hissetmiyor. Görmemiz gereken şey bütün bunların parçalı değil ortak olduğudur. Her bir sorun birbiriyle çok bağlantılı. O nedenle sadece kendimizin yaşadığı soruna müdahale değil aslında bütünlüklü siyaseti gören bir yerden davranıp politika oluşturmamız gerekiyor. Özellikle bu süreçte farklılıklarımızı bir kenara bırakan, ortak paydalarımızı ortaya çıkaran ve güçlü bir toplumsal muhalefeti örecek bir noktada durmamız gerekli. Genelde farklılıklarımızı ortaya çıkarırız, yan yana gelemeyiz, bir arada duramayız. Ama artık öyle bir dönemdeyiz ki ya birlikte hareket edeceğiz ve yaşamımızı yeniden kazanacağız, demokrasiyi barışı kazanacağız ya da tek tek parçalar halinde duracağız ve kaybedeceğiz.