
‘Demokratik anayasa için uzlaşı zemini şimdiden hazırlanmalı’
- 09:02 20 Mayıs 2025
- Güncel
Rozerin Gültekin
İSTANBUL - TOHAV Yönetim Kurulu üyesi Av. Ayşe Bingöl Demir, PKK'nin fesih kararının barışa giden yolda tarihi bir adım olduğunu belirterek, Türkiye’nin hukuki reformlar yapması ve uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, PKK 1 Mart’ta ateşkes ilan etti. Son olarak 12. Kongresi’ni topladığını açıklayan PKK, fesih kararı aldığını duyurdu. Bu gelişme, Türkiye devletinin hukuki, siyasi ve pratik düzeyde nasıl adımlar atacağına ilişkin tartışmaları beraberinde getirdi. Aynı zamanda, toplumun bu süreçte üstleneceği rol de kamuoyunda geniş biçimde tartışılıyor.
Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) Yönetim Kurulu üyesi ve insan hakları hukukçusu avukat Ayşe Bingöl Demir, fesih kararının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi açısından yaratacağı etkileri ve atılması gereken yasal adımları değerlendirdi.
‘Tarihi karar’
“PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi tarihi karar” diyerek sözlerine başlayan Ayşe Bingöl Demir, bu kararı olumlu bir adım olarak değerlendirdi. Ayşe Bingöl Demir, “Türkiye’deki mevcut toplumsal kesimlerden alınan destek; bunun en önemli göstergelerinden birisidir. Bunun yansımasını Türkiye’deki politik tartışmalarda da görüyoruz. Bütün farklılıklara rağmen bu konuda genel anlamda bir destek olduğunu görüyoruz. Bu anlamda Kürtlerin önemli bir parçası olduğu Türkiye toplumunun geleceği üzerinde bu kararın olumlu bir etkisi olacağını gösteriyor. Bu karar sonrasında atılması beklenen adımlar da atıldığı takdirde bunun Türkiye için uzun vadede çok önemli değişimlerin yol açıcısı olacağını düşünüyorum. Bu sürecin çeşitli ve farklı ayakları basamakları var. PKK’nin bu tarihi açıklamayı yapmasına getiren noktada taraflar arasında bir diyalog bir görüşmeler zinciri olduğu anlaşılıyor. Bu görüşmelerin detayını ve kapsamını şu anda bilmiyoruz. Taraflar şu anda görüşmelerini sürdürüyorlar ve atılan bazı adımlar konusunda bir uzlaşıya varacakları noktalar olacaktır” dedi.
‘Temel sorumluluk şu anda Türkiye devletinde’
Bundan sonraki süreçte devletin hukuki açıdan yasal düzenlemeler de dahil olmak üzere yapması gerekenlere değinen Ayşe Bingöl Demir, bu konuların gündeme alınacağı bir yol haritasının oluşturulması gerektiğini vurguladı. Ayşe Bingöl Demir, “PKK’nin mevcut yapısı içinde binlerce üyesinin olduğundan bahsediliyor. PKK’nin feshi sonrasında bu üyelere ne olacak? Türkiye’ye dönüş söz konusu olacak mı? Eğer söz konusu olacaksa onlara nasıl bir hukuki alt yapı sağlanacak? Bu kişilerin cezaevine girip tutuklanması gibi bir senaryo söz konusu olmaması için gerekli adımların atılması gerekiyor. Yasal düzenlemenin oluşturulması gerekiyor. Hem PKK’nin açıklamasında yer alan, hem de PKK lideri Öcalan’ın Şubat açıklamasında belirtilen bir demokratikleşme ajandası var. Halkların ve özgürlüklerin korunduğu bir demokratik topluma doğru gitme hedefine dönük bir ajanda. Bu ajandanın başlıkları ne olacak konusu son derece önemli. Bunun gerçekleştirilmesinde temel sorumluluk Türkiye devletine düşecek. Sivil toplum, politik alandaki diğer aktörlerin de sorumlulukları olacak. Bu, çok sayıda adımı gerektiriyor. Bunun üzerinde bir yol haritasının oluşturulması kısa, orta, uzun vadede atılacak adımların belirlenmesi gerekiyor" diye kaydetti.
‘Yol haritası oluşturulmalı’
Ayşe Bingöl Demir, Türkiye’de demokratikleşme önündeki en büyük engellerden birinin, “Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Türk Ceza Kanunu (TCK)” gibi yasal düzenlemeler temelinde yürütülen yargılamalar olduğunu söyledi. Bu bağlamda, hem mevcut yasal çerçevenin değiştirilmesinin hem de bu yasalar doğrultusunda yargılanan ya da tutsak edilen bireyler için adaletin yeniden tesis edilmesi gerektiğine dikkat çeken Ayşe Bingöl Demir, “Cezaevinde bulunan politik tutukluların, mahpusların çıkmasının koşullarının sağlanması gerekiyor. AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği çok sayıda karar var ve bu kararların Türkiye’de uygulanmaması gibi sistemli bir sorunumuz var. AİHM’in verdiği kararların uygulanması, bu yol haritasının bir parçası haline getirilmesi gerekiyor. Kobanê yargılaması var, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ hala cezaevinde ve çok sayıda kişiye çok ağır cezalar verilmeye devam ediliyor. HDK tutukluları durumu var.
Politik amaçlı yargılamalardan dolayı çok sayıda tutuklu bulunuyor, bu davaların ve sonuçlarının ortadan kaldırılması gerekiyor. 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında düzenlenen OHAL düzeni içerisinde atılan çok sayıda sorunlu adım var. Kayyım atamaları, çok sayıda kişinin ‘terörle’ iltisaklı olma iddiasıyla kamu görevinden atılması gibi. Devletin bir istisna rejimi içerisinde varlığını sürdürmesi söz konusu. Bunların hepsinin tek tek bir yol haritası oluşturularak değerlendirilmesi ve ortadan kaldırılması için gerekli adımların atılması gerekiyor” sözlerini kullandı.
‘Fesih kararının hedefi demokratik toplumun oluşturulması’
PKK’nin aldığı fesih kararının arkasında yatan temel motivasyonun, çoğulculuk, insan hakları ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine dayanan demokratik bir toplum inşası olduğunu ifade eden Ayşe Bingöl Demir, bu hedefin gerçekleşebilmesi için Türkiye’de demokrasi güçlerinin ortak bir zeminde buluşarak sürece aktif katkı sunması gerektiğini vurguladı. Ayşe Bingöl Demir, “Bu hedefin önemli unsurlarından birisi demokratik bir anayasanın yapılması. Şu anda içinde bulunduğumuz toplumsal koşullarda böyle bir uzlaşı zemini kısa vadede oluşur mu bir soru işareti. Ancak uzun vadede bu uzlaşının oluşması için gerekli çalışmaların şimdiden başlatılması da bu sürecin elbette çok önemli bir ayağı olacaktır. Bu aşamada Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, demokrasiyi destekleyen güçlerin bir araya gelmesi ve bu yol haritası üzerinde yoğunlaşarak PKK’nin açıklaması ile açılan bu yolda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor” dedi.
‘Uluslararası kararlar uygulanmalı’
Ayşe Bingöl Demir, İmralı’da uygulanan tecridin hukuka aykırı olduğunu belirterek, Türkiye’de haklara ilişkin uygulamaların siyasi koşullara göre değiştiğini ve bu nedenle keyfi kararların alındığını söyledi. Ayşe Bingöl Demir, devamında şunları dile getirdi: “Abdullah Öcalan ve onun gibi pek çok mahpus, tutuklu ve hükümlü kendilerine uluslararası hukukla tanınan her türlü haktan eşit şekilde yararlanabilir. Tecrit hukuka ve insan haklarına aykırı bir uygulamadır kabul edilemez. Yine Öcalan ve Türkiye’deki diğer birçok mahkuma verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Türkiye’deki mevcut hukuki sistemde ölünceye kadar infaz rejimine tabi. Bu grup mahpusa, cezalarının bir kısmını çektikten sonra bu cezanın gözden geçirilmesini sağlayan bir mekanizma tanınmıyor. Bir diğer deyişle, uluslararası hukuk ile güvence altına alınan ‘umut hakkları’ tanınmıyor. AİHM 2000’lerden bu yana ‘umut hakkını’ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hukuku içerisinde değerlendiriyor. Bu kapsamda çok önemli bir grup kararını da Türkiye’ye dair verdi. 2014’tekiÖcalan-2 kararı ve sonra gelen Boltan, Gurban, Kaytan kararları. Kararlarda başvurucuların mahkum edildiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının ölünceye kadar infazı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’ncü maddesine aykırıdır denildi. Yani ‘umut hakkını’ tanımama işkence yasağına aykırı bulundu.
‘Umut hakkı’nın tanınması konusunda atılması gereken adımlar
Avrupa Konseyi’nin AİHM kararlarının uygulanmasını denetleyen organı olan Bakanlar Komitesi’nin, Öcalan-2 kararı sonrası Türkiye’deki bu sorunlu infaz rejiminin değiştirilmesi ve ‘umut hakkının’ tanınması sorununu 2014’ten bu yana gündemine almış olması gerekiyordu. Ancak 2021’den bu yana Komite çok daha aktif bir rol alıyor bu konuda. Bu kapsamda Komitenin Türkiye’den bazı talepleri var. Öz olarak diyor ki ‘bu mevcut rejimin sözleşmeye aykırı, bu rejimi değiştirmek için gerekli adımları atmak durumundasın.’ Bu da bu infaz rejiminin temelini oluşturuyorsan kanunlarda değişiklik yapıp, umut hakkını tanımak demek oluyor. Bu bağlamda Türkiye’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan için hem tecrit hem ‘umut hakkının’ tanınması konusunda atması gereken adımlar var, bunların uluslararası hukukta dayanakları var. PKK’nin açıklamasında da göründüğü üzere Abdullah Öcalan bu sürecin önderi ve yürütücüsü olarak kabul ediliyor. Türkiye açısından da muhatap o. Diyalog sürecinde ki diğer aktörler için de son derece önemli bir rolü var. Bu rolü yerine getirebilmesi için bu hakların hızlı bir biçimde tanınması ve sağlanması gerekiyor.”
‘Barışa giden yolda TOHAV çalışmalarını sürdürecek’
Bundan sonraki süreçte sivil toplum örgütlerinin ve TOHAV’ın nasıl bir rol üstleneceğine değinen Ayşe Bingöl Demir şöyle konuştu: “BM Barış Hakları Bildirgesi barışın ne demek olduğu üzerine bir çerçeve ortaya koyuyor. Barış ve barış hakkı bütün hak ve özgürlüklerin kullanılmasının en temel şartı. Barışın sağlanmadığı bir ortamda diğer hak ve özgürlükler hiçbir şekilde kullanılamıyor ya da çok sınırlı bir şekilde kullanılabiliyor. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin büyük bir çoğunluğunun hak ve özgürlükler üzerinde çalıştığını düşündüğümüzde, barışı, barış hakkını ve bu sürecin önünü açtığı demokratik, hak ve özgürlüklere dayalı bir hukuk devletinin inşasını desteklemek konusunda STÖ’lerin çok önemli rolleri var ve bu rolleri üstlenmeleri gerekiyor.
Dolayısıyla bu süreçte STÖ’lerinin hem kendi aralarında hem de birbirleriyle bir araya gelerek hangi rolleri üstlenebilecekleri üzerine bir diyalog süreci başlatması ve aktif rol üstlenmesi gerekiyor. Türkiye’deki hak savunucularının ve sivil toplumun on yıllara dayalı bir deneyimi, tarihi var. Sürecin politik aktörlerinin de bu anlamda sivil toplumun ve hak savunucularının önünü açması gerekiyor. Sivil toplumun da görüşmelere, çalışmalara dahil edilmesi gerekiyor. TOHAV ve STÖ’ler ‘umut hakkına’ ilişkin uzun süredir çalışmalar yürütüyor. Son olarak ortak bir açıklama da yapıldı bu konuda. TOHAV ‘umut hakkını’ merkeze alan çalışmalarına ve diğer STÖ’lerle ortak çalışmalarına devam edecek. Barışa giden yolda TOHAV gerek ‘umut hakkı’ gerekse diğer haklar ve özgürlükler çerçevesinde üzerine düşen sorumluluğun bilinciyle çalışmalarını sürdürecek.”