Güney Feminist Manifesto İnsiyatifi’nden Liepollo ve Trimita ile Röportaj (1)

  • 09:02 18 Temmuz 2025
  • Jineolojî
“Yerli hareketlerin ve grev yapma gücüne sahip olan işçi hareketlerinin daha fazla feminist vurguya sahip olması ve ataerkil karakterini aşması gerekiyor. Feminist hareket ise kaynak ve insan gücünden yoksundur. Bahsettiğim bu mücadele alanları, çoğu zaman aynı hegemonik güç yapılarına karşı mücadele etmelerine rağmen, birbirleriyle bağlantılı bir şekilde çalışmıyorlar”
 
Jineolojî Akademisi
 
Jineolojî Dergisi bu sayısını kadınların ortak mücadelesinin ve ortak geleceğinin modeli olarak Demokratik Kadın Konfederalizmini tartışmaya ayırdı. Yerellerde yükselen kadın mücadelelerini ortaklaştırma ve bunu enternasyonalist bir perspektif doğrultusunda geliştirme ihtiyacı sınırların ötesinde hissediliyor. 21’inci yüzyılı kadın yüzyılı yapmak iddiasında olan bizler için yaşanan gelişmeler işin nasılını ya da oluşturulan deneyimleri daha fazla anlatmaya ve tartışmaya itiyor.  Kürdistan'ın farklı parçalarındaki pratikle bağlantılı olarak, Rojava Devrimi, demokratik özerklik içinde özerk bir kadın sisteminin inşasına ilham veren bu fikirler üzerine kuruldu. Yine son yıllarda Kürdistan Kadın Hareketi'nde de bir Kadın Toplumsal Sözleşmesi'ne duyulan ihtiyaç üzerine tartışmalar yürütülüyor.  Kuşkusuz bu tartışmaları, ataerkil, sömürgeci devlet sistemine alternatifler arayan farklı coğrafyalardan kadınlarla tartışmak, kültürel ve düşünsel zenginlikleri simbiyotik ilişki ile ortak değere dönüştürmek Kadın Konfederalizmi’nin önemli temellerinden biri olacaktır.
 
Tam bu noktada kişisel tarihleri ve mücadele gelenekleri önemli bir çalışma yürüten Güney Feminist Manifesto İnisiyatifi üyeleri Liepollo Lebohang Pheko ve Trimita Chakma ile yaptığımız sohbet-tartışma tadındaki röportajı siz okuyuculara sunuyoruz. 
 
Jineolojî Akademisi: Okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Güney Feminist Manifesto İnisiyatifi fikri nasıl ortaya çıktı?
 
Liepollo Lebohang Pheko: Güney Feminist Manifesto İnisiyatifi (GFMİ) Güneyli feministlerle yapılan bir dizi tartışma sonucunda ortaya çıktı. Bir koordinasyon ekibimiz var ancak mümkün olduğunca yatay bir örgütlenme modelini esas alıyoruz.  Küresel Güney’de neoliberalizm politikalarıyla yoksullaştırılan devletlerin durumu direk olarak kadınların durumunu belirliyor. Yarı sömürgeleştirilen ve yoksullaştırılan devletlerin bağımsızlığına yönelik saldırıları, özerk düşünme eksikliği, kendi özerk ekonomisini oluşturma yetisini kaybederken, bu politikaların ilk elden yansıdığı kesim ise kadınlar oluyor. Devletler ne zaman saldırı altında olsa ilk elden kadınları ötekileştiriyor. GFMİ’nin hipotezi tüm dünyada kadınların devletlere eklemlendiği, kendini içinde ifade etme imkânı bulamadığı yönündedir. Afrika ve Asya’da ‘ulusal sorun’ fikriyle mücadele eden hareketlerde kadın sorunu ayrıştırılmakta, ötekileştirilmekte ve görünmez kılınmaktadır. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin yaygın olduğu 1960-70’li yıllarda ezilen ulusların devletleşmesi için savaşırsak -ki bu devletler sonradan ortaya çıktığı üzere ataerkildir- kadınlar da dahil diğer özgürlüklerin eninde sonunda çözüme kavuşacağı söylendi. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin birçoğu başarıya ulaştı, devletler kuruldu ancak bu devletler hiçbir zaman bizi kapsamadı. Biz kadınlar her zaman bu devletlere eklenti olarak kaldık ve erkek egemen ulusal kurtuluş hareketlerinin hizmetkarı olduk. Adımız hiçbir yerde geçmedi, yazılmadık, görülmedik, duyulmadık. Bu görünmek kılınma gerçeğine karşı GFMİ, mevcut ataerkil platformların yeterli olmadığı eleştirisinden ve hayal kırıklığından doğdu. Hem de Küresel Güneyli kadınlar olarak durumumuzu ele almak, kadın mücadelesini yürüten bütün hareketlerle ortaklaşmak için ileriye yönelik bir kadının ortak mücadele platformu olarak ortaya çıktı. 
 
Burada jineolojî ile kurduğumuz bağın bizde yarattığı etkiye dair birkaç şey söylemek istiyorum. Geçen yıl Kenya’da sizin oluşumunuzla bir araya geldiğimizde, devlet fikrini yeniden düşünmeye ve sorgulamaya başladık. Feminizmi bir kimlik etiği olarak anlayan bir düşünceyi görmek son derece heyecan vericiydi. Sınırlara bağlı olmayan, sınırsız kadınların ortak geleceğine odaklanan bir düşünceyi benimseyen fikriyat oldukça devrimciydi ve bizi devlet hakkında yeniden düşünmeye sevk etti. Ayrıca hiç etkileşimimiz olmasa da on yıllardır duyduğumuz Kürt özgürlük mücadelesi ile sizinle tanışmak büyük bir zevkti. Sonrasında GFMİ süreci devreye girdiğinden ortak yürüttüğümüz tartışmalar ve oluşturduğumuz bağ ile aramızda ideal bir ittifak olduğu görüldü.  Bizler 1940-1950’lerde iki kutuplu soğuk savaş döneminde ne doğuya ne de batıya bağımlı olmadan bağlantısızlıktan yana tavır alan Bandung  anti-emperyalist gelenekten ilham alıyoruz. Kesinlikle hiçbir imparatorluğa bağlı olmayan farklı özerk bir egemen varoluş biçimini temsil ediyordu. Aslında bu farklı ülkelerin- her ülkenin- 'kendi imparatorluğu' olduğunu (eğer bu tür bir dil kullanmamız gerekiyorsa), özerk bir devlet olduğunu ve tamamen kendi kendini tanımladığını kabul eder. Devletler birbirine benzemek zorunda değildir. Benim jineolojîye ve Kürt mücadelesine ilgim buradan geliyor ve ortak sinerjimiz buradan kaynaklanıyor.  
 
Trimita Chakma: GFMİ çalışmasına Lebohang’tan sonra Mayıs 2023’te katıldım. Bu çalışmaya ilgi duymamın nedeni, küresel çapta tarihsel ve güncel olarak karar alma süreçlerinden Güneyli kadınlar olarak dışlanmışlığa karşı bir eleştiri hareketi olarak gelişmesinden kaynaklanıyor. Küresel Güney'den feministler olarak sesimizin ve deneyimlerimizin sürekli olarak bir kenara itildiğini görüyoruz. Öncelikle küresel feminist forumlarda, Küresel Güney'den gelen hakiki yerel meselelerimizin, özellikle Birleşmiş Milletler forumlarında ayrıcalıklı Batılı feministler tarafından belirlenen gündemler tarafından her zaman gölgede bırakıldığını görüyoruz. Bazen kendi meselelerimize ilişkin birkaç kelimeyi bazı bildirilere sokabilmek için çok fazla enerji ve çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz. Örneğin, maden çıkarma endüstrileri, topraklarımızı yaşanmaz hale getiriyor, bizi yerimizden ediyor. Bu bizim için acil tehdittir ve buna karşı mücadele hayati önemdedir. Yine buna benzer Küresel Güney’de kadınların halkların yerelde küresel sermayeden kaynaklı yaşadığı sorunlar var biliyorsunuz. Ancak ana akım batılı feminist söylem daha çok kurumsal liderlik kotaları gibi konuları odağına alıyor. Oysa bizim önceliklerimiz daha hayati konulardır. 
 
15 Haziran 1964’te “Gelişmekte Olan Yetmiş Yedi Ülkenin Ortak Deklarasyonu”nu olarak imzalanarak kuruluşu ilan eden G-77, BIRC, (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşan hükümetler arası bir örgüt) gibi devletlerarası oluşumlar var. Birleşmiş Milletler bünyesinde hükümetler arası örgüt, üyelerinin kolektif ekonomik çıkarlarını desteklemek ve müzakere kapasitesi yaratmak için tasarlanmış oluşumların olduğunu biliyoruz. Küresel Güney’de birçok devletler arası oluşumda erkek egemenliğinin kadınları görünmez kılarak dışladığına tanıklık edebiliriz. 1955 Bandung Konferansı’nda dünya nüfusunun yüzde 54’ünu kapsayan bir buçuk milyar insanı temsilen 29 Asya ve Afrika devleti bir araya gelerek büyük oranda Afro-Asya ekonomik kültürel iş birliğini oluşturmayı hedefledi. Klasik ve yeni sömürgeciliğe karşı bağlantısızlar hareketini oluşmasında önemli bir adımdı. O dönem Bandung Konferansı’na katılan birçok ülkeden kadınlar, paralel birçok kadın konferansı da gerçekleştirdi. Ortak mücadele zeminlerini tartıştı, bildiriler ve manifestolar yayınladı. Ancak kadınların yürüttüğü hiçbir tartışma Bandung Konferansı’nın bildirisine yansımadı. Bu kadar sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı bir oluşumda bile feminist perspektifin eksik olduğunu ve önemsizleştirilen görünmez kılınan bir yaklaşımın hâkim olduğunu biliyoruz. Çünkü kadınların sorunu ve kadınların düşmanı ulus ötesi niteliktedir. Dolayısıyla uluslar ötesi bir soruna uluslar ötesi bir yanıt gerektiğini düşünüyorum. Ben buradan yola çıkıyorum. 
 
Jineolojî Akademisi: Kişisel olarak, kendi biyografilerinizde sizi politik olarak aktif hale getiren ve kendi ütopyalarınızı ve adil bir dünya hedeflerinizi inşa etmenizi sağlayan şeyleri de paylaşmak ister misiniz?
 
Liepollo Lebohang Pheko: Yıllardır sömürgecilik ve gelir adaletsizliği gibi çalışmalar yürütmek benim için büyük bir ayrıcalık oldu. Bu benim kişisel tarihim ve ahlakımla ilgili bir meseledir aynı zamanda. Güney Afrika’yı terk etmek zorunda kalan devrimci mücadeleci bir ailenin çocuğu olarak, uzun yıllar ülkesi dışında sürgünde yaşamış, mücadelesine burada devam etmiş olmamla bağlantılıdır. Yakın bir zamanda kaybettiğim bir devrimci olan babam 1963 yılında tutsak olmamak için kısa bir süreliğine yurt dışına çıkıyor. O dönem büyük bir siyasi tutuklama dalgası var ve insanlar toplu halde Robben Adası’na gönderiliyor. Birkaç ay sonra ülkesine geri döneceğini sanıyordu ama 30 yıl boyunca geri dönemedi. Annem o zamanlar ablama hamile olduğu halde onun geri dönme ihtimali kalmayınca peşinden gidiyor. Çok tehlikeli, çok belirsiz, kırılgan koşullar altında küçük çocuklar yetiştirmeye başladılar ve sonra bir yerden bir yere aile kurmaya, ittifaklar kurmaya, siyasi eğitim almaya ve nerede olursak olalım her zaman siyasi ve sosyal mücadelelerle iç içe olmaya devam ettiler. Bulunduğumuz yerlerde ilerici hareketler ne olursa olsun her zaman onlarla iç içeydik. Böylece genç yaşlardan itibaren ulus ötesi örgütlenme, küresel dayanışma ve tabii ki feminist düşünceyi benimsemem gelişti. Mülksüzleştirme, topraksızlık, ekonomik eşitsizlik, Dünya Ticaret Örgütü’nün yoksul ülkeleri borç batağına sürüklemesi, emperyalist anlaşmalar gibi sömürgeciliğin klasik ve yeni biçimlerini içeren yöntemler üzerine çalıştım.  
 
Trimita: Bangladeş’in güneydoğusunda yerli Chakma tepeleri kabilesinden geliyorum. Chittagong Hill Tracts'ın (CHT) tarihine bakarsanız, temelde Lebohang'ın sömürge yapıları hakkında söylediği her şeyi görürsünüz. CHT, en büyüğü Chakma olmak üzere on bir yerli kabileye ev sahipliği yapmaktadır. İngilizler 1947'de Bangladeş'i terk ettiğinde Pakistan'ın bir parçası haline geldi. İngilizler ülkeyi din temelli bir kategorizasyonla Müslüman ve Hindu liderlikler olarak ikiye ayırdı. Dolayısıyla, yerli halkların gidecek hiçbir yeri yoktu, bu resme uymuyorlardı. 
 
Bengallerin çoğunlukta olduğu Bangladeş'in 1971'deki kurtuluşundan sonra parlamentodaki kabile liderimize ‘Hepiniz Bengalli olmalısınız’ denildi. Bu uygun değildi, yerli halklar nasıl Bengalli olabilirdi? Biz yerli kabileler ulusal kurtuluş mücadelesine uymuyorduk. 1960'larda 'kalkınma' adına ülkeye elektrik üretmek için büyük bir baraj inşa edildi ve 50 bin Chakma yerinden edildi. Buna karşı çıkan Chakmalar hükümete karşı isyan başlattı ve 1997'de bir barış anlaşması imzalandı. Aktivizmim bir yerli kadın olarak başladı ama erkek egemen yerli hareketinde feministlere yer olmadığını fark ettim. Daha sonra ulusal feminist kadın hareketine dahil oldum ancak bu hareket orta sınıf, elitist, 'STK'laşmış' bir hareketti ve benim toplumumun sorunlarını ele almıyordu. Daha sonra bölgesel olarak Asya Pasifik Kadın Hareketi, Hukuk ve Kalkınma Forumu'nda çalışmaya başladım. Orada, yapısal baskı ve kesişimselliğin eleştirel feminist analizi yoluyla bir aidiyet buldum. Yüzlerce taban aktivistiyle Feminist Katılımcı Eylem Araştırması'nı (FKEA) uygulamayı öğrendim. Bu deneyimi yaşadığım için çok ayrıcalıklıyım. Feministler çok iyi bir düşünce liderliğine sahipler, ancak ataerkil baskıya meydan okuyacak sayıya ve güce sahip değil. Bu da beni küresel bir sendika federasyonu olan Uluslararası Kamu Hizmetleri'nde işçi örgütlenmesine ilgi duymaya itti. Böylece yerelden bölgesele ve küresele yerli, feminist, işçi ve iklim adaleti hareketleri arasında mücadele bağı kurdum. Yerli hareketlerin ve grev yapma gücüne sahip olan işçi hareketlerinin daha fazla feminist vurguya sahip olması ve ataerkil karakterini aşması gerekiyor. Feminist hareket ise kaynak ve insan gücünden yoksundur. Bahsettiğim bu mücadele alanları, çoğu zaman aynı hegemonik güç yapılarına karşı mücadele etmelerine rağmen, birbirleriyle bağlantılı bir şekilde çalışmıyorlar. Baskı sistemleriyle kolektif olarak mücadele etmemiz gerekiyor, işte bu yüzden Güney Feminist Manifesto projesi bende heyecan uyandırıyor. Bu, uluslar ötesi örgütlenme için bir fırsat; farklı hareketleri, coğrafyaları ve kültürleri evrensel bazda birbirine bağlıyor.
 
Not: Röportajın ikinci bölümü, haftaya yayınlanacaktır.