
‘Yıllardır değişmeyen tek şey sonucun cezasızlık olması’
- 09:04 29 Mayıs 2020
- Güncel
Şehriban Aslan
DİYARBAKIR - İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Yüksel Acar Aslan, yıllardır verilen mücadeleye rağmen değişmeyen tek şeyin cezasızlık olduğunu belirterek, “Yargı mekanizması gözaltında kayıp dosyalarında ‘üç maymunu’ oynadı” dedi.
17-31 Mayıs Haftası Uluslararası Gözaltında Kayıplar Haftası’nda Türkiye’de İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından çeşitli etkinler düzenleniyor. İHD’nin temel kuruluş nedenlerinden birini oluşturan kayıplar sorununu her yıl gündeme getirmek, kayıpların soruşturulmasını ve sorumluların bulunarak yargı önüne çıkarılmasını sağlamak amacıyla bugüne kadar sayısız eylem ve etkinlik gerçekleştirildi.
İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Yüksel Acar Aslan, ailelerin yıllardır mücadele verdiğini fakat devletin ısrarla failleri yargı karşısına çıkarmadığını söyledi.
‘25 yıldır onurlu bir mücadele yürütülüyor’
Yüksel, kayıp yakınlarının 25 yıldır kayıplarının faillerinin ortaya çıkarılması için çok kararlı ve onurlu bir şekilde mücadele yürüttüklerini vurguladı. Yüksel, “İlk olarak 1995 yılında Gazi olayları sırasında Hasan Ocak’ın gözaltında katledilmesi ve daha sonra işkence edilmiş cenazesinin kimsesizler mezarlığında bulunmasının ardından eylem başladı. Kayıp yakınları 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Lisesi önünde bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Ardından her hafta sonu ‘Cumartesi Anneleri’ adıyla kayıplar ile yüzleşme, kayıplarının akıbetinin ortaya çıkarılması ve faillerin yargılanması talepleri ile uzun soluklu bir mücadele yürüttüler. 1999 yılına kadar aileler her hafta eylemlerini çok kararlı bir şekilde sürdürdü. Bu süre içerisinde kolluk güçlerinin çok ciddi müdahale ve işkenceleri oldu. Yargı boyutu ile de aileler çok çeşitli soruşturma ve davalar ile karşı karşıya kaldılar” dedi.
‘Kolluk güçleri farklı şiddet yöntemlerine başvurdu’
1999 yılından 2009 yılına kadar ailelerin eylemlerine uzun bir süre ara verdiklerini söyleyen Yüksel, 2009 yılında “Cumartesi Anneleri”, “Kayıp Yakınları” olarak hem Galatasaray Lisesi önünde hem de Diyarbakır, Batman, Şırnak’ta oturma eylemlerine tekrar başlanıldığını ifade etti. Ailelerin adalet arayışında bulunması ve kayıplarını tekrar gündeme getirme talepleri ile mücadelelerine devam ettiklerini belirten Yüksel, oturma eylemlerinin her hafta yeniden düzenlediğini kaydetti. Yüksel, “Bu süre zarfında da kolluk güçleri yine farklı şiddet yöntemlerine başvurdular. Ardından 15 Temmuz 2015 yılında da ilan edilen OHAL ile eylemin kamusal alanda değil de içeride sürdürmek durumunda kaldılar. Her koşulda ısrarlar kayıplarının akıbetlerini sordular ve taleplerini dile getirdiler” şeklinde konuştu.
‘Bu sorun çok boyutlu bir sorun haline geldi’
Yüksel, yıllarca verilen bir mücadelenin yanında çok büyük zorluklar ve engellemelerin olduğuna ve ailelerin çok yıprandığına vurgu yaptı. Çözülmeyen sorunun çok boyutlu yönleri olduğunu ifade eden Yüksel, “Uluslararası hukuk boyutu var. İç hukuk boyutu ve toplumsal travma boyutu var. Faili meçhul cinayetlerinde aslında herkesin her şeyi bildiği fakat aynı zamanda kimsenin hiçbir şey bilmediği gibi garip bir durum söz konusu. Gözaltı şekillerine gelirsek, biz insan hakları savunucuları ve kayıp yakınları olarak her hafta bir öykü paylaşıyoruz. Öykülerde de neyin ne olduğu çok açık ve net bir şekilde ortaya seriliyor. Yıllardır her hafta dile getiriyoruz” sözlerine yer verdi.
‘Ya ‘kanıt yok’ denildi ya da inkar edildi’
Paylaşılan öykülere değinen Yüksel şunları kaydetti: “Genel olarak bazılarında direkt devletin yetkilendirdiği kişiler çok aleni bir şekilde gözaltına alıp haber alınamıyor. Başka kayıp öykülerinde ise direkt kurucuların rol aldığını görüyoruz. Bazı öykülerde de paramiliter güçlerin rol aldığını görebildik. Yıllardır bunca şeye rağmen değişmeyen tek şey ise sonucun cezasızlık olması oldu. Yargı mekanizması gözaltındaki kayıp sorununa bakarken üç maymunu oynadı. Direkt ya inkâr ya da ‘kanıt yok’ denildi. Soruşturmalar çok sıradan bir şekilde yürütülüp takipsizlikle sonuçlandı. Failler bir türlü yargı önüne çıkarılıp yargılanamadı. Binleri aşan kayıpların tek bir kişinin akıbetinin bile teslim edilip delilleri toplanıp yargı önüne çıkarılmaması aslında olayın tek merkezden yürütülen politika sonucu olduğu ortaya çıkıyor. Cezasızlık politikası da böyle bir durumu ortaya koydu.”
‘Devletin bir an önce sözleşmeyi imzalaması gerekir’
İnsan hakları savunucuları olarak ısrarla toplumsal barışın kayıp sorunu üzerine inşa edilemeyeceğine dikkat çeken Yüksel, kayıpların bulunması, faillerin yargılanması, adaletin sağlanmasının şart olduğunu söyledi. Devletin en önemli görevlerinin başında yurttaşın yaşam hakkını güvenceye almak geldiğini vurgulayan Yüksel, şöyle devam etti: “Birey ve devlet arasındaki en önemli bağlardan biri budur. Ancak BM'nin kişileri kaybetmeye karşı güvenceye alan sözleşmesini imzalamaması, yaşam hakkını korumakla ilgili yükümlülükten kaçması anlamına geliyor. Devletin bir an önce bu sözleşmeyi imzalamasını ve yükümlülükleri yerine getirmesini istiyoruz. Bu, toplumsal barış için, insani değerlerin korunması için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Toplumda korku yaratarak, sorunun üstü kapatılarak, yasaklamalarla, şiddet yöntemleriyle bu çözülemez. Aksine sorunu daha da derinleştirir. İnsanlık için doğru bir adım atmanın zamanı çoktan geldi. Tercihimizi insanlıktan yana kullanmalıyız. Tersi insanlığın sonunu getirir.”