'Mültecilere ilişkin hem Türkiye hem Avrupa sorumluluk almalı'

  • 09:19 6 Mart 2020
  • Güncel
Safiye Alağaş
 
İSTANBUL - Pazarkule Sınır Kapısı’na taşınan mültecilerin maruz bırakıldıkları hak ihlallerine dair izlenimlerini anlatan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, “Sınırda çok ciddi insani dramlarla karşılaştık” dedi. Gülseren, mültecilere ilişkin hem Türkiye’nin hem de Avrupa devletlerinin sorumluluk alması gerektiğini vurguladı. 
 
İdlib’de 27 Şubat’ta Suriye rejiminin saldırısı sonucu 34 askerin yaşamını yitirmesinin ardından Türkiye sınır kapılarını açtı. Türkiye’nin “açık kapı” tutumunun ardından birçok kentte mülteciler Türkiye-Yunanistan sınırında bulunan Edirne’deki Pazarkule Sınır Kapısı’na taşındı. Kamuoyunda büyük yankı uyandıran mültecilerin yaşadıklarını haberleştirmek için sınıra giden birçok gazeteci de gözaltına alındı.  
 
Mültecilerin maruz kaldıkları duruma ilişkin rapor hazırlamak üzere Pazarkule Sınır Kapısı’na giden İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, izlenimlerini ajansımıza anlattı. 
 
‘Çok ciddi insani dramlarla karşılaştık’
 
Öncelikle mültecilerin Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasında bir pazarlık konusu yapıldığına dikkat çeken Gülseren, bu politikaların can yakıcı sonuçlara yol açtığını kaydetti. Sınırda mültecilerin yaşadıkları sorunları anlatan Gülseren, “Sınırda çok ciddi insani dramlarla karşılaştık. Çocuklar, hamile kadınlar, her türlü beslenme, barınma imkanından yoksun durumdalar. Sağlık hizmeti alamıyorlar. Kış koşullarında dışarıda kalmak durumundalar. Tuvalet ihtiyaçlarını gideremiyorlar, bulaşıcı hastalıklar hijyen olmadığı için yayılıyor. Dolayısıyla sonuçları bugünden daha ağır olma ihtimali taşıyan bir tablodan söz ediyoruz” dedi. 
 
‘Tazyikli su kullanıldığına dair anlatımlarla karşılaştık’
 
Gülseren, Yunanistan tarafından mültecilere yönelik hak ihlallerini ise, “Özellikle Yunanistan tarafından sınırdan geçişleri engellemek için neredeyse 2 saatte bir biber gazı kullanıldığı, havaya ateş açıldığı ya da tazyikli su kullanıldığına dair pek çok anlatımla karşılaştık. Bu, oldukça ciddi bir tablo” sözleriyle dile getirdi. 
 
‘Yardımlar yetersiz’
 
Gözlemleri sonucunda mültecilerin beslenme, barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını kaydeden Gülseren, yapılan yardımların yetersiz olduğunu söyledi. Gülseren, “1’inci günün akşamında Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği’nin logosu bulunan yiyecek yardımı yapıldığına tanık olduk. Gerçekten az miktarda bir yardımdı bu. 2’nci günün akşamı da böyle bir şey gelmişti. O da yetersizdi. Onu yeterli hale getirmek için çalışmaların devam edeceği bizlere açıklandı” sözlerini kullandı. 
 
‘Mültecilerin daha fazla mağdur olacaklarının farkındayız’
 
Mültecilerin yaşadıklarına dair hükümetin duyarsızlığına dikkat çeken Gülseren, “Hükümet, valilik, belediye, AFAD, Kızılay gibi bu tür durumlarda yardım etmesi gerekir. Belediye başkanı ve vali yardımcısının özellikle Pazarkule sınır kapısını ziyaret ettiği söylenmişti. Oraya gelip ziyaret etmenin dışında bir varlık göstermedikleri ortadaydı. Biz insan hakları savunucuları olarak sınırda bekleyen mültecilerin daha fazla mağdur olacaklarının farkındayız. Bu duruma bir an önce son verilmesini istiyoruz” şeklinde konuştu.
 
‘Avrupa ülkeleri de sorumluluk almalı’
 
Mültecilerin sorumluluğunun sadece Türkiye’de olmadığını Avrupa ülkelerinin de sorumluluk alması gerektiğinin altını çizen Gülseren, “Tabii ki hükümetin bir sürü yanlışı var. Yaptığı yanlış politikalar var. Bunları eleştiriyoruz ama mülteciler sadece Türkiye’nin sorumluluğu değil. Mülteciler bütün dünyanın sorumluluğu. Bugün mültecilere sınırını kapatan Avrupa devletleri de Türkiye devleti gibi suç işliyor. Avrupa devletleri mültecileri, Türkiye’ye mecbur bırakarak ya da sınırlarını kapatıp mültecilik hakkı tanımayarak, ya da geri kabul anlaşması ile o sınırları bütün bu tehlikelere rağmen aşarak Avrupa’ya varanları tekrar Türkiye’ye göndererek aslında suç işliyor ve bu suça ortaklık ediyor” diye konuştu. 
 
‘Avrupa devletleriyle mutabakat sağlanmalı’
 
Türkiye’nin mültecilere yönelik her türlü hakkı tanımasını ve bu haklara ilişkin koruyucu tedbirler alması gerektiğini vurgulayan Gülseren, bir mülteci politikasının oluşturulması üzerinde durdu.  Gülseren şöyle devam etti: “Sınıra eğer bir hareket olacaksa mutlaka Avrupa devletleriyle bir mutabakatla bu sağlanmalı. Avrupa devletlerinin tamamı sınırı açıyoruz demesi durumunda sınıra mültecilerin yönlendirilmesi anlaşılabilir. Ama Avrupa’nın da sınırlarını kapatmaktan vazgeçmesi ve mültecileri kabul etmesi gerekir. Bu noktada hem Türkiye hem de Avrupa devletlerine çağrımız var. Bütün sınırlar açısından hiçbir mültecinin tehlikeli yollardan sınırı geçmeye teşvik edilmemesi gerekir. Bu yönlü bütün söylemlerin ve hareketlerin durdurulması gerekir. Hatta hükümetin bu yönlü bir çağrı yapması gerekir. Bu yolların kullanılması noktasında bir çağrı yapması gerekir, oysa tam aksini yapıyor.” 
 
‘Mültecilik bir haktır’
 
Mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması ve doğabilecek risklerin ortadan kaldırılması gerektiğini, ayrıca İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin referans olduğuna işaret eden Gülseren, “Birçok ülke bunu imzalayarak sorumluluk altına girmiştir. Bu sözleşmede tanımlanan hakları sağlayacakları konusunda bir sorumluluk altına girmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14.Maddesi, mülteciliği bir hak olarak tarif eder. Dolayısıyla mülteciliği engelleyen her türlü davranışın suç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı. 
 
‘Devletleri yargılayabilecek bir mekanizma yok’
 
Gülseren son olarak 1952 Cenevre Sözleşmesi’ni hatırlatarak şöyle dedi: “Türkiye’nin ve Avrupa’nın kendi iç hukukunda kişilerin zulüm görecekleri herhangi bir yere gönderilmelerinin yasak olduğu ve mülteciliğin bir hak olduğuna dair düzenlemeler var. Bütün bu düzenlemelerin getirdiği sorumluluk çerçevesinde devletlerin hareket etmesi gerekirken bunun tersini yapıyor olmaları tabi ki bir suç. Bu suç, mülteciler yollarda ya da hastalanarak yaşamlarını yitirdiklerinde ya da zarara uğradıklarında bu sorumlulukları ortaya çıkıyor. Ancak bu tabloda devletleri bu suçtan dolayı yargılayabilecek bir mekanizma var mı derseniz bu oldukça zor bir konu, çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM)  ve Birleşmiş Milletler’in (BM) insan hakları ile ilgili mekanizmalarına bu şikayetler gidebilir.”